Gölün kıyısındaki – öyle kıyıda ki neredeyse gölün içinde gibi- küçük
tahta masada karşılıklı, karşılıklı değil aslında, sandalyelerini göle
çevirmişler; her biri gölü kendi karşısına almış, oturuyorlar. Yüreği
Dağlanmış ile Zihni Bulanmış.
Oturmuş göle bakıyorlar. Su kıpırtısız gibi uzaktan; daha yakından
bakıldığında küçük çırpınışlarını içine yöneltip oynaşıp durduğu fark
ediliyor. Baktıkları bu mu? Suyun iç oyunlarını seyre mi dalmışlar
bilinmez ama birbirleriyle ilgilenmedikleri açıkça görülebiliyor. Masada
üç yudum alındıktan sonra unutulup soğumaya bırakılmış iki çay bardağı
duruyor ve kül tablası izmaritle dolmuş. Buruşturulmuş sigara paketi kül
tablasını ıskaladığından, masanın çirkinliğine dağınıklık ekleme işlevini
yüklenmiş. Hava yağacak gibi, kara bulutların gölgesi göle düşmüş. Zihni
Bulanmış sandalyesinde öne doğru eğilip, dirseklerini bacaklarına
yaslayıp iki eliyle yüzünü avuçlamış. Gölü izlemeye dalmış olduğu
düşünülebilirse de, gözleri açık değil aslında. Sudan karaya vuran
esintinin zihnindeki sisi dağıtabileceği umuduyla yarı uyur yarı bekler
gibi. Zihninin karışmaya meyli yeni değil, yatkınlığı oldum olasıydı ama
bunca bulanmışlığı ilk. Şaşkınlığı düşüncelerinin med-cezirli
saldırısının şiddetine daha çok. Zihnindeki savaştan yorgun, kendini
buraya atıvermiş; avuçladığı yanaklarından yayılan ateşi görmezden
gelebileceği bir dinginlik bulabilme umudu sürmekte. Ağzını bıçak açmayan
Yüreği Dağlanmış’ın sessizliğini bir armağan olarak minnetle
kabulleniyor. Gözlerini açıp, başını belli belirsiz ondan yana çeviriyor.
Yüreği Dağlanmış, kendisinin aksine sandalyesine yaslanmış, ifadesiz gibi
görünen yüzündeki dinginliğin sahteliğini gizleyemeyen gözlerini gölün
diğer kıyısına dikmiş. Zihninden yola çıkıp dudaklarının ucunda güçlükle
durdurabildiği kahkaha her şeyi daha berbat bir hale getirirdi. Bir
gülüşü susturmanın kötülük olduğunu biliyor ama kimileyin susturmamak
daha büyük kötülük olurdu, diye ikna ediyor kendini. Biz ikimiz. Zihni
Bulanmış ile Yüreği Dağlanmış. İki başına. Bu üç yarım cümleyi peş peşe
geçiriyor zihninden. Yarımmış gibi görünen üç cümle. Biz ikimiz. Zihni
Bulanmış ile Yüreği Dağlanmış. İki başına. Bulanık zihni düşüyor aklına
yine. Az önceki kahkaha pusuda beklemekte biliyor. Kahkahayı durmak için
gözlerini kapatmaktan başka çare bulamıyor.
Yüreği Dağlanmış, yanındakinin verdiği mücadeleden habersiz, göle bakmayı
sürdürüyor. Tüm duyuları kalbine inmiş acıya odaklanmış, başka bir şeyin
ayırımına varacak durumda değil. Susuzluk hissi yeniden gelip oturuyor o
sırada ağzına. Diliyle ıslatıyor onu son günlerde sıkça yaptığı gibi.
Acısının inanılmaz bir susuzluk hissi verdiğini yanındakine söyleyecek
gibi oluyor ilkin, sonra sessizliği bozmanın manasızlığı fikrine, bir de
onun zihnini daha çok bulandırma endişesi eklendiğinden, vazgeçiyor. Suya
duyduğu ihtiyaca takılıyor aklı çokça. Göle daha dikkatli bakıyor, aklına
o dize geliyor ister istemez: “ yüreğin orada işte, o fısıldayan suda.”
Zihninin suyu zikretmesiyle birlikte bedeni şiddetle arzuluyor onu; cayır
cayır yanan ağzına dokunuyor parmakları kendiliğinden. Sanki dağlanan
yüreği değil de ağzı. Masadaki yarı dolu ve içindeki çoktan soğumuş çay
bardağına takılıyor gözü. Uzanıp eline alıyor ve dudaklarını ısısını
kaybetmişliğinden tatsızlaşmış çayla ıslatıyor bu sefer. Zihni Bulanmış
gözünü açıp ona doğru dönüyor. Yenisini istesene, diyor Yüreği
Dağlanmış’ın yüzündeki buruşmaya bakıp gülerek. Ondan gelen, ağzım
kupkuru, dudaklarım yanıyor cevabının üzerine, benim de yanaklarım alev
alev, diyor. İlk kez gülüşüyorlar, birbirlerinden utangaç bakışlarını
gizlemeye gerek görmeden gülüşüyorlar. Sessizliğin bozuluşundan cesaret
alan Yüreği Dağlanmış, karşı kıyıdaki ördekleri görüyor musun, diye
soruyor. Karşı kıyıya hiç bakmamış olan Zihni bulanmış, merakla çeviriyor
başını o yana. Orada ördek yok, saptaması bakışları tüm kıyıyı taramayı
henüz bitirmemişken geliyor. Hangi ördekler, diye soruyor. Yüreği
Dağlanmış eliyle işaret ediyor, karşıda işte, diyor. Hafifçe öne eğilerek
daha dikkatlice bakıyorlar ikisi birden bu kez. Haklısın yok, gitmişler
galiba, diyor üzgün bir sesle Yüreği Dağlanmış. Zihninin var – yok
karmaşasına dalmak üzere olduğunu fark eden beriki, aceleyle, bir var bir
yok işte bazı şeyler, diye cevap veriyor. Görememek var olmayışa karar
vermek için yeterli neden olabilir mi, sorusunun zihnindeki keşmekeşe
eklenmeye hazırlığının bilincinden paniği. Bunu durdurmanın bir yolu
olsaydı keşke, diye düşünüyor.
Acıya öfkeliyim, diye itiraf ediyor kendine Yüreği Dağlanmış. Bunca
susamanın, içindeki ateş sönmeyecek hissiyle dolanmanın nedeni bu, diye
düşünüyor. İçimde çifte ateş var: acının ve öfkenin ateşi. Göle düşen
karanlığa bakıyor, yağmur indirecek diye düşünüyor. İndirsin.
Tek tük düşmeye başlayan yağmur damlalarından bir kaçı yüzüne isabet
edince gözlerini açan Zihni Bulanmış, başını önce gökyüzüne sonra Yüreği
Dağlanmış’a çeviriyor. Birbirlerine bakıp, tebessüm ediyorlar. Feci
indirecek, diyor Yüreği Dağlanmış. İndirsin, diye cevaplıyor onu.
İndirsin, ateşe karşı su. Kalbe karşı düşünce. Var’a karşı yok. Hep’e
karşı hiç. Uyumsuzluğun bittiği bir dünya, her şeyin bittiği bir dünya
olacaktır; yani olmayacaktır, diyen huysuz adamı anımsıyor. Bulanıklığı
geçer gibi oluyor ilkin, ardından karşısında korku hissini kontrol
edemediği yoğun bir sis tabakasının zihnine hepten yerleştiğini fark
ediyor.
Yağmur şiddetle iniyor nihayetinde. Birbirlerine bakıyorlar. Oturalım,
diyor Yüreği Dağlanmış. Yürüyelim, karşılığını veriyor Zihni Bulanmış.
Gökten ateşlerine hışımla inen suyun şiddetinin her iki seçeneği de
aynılaştırdığını fark ettiklerinde kahkahayı durdurmak için neden
kalmıyor. Kalkıp göl kıyısı boyunca, kendilerini ne ateşten ne de sudan
sakınarak yürümeye başlamadan önce, epeydir içlerinde tuttukları o
cümleleri anımsıyorlar buruk tebessümlerine eşlik etsin diye:
İki başına yürüyelim.
Adımlarımızın sessizliğine, yürüyüşümüzün sessizliğine, kafamızın
sessizliğine eşlik ederek.