“erk yani her türlüsünden ‘iktidar,herhalde çok başka bir şey. hele bir insanın ‘düşüncesi, mülkiyete ilişmişse, o insanın artık davranışları bile değişik ve bambaşkadır" ece ayhan
"iktidar hayatı hedef aldığında hayat iktidara direniş olur" gılles deleuze
"böylesi bir aldırmazlık hiç görmedim bu topraklarda" ece ayhan
çok geçmedi üzerinden ve yorulan bir şiirin ayak değiştirmesine dahi
tahammülü olmayan şuaranın yaşarken değil de ancak bir ölünün ardından
konuşabilen “rumun şuarasının” daha bir paniklediği, şiire bir istikamet
verme hizaya sokma çalışmaları sırasında giderek şiirin ayaklarına rast
gele değil kasten ve aralıksız ateş edildiği günlere geldik. yani vurulan
bir şiirin ayak değiştirdiği günlere…
peki aralıksız açılan ateşler sonucu vurulan ya da vurulmaya çalışılan
sadece şiir miydi… şiir midir...
şiirin öznesi de hedefte. -ki tarihte düzde ve her yerde neredeyse
öznesiz sürmektedir hayat. öznesini ve sokağını yitirmiş şimdi “hangi
şiir topal çocuklarını toplar sokaktan?” öznesini ve şiirini yitirmiş
hangi sokak şimdi toplar şiirlerini sokaktan?..
“sanat şahsi ve muhteremdir”ciler ile postmodern gericiliğin
temsilcilerinin elinde öznesiz nefessiz, sokaksız sentetik ve steril bir
şiirin yürürlüğe sokulmaya çalışıldığı şu günlerde sanılmasın ki ne
karaşın bir şiir için çarpışanlar ölmüştür ne de şiir sokaksız…
çünkü "şiir, ölüm ve yaşam dolayısıyla şimdi ve daima açıktır".
ve hep o açık kapıdan gireceğiz şiire ve tarihe.
kendinden kendi cemaatinden olmayana yönelik dışlama görmezlikten gelme
ve yok sayma veya bir biçimde ortadan kaldırmak temelinde işleyen linç
kültürü giderek bir “kötülük toplumu” olduğumuzun bir göstergesi olarak
da okunmalı. okunabilmelidir…
ötekilerin yaşama haklarının gasp edilerek ortadan kaldırılmaya
çalışıldığı kültürel ve siyasal bir linç kültürünün egemen kılındığı şu
günlerde “sarışınların” yazdığı tarihe ve her türden iktidarlarına karşı
esas duruşa geçmeyen devletin tabiatına karşı şiirin tabiatıyla direnmeyi
seçen;
tarihte düzde ve her yerde dışlanmışların, itilmişlerin, üstü
çizilmişlerin, mülksüzlerin ve sürekli kaybedenlerin soldaki sıfırların
hiçbir yerde temsil hakkı olmayanların ‘karaşınların” yani “tarihi
düzünden okumaya ayaklanmış çocukların” sesi olarak bir sivil şiiri kara
veya şiirimizin kara şövalyesi “karaşın şair” ece ayhan’dan söz etmenin
tam sırası.
modern edebiyat ve şiir tarihinde bıraktığı izler bakımından belki de
dünyanın en önemli üç şiir kitabından -ki baudelaire’in paris sıkıntısı, rimbaud’un
sarhoş gemisi’nden sonra - biri olan ve liseli bir sürrealist şairin
yazdığı maldoror’un şarkıları’nın giriş yazısında lautreamont’u açın! tüm
edebiyat rüzgârda bir şemsiye gibi tersine döner demiştir francis ponge…
türkiye’de ise ece ayhan’dan söz edilince tüm edebiyat ve şiir tarihi
tersine dönen bir şemsiye olduğu gibi tüm bunların ayrı ayrı ve öznel
tarihleri de yeniden ve yeniden başlar yazılmaya. denizler ve ırmaklar
birden atlaslardan dökülmeye. tersinden bir okumayla ve de “verevine”
-deniz dibi bandolarının eşliğinde gökyüzüne ağışına tanık oluruz üç ağır
yıldızın. -ki deniz yusuf hüseyin- ve olmazsa olmaz bir ülkenin göğünde
hâlâ gölgelerine rastlanmayan üç ağır yıldızın…
mademki ece ayhan şiirinden bahsediyoruz. rüzgarda tersine dönen ve
elinizden uçup giden şemsiyeden dalgaların tersine bir gemiden fırtınalı
denizlerden derin daha derin okyanuslara açılmayı da göze almalıyız
öyleyse.
can yelekleriniz tavanda kalabilir. emniyet kemerleriniz mi… bağlamasanız
da olur. su alan bir gemideyiz nasıl olsa . gemi su alıyor o kadar…
denize ve şiire sivil giren biz yüzmeyi derin sularda öğrendik diyen bir
şairden bahsediyoruz. "kimsenin aklına nedense benim yüzmeyi derin yerlerde
öğrendiğim ve çırılçıplak yüzdüğüm gelmiyor!” (ece ayhan, şiirin bir
altın çağı .s.-138-139)
evet kimsenin aklına o gelmiyor.
denize ve derinlerine sivil giren ece ayhan şiire de sivil girer ve dilin
derinliklerinde dolaşarak kurar şiirini… ve okurundan da aynı
derinliklerde dolaşmasını ve şiirini öyle keşfetmesini ister haliyle…
haksız da değildir. dilin derinliklerinde dolaşmaktan ve vurgun yemekten
korkanlar ece ayhan şiirinin derinliklerinde dolaşırken elbet boğulurlar…
ki dilin bağbozumudur ece ayhan şiiri. dilin bağının bozulduğu yer. tıpkı
ters soforadaki gibi kökleri ile gövdesinin durmadan yer değiştirdiği bir
ağaç. ve dilin raydan çıkarıldığı yer ve orada o an oluşmaya başlayan poetikası şiirin.
çocukluğundan beri denize ve şiire sivil giren ece ölürken de tamamen
sivil, çırılçıplak ölmüştür… şiirleri ve yazılarından başka bir şey
bırakmadan. üzerinde kayıtlı hiçbir mal mülk olmadan. yalın. sivil.
çırılçıplak…
işte dilin bağbozumu… dilin raydan çıktığı bağının bozulduğu yerde
karnavalesk bir ütopyadan da bahsedebiliyoruz. o an orada yaşanmaya
başlayan ve kökleri düne bu güne yarına uzanan. o dionysos şenliğinden.
bozulmuş bağına dilin hep birlikte girilmiş bulunuluyor.
kimler yoktur ki bu eşsiz karnavalda…
tüm ‘insancıl okullardan ve evlerden kovgun sur diplerinde sabahlayanlar,
bimekanlar, mor biletli yolcular, yıl sonu müsamerelerine çıkarılmayan ve
devlet dersinde öldürülen çocuklar ve bir teneffüs daha yaşasaydı
tabiattan tahtaya kalkacak… meçhul fail olarak 128. kantocu peruz ki
yaşadığı bile şüpheli…
"sizce kantocu peruz sahiden yaşadı mı
patron?".
sizce de öyle mi…
fuhuşun bir sivil tarihi olarak çanakkaleli melahat ve şürekası ve şeye
dar pantolonlu kostak delikanlılar ve eşcinseller ve resmi tarihte adına
rastlanmayan çankaya yokuşunda atlarıyla birlikte göğe ağışıyla bir
faytonun intiharını sergileyen bir fikriye abla…
ve “cumhuriyette de
uyuyamayan” neyire hanım.
boğazı kesilen, intihar eden ve götünden kurşuna dizilen şairler,
deliler. piçler. soysuzlar. cibilliyetsizler. berduşlar lümpenler. her
zaman ipi kırmak isteyen oysa doğuştan ipsiz olanlar. bir dahaki hayatta
nehir yollarından dönecekler.. dönüş biletini yakanlar…
tüm dışarıdakiler yani üstü çizilmiş kişiler her anı tehlikede ve
tehlikeli olanlar hal ve gidişi sıfır olanlar ve tüm soldaki sıfırlar…
ve elbette kürt çiçekleri –ki “koparılmış kürt çiçekleri, hatırlayarak
amcalarını / azınlıkta oldukları bir okulda bile, sorarlar soru”
(ece ayhan,
bütün yort savul’lar)
ve dinar bandosu eşliğinde bilcümle karakamu ve
ille de nilgün marmara…
- 1931 datça doğumlu ece ayhan’ ı sıcak bir yaz günü kaybettik . 12 temmuz
2002’de izmir’de. tedavi görmekte olduğu eşrefpaşa belediye hastanesinde.
ölümü raporunda kalp yetmezliği olarak açıklanmıştır. ölümünden önce ise
12 mart 2002’den itibaren gürçeşme huzurevi’nde kalmıştı. ki huzurevine
yerleştirilmesinde şu an ikisi de hayatta olmayan dönemin başbakanı
bülent ecevit ve o tarihte izmir büyükşehir belediye başkanı olan ahmet
priştina’nın katkıları olmuştur. huzurevine girişi ile ölümü arasında
toplam üç aylık bir süre bulunmaktadır. bu sürenin çoğunu ise
huzurevindeki özel odası ile hastane arasında geçirmiştir.
izmir sanat merkezi önünde yapılan sade ve kısa bir törenden sonra
cenazesi kendi vasiyeti üzerine çanakkale’ye bağlı ecebat ilçesi yalova
köyünde -ki adına türküler yakılan annesi güzel ayşe’nin köyü- toprağa
verildi. cenaze namazı köylüleri tarafından kılındı. ece ayhan
sevenlerinin ve şiir severlerin omuzlarında mezarlığa kadar taşınarak
toprağa verildi. toprağa verilmeden önce kefeninin baş kısmı açıldı ve
yaşarken onunla tanışma şansı olmayanlar da ilk ve son kez gördüler ece
ayhan’ın yüzünü.
cenazesine izmir ve istanbul’dan bir grup şair, şiir severler ve yalova
köylüleri katıldı. mezarı başında şiirleri okundu. cenazesini ve gelen
çelenkleri şairler ve şiir severler; “meçhul öğrenci anıtı” şiirinin
yazılı olduğu karton panoyu ise köyün delisi taşımıştı…
cenaze törenine izmir’den aynı minibüsle gittiğimiz ve yolda tanıştığım
bir çiçekçi de katılmıştı. cenazeye çelenk getirmek için gelmiş ancak
askerliğini çanakkale’de yaptığından sadece oraları görmek için
katılmıştı. yani ece’nin tam istediği gibi “süsüne kaçılmamış bir cenaze
töreni”ydi.-
evet sevgili ece ayhan, sen gittin gideli biz hâlâ bir “insan toplumu”
olamadık. ve daha da iliklerimize kadar linç kültürüne bulandık. yani
“kötülük toplumu” olarak kalmaya devam. içeriler doldu taştı bizimle ve
dışarıda da çoğaldık. temsil edilmeyenler sokağın ve gecenin
emanetçileri, kara kamunun çocukları. kaydıkça kaydı kafamız ve bu arada
daha çok ve daha hızlı kafa yapan yeni maddeler keşfettik…
devletin de varlığı ve katkılarıyla öyle çok estetik ve seri cinayet
işleyenler olmasa da aramızda giderek bir suç toplumu olmayı başardık.…
ve hâlâ kilit vuramadılar sokaklara. ece ayhan sokak diye bir sokak var
çanakkale’de. ve fakat annen güzel ayşe'yle yaşadığınız yalova köyündeki
eviniz yıkıldı. bizim karaşın çocukların da katkılarıyla bir de kültür
merkezi kurdular çanakkale merkezde. ve adını da ece ayhan evi koydular. söyleşiler paneller
sergiler yapılıp filmler gösteriliyor .bir de bazı mektupların
kitaplaştı. bazı yerleri sansürlenerek de olsa.
bu arada mülkiyeden sınıf
arkadaşın ülkü başsoy senin ona yazdığın mektuplardan oluşan anacığım merhaba
adlı kitapta bir japon ağacına benzeterek dalları yerde kökleri gökyüzüne
yükselen bir ters sofora olarak ilan etti seni.
ters bir sofora olarak ece ayhan…bunlar iyi haberlerdir belki de...
bir de kötü haberim var. hani senin bir meşhur sözün vardı ya : şiirin
bir altın çağı adlı kitabında geçen : "beni en çok sinirlendiren, en
çok karşı olduğum, ölünceye kadar, toprağın altına girinceye kadar
karşı olacağım şey, iktidar kavramıdır."
dediğin halde bazı densizler ve bazı ece bilmezler ve senin deyiminle
söylersek bazı sosyal bürokratların bunu bile bile adına ödül koymaya
çalıştıklarını duyar olduk. ama nafile.
senin göremediğin görseydin şöyle derin bir nefes alabileceğin içinde
temsil edilmeyenlerin dışlanmışların sürekli kaybedenlerin mülksüzlerin
kara kamunun çocuklarının iktidarlarca yaralanmışların yaşamlarını,
bedenlerini, düşüncelerini, duygularını kuşatmaya tahakküm altına almaya
kalkan yaşam biçimlerimize saldıran iktidara karşı;
"aşk örgütlenmektir" diyerek sokaklara döküldüğü, tıpkı senin şiirindeki
gibi dilin raydan çıktığı, bedenlerin esridiği , politikanın imlasının
bozulduğu, öznelerin öznellikleriyle ve tekilleriyle var olduğu, şiirin
isyana isyanın şiire zuhur ettiği;
hayatın kağıdı aştığı, sokaklara taştığı, şiirin artık yazılan bir şey
değil yaşanan bir şey olduğu ;
psikolojinin toplumsal tepkilere ya da
insanların tekil eylemleriyle ilgili her durumun öğrenilmiş çaresizlikle
açıklanmaya çalıştığı günlerin karşısına deneyimlenmiş direnme
davranışını koyduğumuz o güzel günlerde bağ bozumunda dilin gezide ve her
yerde adını şiirlerini sokaklara yazan karaşın çocuklar var hâlâ. ve
dilden dile dolaşmakta şiirlerin.
ve bu arada kimsenin kimseye tahammülü de kalmadı. her ne kadar atımızdan
inerek sevişmenin ne kadar tehlikeli olduğunun farkında olsak da
atımızdan inmeden sevişmeye alışamadık hâlâ…
edebiyat çevreleri yine aynı arkamızı dönecek gibi değil. şairlerin yine
o bildik halleri. devletle kaşık kalıbı. ve hepsi de toplu fotoğrafa
girme telaşındalar...toplu fotoğrafa girmeyen mi? aslında yok değil…
peki yazılan şiirde iktidarla, iktidarlarla olan derinlemesine bir
çatışmanın örneklerine rastlamak pek mümkün görünmüyor mu…
aslında pek değil..
şairlerin elinde mi. şiirden başka bir şey yok hâlâ..…
şiir mi.. şiirin bir toplumda yeri olmayışı onun yeridir diyorsun
ya.değişen bir şey yok .
aynen öyle.. yersiz yurtsuz ... karaşın çocukların sürekli eylemi
hâlâ
şiir.
okurları soracak olursan. değişmedi. "her yakın zulmün küçük hisseli uzak ortağı" onlar..
tarihi mi… yine sarışınlar yazmada hem de karaşınlara değgin. sonrası
bildik hikaye…
yine kuşatma ve tahakküm ve yine sokaklarda ölü bulunan .gözlerinden
vurulan ve gözleri çıkarılan çocuklar.. yerlerde sürüklenen ve kıyıya vuran
vicdanlarımız…
ve nerede olursak olalım "saat kaç olursa olsun çocukların
ölüm şarkıları" çınlıyor kulaklarımızda . bitmek bilmez o sesler. gitmez
gözlerinizin önünden yüzleri ölü çocukların. eceayhankarası bir zamandır
yaşanan.
köşe başlarını tutan ehlileştirilenler ve ıslah edilenler korosuna
kötülük dayanışmasına karşı haklılığın inadıyla direnenler var
hâlâ. direnilir.
isyan etiği ve atonel müziğin şiiri…
sen yine de "aldırma. yaşam bu. çıkar yol başlangıçta da yoktu ki".
peki ece ayhan üzerine bi mektubun nerede başlayıp nerede biteceği belli
midir…
sanmam. tıpkı ece ayhan şiirinin nerede başlayıp nerede biteceğinin belli
olmadığı gibi…