ÖYKÜ

Korkut Kabapalamut   







AGNOSTİK BİR KARINCANIN SERÜVENLERİ


Hac yollarına düşmeye kesin olarak karar verdiğimi dosta düşmana ilan ettiğimde, bekleneceği üzere bucağımdan hiç kimse samimiyetime ve ciddiyetime biraz bile inanmadı. Bunun yersiz, zamansız, hatta ahmakça bir şaka olduğunu düşündüler. Kız arkadaşımın dediğine bakılırsa, tanıştığımızdan bu yana kendisine yaptığım başarısız, biraz bile komik olmayan ilk şakaymış bu; ne yalan söylesin, onu çok şaşırtmışım. Benden önceki salak erkek arkadaşı bile bunca anlamsız bir espri yapmamış o uzun ve sıkıcı birliktelikleri boyunca… Oysa hiç de şaka falan yapıyor değildim ben; sağlam bir pusula edinmiş, eski, öğrencilik yıllarımdan kalma yer yer silik bir dünya haritası üzerinde gerekli tüm araştırmaları özenle gerçekleştirmiş, notlarımı almış, Allah’ın (?) izniyle ilk fırsatta yola koyulmaya kesin olarak niyetlenmiştim. Tamam, kabul ediyorum, tescilli bir agnostik olduğum için böyle bir karar vermiş olmam ilk bakışta gerçekten de soğuk bir şaka, saçmalığın dik alası ya da bir delilik alameti gibi görünüyor, çalışkan, akıllı halkım tarafından haklı olarak yadırganıyordu. Bunca açık bir gerçeği inkâr edecek değilim şimdi. Üstelik birdenbire hidayete erdiğim, hemen ardından bu umulmadık kararı aldığım da söylenemezdi hiç… Ama alt tarafı bir yolculuğa çıkmak, milyonlarca insan ve karınca tarafından kutsal olduğuna inanılan toprakları dünya gözüyle keşfetmek için neden mutlaka bir ‘’mümin’’ olunması gerektiğini de bir türlü anlayamıyordum doğrusu. Benimki tümüyle turistik bir seyahat olacaktı. İnsanlar bu etkinliğe yüzyıllar evvel bir ad yakıştırmışlar, bunu bir tür ibadet - ibadetlerin en zorlusu- olarak benimsemişlerse benim buna karşı yapabileceğim bir şey yoktu. Hacca giden agnostik bir karınca olmak fikri bana yoğun bir mutluluk hissi ve neşe veriyordu sonuçta.

Şaka yapmadığım anlaşılınca, yine umulacağı üzere bu kez de dört bir cepheden beni kararımdan vazgeçirme girişimleri başladı. Ben kimmişim, hacca gitmek kimmiş… Tarihte hangi karınca böyle bir yolcuğu yüzünün akıyla tamamlamış da sevdiklerinin kollarına, baba ocağına bir zafer duygusuyla ve sevinç gözyaşları içinde sağ-salim geri dönmüş acaba; hacca gitmenin, biz pek mübarek ama aciz karınca kavmine farz olduğu sonucuna nasıl bir hesapla, ne zaman ulaşmışım? Acaba hayatım boyunca toplam bir kilometre yol kat etmiş miyim ki, bulunduğumuz noktadan kim bilir kaç bin kilometre uzaklıktaki kutsal toprakları böyle kolayca gözüme kestirebilmişim? Bu durumda beni bir akıl hastanesine kapatsalar yeriymiş vs, vs... Artık nasıl olduysa, bu ağır sözlerin hiçbiri beni biraz bile incitmedi, kızdırmadı da, kız arkadaşımın, sevgili sevgilimin delice kararımdan derhal vazgeçmemem halinde, bir daha zinhar geri dönmemek üzere beni terk edeceği, belki de eski, kendine hâlâ yeni bir kız arkadaş bulamamış salak erkek arkadaşıyla alelacele evleneceği tehdidi karşısında kanım dondu, nutkum tutuldu, ne diyeceğimi hiç bilemedim. Çok güzel, zeki, sevecen bir dişi karınca idi; belki de koca koloninin en güzeli, alımlısı. Benim gibi sünepe, hafif geçkince, edebiyattan başka hiçbir şeyden anlamayan ve hazzetmeyen çirkin bir karıncada ne bulmuştu da durduk yere çıkma teklif etmişti, hiç bilmiyorum. Belki, keskin gönül gözü ile bendeki bu gizli cevheri, iflah olmaz kahramanlık, serüvencilik eğilimini erkenden keşfetmişti ama şimdi nedense aynı cevher yüzünden beni kınıyor, sorumsuzlukla, kendini bilmezlikle, heyecan ve zevkle yuva kurma hazırlıkları yapmak dururken, başımı alıp yaban ellere gitmekle, dönüşsüz yolculuklara çıkmakla suçluyordu.

Kim ne derse desin kararımdan dönecek değildim ben. İnatçılığın zaaf değil bir tür meziyet olduğu kanısındaydım. Eskiden beri -yanlış olsalar bile- artık bir kez vermiş bulunduğum kararların arkasında sapasağlam durmak zorunda hissederdim kendimi. Erişkin bir karınca olarak kimse bana ne yapacağımı ya da yapmayacağımı söyleyemezdi. Üstelik tarihte, benden önce hacca gitmeye ya da örneğin sırf safı belli olsun diye firavunların, zındıkların(?) çıkardığı devasa yangınlara kısıtlı kapasitesince su taşımaya niyetlenen mübarek karıncalardan bahsedilmiyor da değildi. Tamam, belki hiçbiri mukaddes olduğunu düşündüğü bu ibadet yolculuğunu tamamlayamamıştı; hatta bazıları, daha bulundukları bucağın mütevazı sınırları dışına bile çıkamadan minik gözlerini bu güzelim dünyaya yummuşlardı. Ama bana göre onların her biri birer gizli kahramandı ve de galip sayılırdı bu yolda mağlup…

Doğrusunu söylemek gerekirse, bu kararımın hiç de akıllıca olmadığını, kesinlikle geri dönemeyeceğimi, çok geçmeden cılız bir çayda ya da ufacık bir tümsekte elim bir kaza neticesinde veya ecelimle can vereceğimi, sevgilimin incecik belini bir daha sıkı sıkı saramayacağımı, yaşlı antenlerimi yârimin o ince uzun, harika büklümlerle hiç durmadan kıvrımlanan ışıltılı antenlerine şehvet ve huzurla dolayamayacağımı ben de herkes kadar biliyordum. Başka deyişle, bunun soylu fil ya da balinalarınkine benzer bir intihar yolculuğu olduğunu, kafama sıkmaktan bir farkı bulunmadığını, tek ayrımın şakağım ile namlu arasındaki mesafenin biraz daha uzun olmasından ibaret sayılacağını bal gibi de görüyordum. Ama bunu bilmem neyi değiştirirdi ki? Bucağımdan ve hayatımdan fazlasıyla sıkılmıştım. Tamam, belki görünüşte de, gerçekte de çok mutluydum. Bütün hayallerimi gerçekleştirmiş, maddi ve manevi zenginliklerle her türlü esrikliği doyasıya yaşamıştım. Ama işte en sonunda rahat bana batmıştı, başımı belaya sokmanın, kendimi zehirlemenin mükemmel bir yolunu kolayca bulmuştum.

Dramatik sahnelerden hiç hoşlanmam. Bu yüzden hac yolculuğuna gizlice çıkmaya, sevdiklerime şifahen ve onlara dokunarak değil de birer mektup aracılığıyla veda etmeye karar verdim. Zaten mektup yazma konusunda son derece başarılıydım. Bucağımızdaki genç erkeklerin yarısına yakını, kız arkadaşlarını benim tutkulu, romantizm dolu satırlarım sayesinde baştan çıkarıp elde etmişti. Her yıl verilen edebiyat ödülünü son on yıldır benden başka hiç kimse kazanamamıştı. Üstelik bu akıl almaz başarıyı, bazı yıllar hemen hiçbir şey kaleme almadan elde etmiştim. Bu yüzden, bazı yeteneksiz ama muhteris kalemşorlar, benim artık seçici kurul başkanlığına getirilmem, bu yolla yetenekli gençlerin önünün açılması gerektiği fikrini savunur olmuşlardı ki, bu tez, son yıllarda bana bile o kadar da mantıksız görünmüyordu.

Biri sevgili anne babam ve kardeşlerim, bir diğeri gerçekten değerli dostlarım ve sonuncusu da güzeller güzeli kız arkadaşıma hitaben olmak üzere üç dokunaklı mektup yazıp kapılarının önüne sessizce ve sonsuz bir keder duygusu eşliğinde bıraktıktan sonra, henüz daha gün doğmadan çıkınımı sırtıma vurup yola koyuldum. Hava son derece serindi ama bu bile şevkimi kırmıyor, keyfimi kaçırmıyordu. İşte, sonunda ilk kez gerçek bir serüvenin eşiğindeydim. Bir mucize olup da Kâbe’ye ulaşmayı başarırsam tarihe geçecektim. Hikâyem dilden dile, nesilden nesile hayret ve hayranlıkla aktarılacaktı. Hatta belki, daha şimdiden gözümde tüten sevgili bucağımın meydanına küçük bir heykelimi bile dikerlerdi.
 

dizin    üst    geri    ileri  




  8  

 SÜJE  /  Korkut Kabapalamut  /  yirmi beş mayıs iki bin on altı  / 16