Zengin insanların sokağından ilk kez boydan boya yürüdü. Kadın sokağı
geçerken, kalbinden de küfür geçti. Sokak rüzgarlı, kadın küfürlü bir
esinti gibi geçip gitti sokaktan. Sadece bu sokakta özel güvenlik vardı.
Sadece bu sokakta yol döşemesi üç renkti.
Kale gibi apartmanlar. Kuzeninin evinden tanıyor bu tarzı. Daha önce
başka yerlerde gördüğü gibi; dışları apartman, içten merdivenli, dubleks
ya da çatı katları ayrıca döşenmiş tripleks villa şeklinde. Ağaç yok
muydu? Yoksa yerler hep süpürülür müydü? O rüzgarda yerler neden bu kadar
temizdi? Ağaçlar zengin muhitte dilsiz miydi? Yukarı sahil boyundan önce
Asma yolu hışırtılı öterdi.
Kadın sonunda sıkıldı. Sokağın uzunluğu ve genişliği, izlediği bir
tiyatro oyununu anımsatıyordu. Deve tabanı. Aykırı büyüyen bir saksı
bitkisi. Çalışması sürekli engellenen bir yazarın dünyası ile bağıntılı
idi. Kendisi gibi. Yaşama bu kadar yayılmacı sokaklar genç yazar kadının
sokağını, sarı otlar, arsız sesler, küçük evler, tek renkli döşeme
taşları ve daraçlık zihinlere boyuyordu. Sıkıldıkça adımları yön
değiştirdi. Önce ana caddeye, ardından sahil boyuna geçti.
Küfürlerin yerini kıyaslama düşünceler almaya başladı. Şu zengin kuzen ve
görgüsüz eşyalarını düşündü. Kuzeninin hanımı bir çocuktan beter
şımarıklık ediyordu. Kuzeninin geldiği noktayı düşündü. Başkalarının
paralarını işleten ve bu anlamda zengin mahal yaşayan biriydi. Okumak
için bazen çalıştı. Bazen de kardeşleriyle birlikte ortalığı dolandırdı.
Kadın hep şaşkın baktı o insanlara. Kendi yolunun kaptanı. Herkes kendi
yolunda yolu tanıyan kaptan ise, kadının abandone edilişi nedendi ki?! …
Üzerine oturduğu yalız kayalar, sırtını dayadığı pütürlü geçmiş, kayanın
içinde ağlayan bir çocuk varmış hissi. Bu kayalar arasında olmak, ölüme
farklı anlamlar biçmek gibiydi. Ne zaman başına buyruk rüzgarın emrine
uysa, kendini yalız kayaların ortasında bulurdu. Ağlayan çocuk hissine
dayanılacak gibi olmadığında da kalkar giderdi. Oradan orman yolunun
serinine dalmak, içindeki harı yıkamak isterdi. Ağlayan çocuk ormana
kaçardı. Orman artık çöplük gibiydi. Bazen de değişik eşyalar ve
hikayeler çıkardı karşısına. Son zamanlardaysa, bira kutuları ve
kullanılmış prezervatif gibi iğrençlikler çıkmaya başlamıştı karşısına.
Hikayesini bilmek istemediği deliller. Bir keresinde bir kapı tokmağı,
çatlak bir gözlük, kanlı bir eldiven, tırnak törpüsü gibi tuhaflıklar
peşi sıra çıkmıştı karşısına. Bir cinayet hikayesi, bir kürtaj mı yoksa,
ağlayan çocuk, yerlerdeki her şeyi ona gösteriyor muydu? Kandan çürümüş,
leş gibi kokan bir kilim parçası, sokak köpeklerinin kemirdiği kıllı et
parçası. Kadın için, belki sadece, daha önce yaşanmış bir trajedinin
sonradan üstüne gelmiş, hasbelkader bulunma durumuydu. Üzerine her şey
kurulabilirdi. Bir kriminal uzmanı gibi, parçalanmış bir insan cesedi,
bir tecavüz, karanlık sesler, öbeklenmiş, devinmiş gölgeler, bastırılmış
çığlıklar, akıtılan kan… Kadın kurguladığı bütün sesleri, gölgeleri
hissedip ürperdi. Sonra herkesin farklı zamanlarda, ormanın içine attığı
çöplerin farklı bir hikayeye gebe olabileceğini düşündü. Evden epey
uzaklaşmış olmak kadını zamansal anlamda tedirgin etmişti o gün. Ama
şimdi ormanda hiçbir delil yoktu. Çöplerin alakasız olmasını dileyerek
çöplerde gözlerini gezdiriyordu. Atılmış bir terlik teki, kırılmış
camlar, hışırtılı yapraklı orman yolu. Yaralı gövdeleriyle ağaçlar,
ormanın kirini hüznünü süpürememiş, mahcup ev sahibi. Yıllar önce kuruyan
derenin iç çekişi. Mahcubiyeti ve ormanın diğer seslerini duydu Kadın.
Orman yolundan otobana teğet, tarla yollarına saptı. Tüm gün yürümek ve
duymakla geçen bir gün oldu. Tarla yolunu, otobana tersten yürüyordu. Tüm
araçlar üstüne geliyordu. Gün ışığında lamba yakan araçlar hızla geldikçe
yalız kayalara tekrar dönmek istiyordu. Orada anlamı değişen ölümün,
parlak, pütürlü, sarı, aşktan bozma yüzleri vardı. Hikayesiz, duru bir
sonuç demek. Bir hakimiyet vardı işte. Ölüm yalız kayalar gibi bir
duyguydu. Eliyle karnını yokladı. Soğuk boşluğuna ağrıdı. Orada devingen
sıcak bir belirti istiyordu. Artık yoktu. Her şey bir anda olmuştu.
Eşinin yanında kanlar içinde uyanmıştı. Sokak alabildiğine tozlu, gri ve
cüretkar iken bebeği, sessiz, asalet yüklü, parlak, pütürlü, sarı bir
şekilde kendinden gidivermişti. O zengin kuzeninin şımarık karısı da
yoksulluğa doğacaktı, belki böylesi iyi oldu gibilerinden sözler
gevelemişti hastanede karşılaştıklarında. Şımarık kadınının şık çantası,
düşük yapmış kadının koluna hızla çarparak, kadına bir vurgun daha
yedirmiş oldu. Kadın dalgalı, çeken diplere kayıyordu. Hastanenin taze
gülleri kömüre döndü, parke taşları altından kayıyordu. Kadın düşüyordu.
Düşerken de düşünüyordu. Aklında kıyas düşünceler. Tüm çocukluğu için
için ağlıyordu. İlk okul öğretmeni yine onu sopayla dövüyordu. Evde
yüzüne gülen yoktu. “Ben düşük yapan bir kadına böyle davranmazdım.” diye
geçirdi aklından. Saplanıp kaldığı yerde sallanıp dururken eşi koştu
koluna girdi. Kıyas düşüncelerden birden uyandı. Çünkü o şımarık kadın,
kuzeninden çarşı ortasında dayak yemişti. Ama kendi eşi onun ayaklarının
altlarını öpüyordu. Varsın sokaklar tek renk taş döşenmiş olsun. Varsın
onun sokağında özel güvenlik olmasın. Bütün diplerden dalgalardan
vurgunlardan sıyrıldı. Eşine yalız kayalar gibi yaslanabilirdi. Parlak,
aşık, geniş, duru…