DİZİ RÖPORTAJ

Semih Özcan   





 

Arif Ali Cangı

YAŞANILABİLİR BİR DÜNYA İÇİN 
"NÜKLEERE İNAT YAŞASIN HAYAT!"


-Birinci Bölüm-


'EKOLOJİK MÜCADELE
 AYNI ZAMANDA
 DEMOKRASİ MÜCADELESİDİR.'

Onu ilk kez on iki yıl önce Allianoi’de tanıdım. Bergama’ya 18 kilometre uzaklıktaki bu antik sağlık yurdunun kurtarılarak günışığına çıkarılmasında hem bir çevre eylemcisi hem de yıllarca sonuna dek hukuk mücadelesi veren bir avukat olarak oradaydı.

Sonra Uşak Eşme’de siyanürle altın çıkaranların karşısına dikilirken… Gerek Eşme’deki köylülerin eylemlerinde gerekse onların hukuk savaşımında hem Ankara adliyesinde hem meclis önünde öne çıkan isim yine oydu.

Çevre sorunlarına karşı çıkmak, yaşanılabilir bir dünyanın mücadelesini vermek onun için bir insan hakları sorunuydu. Bu nedenle de yalnızca çevre davalarında,eylemlerinde değil, insan haklarının söz konusu olduğu her alanda varlığını duyurdu.

Osman Özgüven’in davasında da yanıbaşındaydı. Osman Özgüven biliyorsunuz Dikili belediye başkanı olduğu dönemde halka parasız su vermekten mahkemelik olmuştu. Devlet, ‘sen nasıl para almayıp da benim vergi, kdv gibi gelirlerimi de ortadan kaldırırsın’ diyerek hakkında ‘devleti zarara uğratmak ve kamu malını şahsi çıkarları için kullanmak’ tan dava açılmıştı. Dava sürecinde, yanımızdaki isim yine Arif Ali Cangı’ydı.

Bergama’da altıncıların, Aliağa’da termikçilerin, İzmir Efem Çukuru’nda nükleercilerin başına sorun olan isimlerden biri yine oydu. Ankara’da 12 Eylül’e dava açanlardan arasında da onun adı geçiyordu.

İki dönem Çağdaş Hukukçular Derneği İzmir Şubesi'nde, iki dönem İzmir Barosu Yönetim Kurulu Üyesi oldu.

Baroda görev yaptığı komisyonlar; Kent ve Çevre Komisyonu (İzmir Çevre Hareketi Avukatları), İnsan Hakları Merkezi Daimi Çalışma Grubu, İşkenceyi Önleme Grubu, Savaşa Karşı Hukuk Grubu. Baro Yönetim Kurulu üyeliği döneminde yaptığı görevler; İnsan Hakları Merkezi, Kent ve Çevre Komisyonu, Çeteleşmeye Karşı Hukukun Üstünlüğü Komisyonu ile kısa dönem Kadın ve Çocuk Hakları Komisyonu ve Cezaevi Komisyonu koordinatörlüğü .Ekim 2008’de yapılan İzmir Barosu Genel Kurulu’nda Çağdaş Avukatlar Grubu tarafından Baro Başkanlığına aday gösterildi.

Bergama-Ovacık Altın Madeni ile başlayan “siyanür liçi yöntemiyle altın madeni işletmesi’ne karşı faaliyet gösteren İzmir-Bergama, Eşme, Sivrihisar, Havran / Küçükdere Elele Hareketi’nin 2003-2004 döneminde İzmir Barosu adına dönem sözcülüğü görevini yürüttü.

Bergama’da bulunan 1800 yıllık Allianoi Antik Sağlık Yurdu’nun baraj suları altında kalmasını önlemek, kazıların tamamlanması, yerinde korunması ve gereken restorasyonun yapılarak gelecek kuşaklara aktarılması konularında çalışmalar yapan Allianoi Girişim Grubu’nun Eylül 2004- Mart 2006 arasında dönem sözcülüğü görevini üstlendi.

Ege Bölgesinde doğal ve kültürel değerlerin korunması için çalışmalar yapan demokratik kitle örgütleri, sivil toplum örgütleri ile bireysel katılımcıların oluşturduğu EGEÇEP Ege Çevre ve Kültür Platformu’nun Aralık 2006- Ocak 2008 arasında sözcülüğünü yaptı.

2009 Yerel seçimlerinde İzmir Birlikte Başaracağız Platformu tarafından Bağımsız- İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı gösterildi.

Önce Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP)’nde aktif siyaset yaptı, ardından kapanıncaya kadar Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP) İzmir İl Başkanlığı görevini sürdürdü, 25 Kasım 2012'de kurulan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin (YSGP) kurucu eş sözcülüğü görevini üstlendi, şu anda YSGP’de siyasi çalışmalarını sürdürüyor.

Son dönemlerde nükleere karşı olan mücadeleleri sonunda ona geçtiğimiz yılın sonlarında dünyanın çevre oscarı kabul edilen ‘Nükleersiz Gelecek Ödülleri’ni direnişçi dalında almaya hak kazandı. Bu dizi röportajımızda Güney Afrika’da verilen bu ödüle giden süreçte onunla ülkemiz ve dünya ölçeğinde çevre ve insan hakları sorunlarını konuşacağız.



[ Semih Özcan ] Genelde dünyada da bu yönde bir dönüşüm var belki ama bizde göreceli olarak daha geç başladığı için Türkiye ölçeğinde soruyorum; 80 sonrasında insanların sokağa dökülmesinde, hak arama örgütlenmelerinde çevre sorunlarının neredeyse başat rol oynayacak düzeyde öne çıkmasını neye bağlıyorsun?

[ Arif Ali Cangı ] 20 yüzyılın ikinci yarısından sonra, çevre sorunlarının farkına varılmaya başlandı, çevre korumaya ilişkin hukuki metinler de bu süreçten sonra gündeme geldi. Diğer yandan çevre sorunlarına karşı toplumsal hareketler de 1980’li yıllardan sonra ortaya çıkmaya başladı. Türkiye’de Çevre, Ekoloji Hareketlerini , 12 Eylül darbesinin sıkıyönetim döneminin sona ermesinden sonra 1980’li yılların sonuna doğru görüyoruz. Çevre sorunlarının cins, ırk, ulus farkı olmadan tüm insanları etkilemesi, geleceğe dair ciddi kaygılar yaratması, o zamana kadar alışılmış siyasal ve toplumsal hareketlerden farklı yeni bir hareketin ortaya çıkmasına yol açtı. Sokağa inen çevre, ekoloji hareketleri aynı zamanda kısırlaşmış antidemokratik toplumsal hayata can suyu oldular. Bu hareketin bir parçası olan çevre ve ekoloji avukatları hareketi de çevre hukukuna can suyu kattılar ve hukukun gelişmesini sağladılar, bu sayede şimdi azımsanamayacak nitelik ve nicelikte bir çevre hukuku içtihatları oluşmuş durumda.


‘Sokağa inen çevre’ sözü bir anda Uşak Eşme İnay Köyü'ndeki köylülerle olan ilişkimizi gözümün önüne getiriyor. Bizlere evlerini, kahvelerini açmaları; yapılan konuşmalara, tartışmalara büyük bir ilgiyle geniş katılım sağlamaları ve altın madeninin önünde jandarma korumasına karşın büyük kitlesel eylemler düzenlemeleri…ve tüm bu eylemlerde genciyle yaşlısıyla, kadınıyla çocuğuyla var güçleriyle en önde yer almaları..ardından son dönemlerde Karadeniz’de, özellikle Cerattepe’de tüm halkın yarattığı direnişler, en önde direnen yaşlı kadınlar… biraz da Cangı’nın hem siyasi kimliği hem de insan haklarına da olan yakınlığı nedeniyle siyasi hareketlerdeki bu farklılığı sorma gereğini duyuyorum…


[ Semih Özcan ]  Klasik sol terminolojide siyasal direnişlerin genel çerçevesini örgüt merkezinin aldığı kararlar belirler. Çevre hareketlerinde ise bireyin etkin katılımını, doğrudan direnişini görüyoruz. Bu durum sol terminolojiyi yeniden tanımlamamızı gerektirecek bir durum yaratıyor mu?

[ Arif Ali Cangı ] Bugün artık sol siyasi örgütlenmelerin ve çalışmaların da özgürlükçü ve ademi merkeziyetçi olması gerektiği yönünde önemli aşama kaydedilmiş durumda. Bu konu başka bir söyleşinin konusunu oluşturabilir. Şimdi konumuza dönelim; çevre ve ekoloji hareketleri tabiatı gereği renklidir, çoğulcudur, öyle de olmak zorundadır. Farklı renklerden oluşan, çoğulculuğun olduğu yerde hareketin bir merkezi hiyerarşiye bağlanması mümkün değildir. O yüzden çevre, ekoloji hareketleri, hareket üyesi herkesin birey olarak etkili olduğu, özgür bireylerin kolektif hareket yeteneğinden oluşur. Bu haliyle ekoloji mücadelesi aynı zamanda demokrasi mücadelesidir. Bu aslında yeni siyasi hareketlerin nasıl olması gerektiği konusunda da bize ipucu verir. Siyasi hareketlerin dönüşümü de sanırım buradan beslenip beslenmemelerine bağlıdır. Çevre, Ekoloji hareketlerinin aynı zamanda politik hareketler olduğu kabul edilene kadar bu çelişkiler olacaktır.

[ Semih Özcan ] Yıllardır çevre sorunlarıyla kalkınma stratejilerinin birbiriyle çeliştiği düşünüldü. 'Sıfır büyüme', 'sürdürülebilir kalkınma' terimleri bu anlamda literatüre girdi. Özellikle çevre sorunlarına yol açmadan sanayileşmiş kapitalist ülkelerle başedebilmenin olanağı yok mu?

[ Arif Ali Cangı ] Evet gerçekten de öyle, çevre sorunlarına yol açan sürekli büyüme ve kalkınma anlayışı. Sürekli ve hızlı büyümeyi hedefleyen endüstrileşmenin geldiği aşamada, yenilenemeyen doğal varlıklar hızla tükeniyor, oluşan atıklar çevrenin taşıma kapasitesinin çok üzerinde kirlilik oluşturuyor. Nükleer ve tehlikeli atıklar yaşanabilir bir gelecek vaat etmiyor, onun yerine hastalıkların ve ölümün habercisi. Doğal varlıkların ölçüsüz tüketilmesi, yaşam alanlarının geri dönüşsüz kirletilmesi, fosil yakıt endüstrisi sonucu oluşan küresel iklim değişikliği ile ekolojik yıkımın eşiğe geldik. Çevre sorunlarının ilk farkına varıldığı dönemde bir tür koruma kavramı olan ‘sürdürülebilir kalkınma’ kavramı bugün artık, kirletmenin, yok etmenin kılıfı halini aldı, o yüzden henüz hukuki literatüre yazılmasa da ‘yaşamın sürdürülebilirliği’ kavramı kullanılmaya başlandı, hukuki olarak da ‘sürdürülebilir kalkınma’ yerine ‘sürdürülebilir çevre’ kavramı tercih edilmeye başlandı. ‘Sıfır büyüme’ kavramı da büyümenin yarattığı ekolojik yıkıma karşı, yıkımı durdurmak, doğanın kendisini yenileyebilmesini sağlayabilmek için ortaya atılmış bir kavram. Şu an itibariyle hiç olmazsa kalkınma ve büyüme kavramlarının tılsımını yok etmeye yarıyor. Artık atılacak her adımda yaşam alanlarının ve varlıklarının korunması esas alınmalıdır, yoksa yaşamı kendi ellerimizle tüketeceğiz.

[ Semih Özcan ] Güney Afrika'dan son derece önemli ve anlamlı bir ödül aldınız. Bu ödül hangi çalışmanız baz alınarak verildi? Bu arada ödül veren ülke açısından da ilginç bir durum var. Güney Afrika yıllarca ırkçı despotizm altında yaşamaya mahkum kılınan bir ülkeyken, birden bundan kurtulduğu gibi, bir de tüm dünyaya meydan okurcasına anti nükleer tavırda etkin olup bu konuda büyük bir ödüle de önderlik etmesi. Bunu da gözönünde bulundurarak bize Güney Afrika izlenimlerinizi anlatır mısınız? Özellikle halkın çevre duyarlığı, Mandela'nın etkisi, ırkçılığa bakış açısı v.b. konumlarından..

[ Arif Ali Cangı ] Önce bir düzeltme yapalım, ödülü Güney Afrika vermedi, ödül töreni orada yapıldı. Nükleersiz Gelecek Ödülleri, dünyanın her köşesinde nükleer silahlara, nükleer endüstriye ve uranyum madenciliğine karşı mücadele eden halklardan seçilen yaşam savunucularına veriliyor. Geçen yıl da, Habeşistanlı, Fransız, Hollandalı, Türkiyeli ve Güney Afrikalı yaşam savunucularına ödül verildi. Direnişçi dalında bana layık görülen ödülün nedeni; Gaziemir’deki nükleer atıklar, Manisa-Köprübaşı, Söke-Kisir’deki eski uranyum madeni sondaj ve işletme sahaları ile Akkuyu ve Sinop’ta kurulması planlanan nükleer santrallere karşı yürüttüğüm meşru ve hukuki çalışmalar. Ödül töreni 17 Kasım 2016 tarihinde Güney Afrika’nın Johannesburg kentinde, en kirli bölgede bir köyde yapıldı. Ödül ile ilgili şunu söyleyebilirim; onur duyduğumu belirtmek isterimi beni en çok sevindiren Türkiye’deki nükleer tehlikeye karşı yürüttüğümüz çalışmaların, çabaların dünyadaki diğer yaşam savunucuları tarafından izleniyor olması ve takdir edilmesidir. Ödülü ülkemizdeki tüm nükleer karşıtları, tüm yaşam savunucuları adına aldım. . Bu ödülün nükleere ve diğer yaşamı tehdit eden projelere karşı yürüttüğümüz yaşamı savunma mücadelemizin dünyanın diğer ülkelerindeki mücadelelerle buluşmasının başlangıcı olmasını ümit ediyorum. Nükleer belasını dünyanın başına insanlık sardı, elbirliği ile dayanışma ile direnişle dünyayı bu beladan kurtarabiliriz. Yaşamın sürmesi için nükleersiz bir geleceği kurmak zorundayız”. Mandela’nın ülkesinden söz etmek gerekirse, evet ırk ayrımcılığını ortadan kaldıran önemli bir barış projesi hayata geçirilmiş ancak ekonomik eşitsizliklerin ve çevre sorunlarının çok yoğun yaşandığı bir ülke. Bunu en iyi anlatan Sepepe’nin hayat hikayesi. Nükleersiz Gelecek “Özel Takdir” ödülene layık görülen Sepepe incecik, uzun boylu bir Afrikalı.

On bir yıl Güney Afrika’nın Başkenti olan Pretoria’daki Pelindaba nükleer santralinde bakım onarım işçisi olarak çalışmış. Pelindaba nükleer santralinden önce de Koeberg nükleer santralinde de çalışmış. Çalışırken testis kanserine yakalanmış, tesislerinin alınmasıyla şimdilik hastalığı yenmiş. Hastalanması üzerine işten atılmış, kredisini ödeyemediği için evini kaybetmiş, kendisi gibi kansere yakalanan eşi ölmüş. Çalıştığı yerden hiç bir tazminat ödenmemiş, hiç bir avukat davasını açmaya yanaşmamış. Yaşadıkları Sepepe’ye yeni bir yaşam yolu çizmiş. O artık kendini, başına gelenleri ve diğer nükleer santral çalışanlarının hastalıklarını anlatmaya, nükleer santrallere dikkat çekmeye, çalışanları örgütlemeye adamış. Sepepe, kendisi gibi onlarca işçi olduğunu, bilinen 67 çalışanın kanserden öldüğünü, santrallerde çalışanların bazılarının işlerini kaybetmemek için hastalıklarını gizlediklerini, sessiz kalmayı tercih ettiklerini, işçilerin hastalandığı zaman serbestçe doktora gitmelerine izin verilmediğini, bu süreçte belli doktorların kontrolü altında muayene olduklarını anlatıyor. Kendi sağlığının 1990’larda bozulmaya başladığını 1998’de kanser tanısı konduğunu, ameliyat olsa da kanserin başka iç organlarına yayılmış olduğunu ekliyor ve hep yanında taşıdığı raporlar, yazışmalar, haberlerden oluşan bir topar kağıdı gösteriyor. Sepepe şimdi beş parasız, hastalıklı bedeni ve haksızlığa isyan eden ruhu ile hayatını sürdürmeye çalışıyor, tüm yoksunluklarına rağmen mücadeleyi bırakmamış.

[ Semih Özcan ] Allianoi, Efem Çukuru, Bergama, Aliağa, Uşak Eşme...bu bölgelerdeki gelişmeler olumsuz biçimde bitti mi? Hala içlerinde direnişin sürdüğü ve kurtulma umudu olanlar var mı?

[ Arif Ali Cangı ] Asıl başarı ve kazanım, mücadelenin kendisi, Allianoi tüm çabalarımıza rağmen baraj sularına gömüldü ama, Allianoi Girişim Grubu ile yaşadığımız dönemde insanlığın ortak kültür mirasını koruma alanında önemli bir direniş öyküsü bıraktık. Tarih Allianoi’yi yazdığı gibi bu direniş öyküsünü de yazacak, bakarsın çocuklarımız bizim başaramadığımız Allianoi Sağlık Yurdunu yeniden faaliyete geçirirler. Efemçukuru İzmir’in su havzası, İzmir’in sağlıklı yaşamı için gözü gibi koruması gereken bir yer. Gelin görün ki şu anda orada havzayı ağır metalle kirleten Efemçukuru Altın Madeni faaliyette. Mücadele henüz bitmiş değil, devam ediyor. Bergama, Aliağa, Uşak-Kışladağ, Turgutlu-Çaldağı vd. direniş alanlarımız, yaşamı savunma mücadelemiz devam ettiği sürece pes edilecek konular ve terk edilecek alanlar değil.


***

15 Şubat 2015 Pazar günü İzmir’deki çevre ve demokratik kitle örgütleri, Mersin Akkuyu’da yapılacak olan Nükleer santralı protesto etmek ve Mersin’e destek vermek amacıyla bir araya geldiler. Yapılan toplantı ve yürüyüşün ana sloganı ‘Nükleere İnat Yaşasın Hayat’tı..

Nükleere karşı inatla yaşamaya çalışmamız sürüyor. Arif Ali Cangı’yla olan söyleşimiz de…

- sürecek -      

dizin    üst    geri    ileri  

 



 11 

 SÜJE  /  Semih Özcan - Arif Ali Cangı  /  otuz mayıs iki bin on yedi   / 22