ÖYKÜ

Melek Ekim Yıldız   







İKİ BAŞINA


Gölün kıyısındaki – öyle kıyıda ki neredeyse gölün içinde gibi- küçük tahta masada karşılıklı, karşılıklı değil aslında, sandalyelerini göle çevirmişler; her biri gölü kendi karşısına almış, oturuyorlar. Yüreği Dağlanmış ile Zihni Bulanmış.

Oturmuş göle bakıyorlar. Su kıpırtısız gibi uzaktan; daha yakından bakıldığında küçük çırpınışlarını içine yöneltip oynaşıp durduğu fark ediliyor. Baktıkları bu mu? Suyun iç oyunlarını seyre mi dalmışlar bilinmez ama birbirleriyle ilgilenmedikleri açıkça görülebiliyor. Masada üç yudum alındıktan sonra unutulup soğumaya bırakılmış iki çay bardağı duruyor ve kül tablası izmaritle dolmuş. Buruşturulmuş sigara paketi kül tablasını ıskaladığından, masanın çirkinliğine dağınıklık ekleme işlevini yüklenmiş. Hava yağacak gibi, kara bulutların gölgesi göle düşmüş. Zihni Bulanmış sandalyesinde öne doğru eğilip, dirseklerini bacaklarına yaslayıp iki eliyle yüzünü avuçlamış. Gölü izlemeye dalmış olduğu düşünülebilirse de, gözleri açık değil aslında. Sudan karaya vuran esintinin zihnindeki sisi dağıtabileceği umuduyla yarı uyur yarı bekler gibi. Zihninin karışmaya meyli yeni değil, yatkınlığı oldum olasıydı ama bunca bulanmışlığı ilk. Şaşkınlığı düşüncelerinin med-cezirli saldırısının şiddetine daha çok. Zihnindeki savaştan yorgun, kendini buraya atıvermiş; avuçladığı yanaklarından yayılan ateşi görmezden gelebileceği bir dinginlik bulabilme umudu sürmekte. Ağzını bıçak açmayan Yüreği Dağlanmış’ın sessizliğini bir armağan olarak minnetle kabulleniyor. Gözlerini açıp, başını belli belirsiz ondan yana çeviriyor. Yüreği Dağlanmış, kendisinin aksine sandalyesine yaslanmış, ifadesiz gibi görünen yüzündeki dinginliğin sahteliğini gizleyemeyen gözlerini gölün diğer kıyısına dikmiş. Zihninden yola çıkıp dudaklarının ucunda güçlükle durdurabildiği kahkaha her şeyi daha berbat bir hale getirirdi. Bir gülüşü susturmanın kötülük olduğunu biliyor ama kimileyin susturmamak daha büyük kötülük olurdu, diye ikna ediyor kendini. Biz ikimiz. Zihni Bulanmış ile Yüreği Dağlanmış. İki başına. Bu üç yarım cümleyi peş peşe geçiriyor zihninden. Yarımmış gibi görünen üç cümle. Biz ikimiz. Zihni Bulanmış ile Yüreği Dağlanmış. İki başına. Bulanık zihni düşüyor aklına yine. Az önceki kahkaha pusuda beklemekte biliyor. Kahkahayı durmak için gözlerini kapatmaktan başka çare bulamıyor.

Yüreği Dağlanmış, yanındakinin verdiği mücadeleden habersiz, göle bakmayı sürdürüyor. Tüm duyuları kalbine inmiş acıya odaklanmış, başka bir şeyin ayırımına varacak durumda değil. Susuzluk hissi yeniden gelip oturuyor o sırada ağzına. Diliyle ıslatıyor onu son günlerde sıkça yaptığı gibi. Acısının inanılmaz bir susuzluk hissi verdiğini yanındakine söyleyecek gibi oluyor ilkin, sonra sessizliği bozmanın manasızlığı fikrine, bir de onun zihnini daha çok bulandırma endişesi eklendiğinden, vazgeçiyor. Suya duyduğu ihtiyaca takılıyor aklı çokça. Göle daha dikkatli bakıyor, aklına o dize geliyor ister istemez: “ yüreğin orada işte, o fısıldayan suda.” Zihninin suyu zikretmesiyle birlikte bedeni şiddetle arzuluyor onu; cayır cayır yanan ağzına dokunuyor parmakları kendiliğinden. Sanki dağlanan yüreği değil de ağzı. Masadaki yarı dolu ve içindeki çoktan soğumuş çay bardağına takılıyor gözü. Uzanıp eline alıyor ve dudaklarını ısısını kaybetmişliğinden tatsızlaşmış çayla ıslatıyor bu sefer. Zihni Bulanmış gözünü açıp ona doğru dönüyor. Yenisini istesene, diyor Yüreği Dağlanmış’ın yüzündeki buruşmaya bakıp gülerek. Ondan gelen, ağzım kupkuru, dudaklarım yanıyor cevabının üzerine, benim de yanaklarım alev alev, diyor. İlk kez gülüşüyorlar, birbirlerinden utangaç bakışlarını gizlemeye gerek görmeden gülüşüyorlar. Sessizliğin bozuluşundan cesaret alan Yüreği Dağlanmış, karşı kıyıdaki ördekleri görüyor musun, diye soruyor. Karşı kıyıya hiç bakmamış olan Zihni bulanmış, merakla çeviriyor başını o yana. Orada ördek yok, saptaması bakışları tüm kıyıyı taramayı henüz bitirmemişken geliyor. Hangi ördekler, diye soruyor. Yüreği Dağlanmış eliyle işaret ediyor, karşıda işte, diyor. Hafifçe öne eğilerek daha dikkatlice bakıyorlar ikisi birden bu kez. Haklısın yok, gitmişler galiba, diyor üzgün bir sesle Yüreği Dağlanmış. Zihninin var – yok karmaşasına dalmak üzere olduğunu fark eden beriki, aceleyle, bir var bir yok işte bazı şeyler, diye cevap veriyor. Görememek var olmayışa karar vermek için yeterli neden olabilir mi, sorusunun zihnindeki keşmekeşe eklenmeye hazırlığının bilincinden paniği. Bunu durdurmanın bir yolu olsaydı keşke, diye düşünüyor.

Acıya öfkeliyim, diye itiraf ediyor kendine Yüreği Dağlanmış. Bunca susamanın, içindeki ateş sönmeyecek hissiyle dolanmanın nedeni bu, diye düşünüyor. İçimde çifte ateş var: acının ve öfkenin ateşi. Göle düşen karanlığa bakıyor, yağmur indirecek diye düşünüyor. İndirsin.

Tek tük düşmeye başlayan yağmur damlalarından bir kaçı yüzüne isabet edince gözlerini açan Zihni Bulanmış, başını önce gökyüzüne sonra Yüreği Dağlanmış’a çeviriyor. Birbirlerine bakıp, tebessüm ediyorlar. Feci indirecek, diyor Yüreği Dağlanmış. İndirsin, diye cevaplıyor onu. İndirsin, ateşe karşı su. Kalbe karşı düşünce. Var’a karşı yok. Hep’e karşı hiç. Uyumsuzluğun bittiği bir dünya, her şeyin bittiği bir dünya olacaktır; yani olmayacaktır, diyen huysuz adamı anımsıyor. Bulanıklığı geçer gibi oluyor ilkin, ardından karşısında korku hissini kontrol edemediği yoğun bir sis tabakasının zihnine hepten yerleştiğini fark ediyor.

Yağmur şiddetle iniyor nihayetinde. Birbirlerine bakıyorlar. Oturalım, diyor Yüreği Dağlanmış. Yürüyelim, karşılığını veriyor Zihni Bulanmış. Gökten ateşlerine hışımla inen suyun şiddetinin her iki seçeneği de aynılaştırdığını fark ettiklerinde kahkahayı durdurmak için neden kalmıyor. Kalkıp göl kıyısı boyunca, kendilerini ne ateşten ne de sudan sakınarak yürümeye başlamadan önce, epeydir içlerinde tuttukları o cümleleri anımsıyorlar buruk tebessümlerine eşlik etsin diye:

İki başına yürüyelim.

Adımlarımızın sessizliğine, yürüyüşümüzün sessizliğine, kafamızın sessizliğine eşlik ederek.

Ve

( sen ol ve olma yanımda)

...

dizin    üst    geri    ileri  

 



  6  

 SÜJE  /  Melek Ekim Yıldız  /  yirmi beş mayıs iki bin on altı  / 16