Orada bulunan belki on kafa ve on çift göz gökyüzüne baktı. Evet, bir kuş
hızlı hızlı kanat çırparak uzaklaşıyordu. Güldüm, “ne çabuk unuttunuz
kuşların uçtuğunu” dedim, kendi kendime. Anneler çocuklarına gökyüzündeki
kuşu işaret ediyordu. Yazık, siz gökyüzünde uçan kuşları kaybettiniz
şimdi bir mucize gerçekleşmiş gibi havada yükselen bir kuş görünce
çocuklarınıza gösteriyorsunuz. Ne kadar da keyif alırdınız bir zamanlar,
düğünlerinizde, kutlamalarınızda havai fişekleri gökyüzüne umarsızca
fırlatırken. Büyük avcılar değil miydiniz, omzunuza geçirdiğiniz av
tüfeği ile onları katlederken? Bunlar hep zevkleriniz, hobilerinizdi.
Peki ya o gökdelen dediğiniz çok katlı binaları dikip bir de elektriğin
nimetinden yararlanıp tepelerini diskotek gibi parlattığınızda hangi
egonuzu tatmin ediyordunuz? Yakında gökyüzünde parlayan yıldızlar da
sönecek o müthiş egonuz yüzünden. O zaman çocuklarınıza göstereceğiniz
bir ay kalacak, o da belli belirsiz. Ay dedeniz de sizi terk edecek. Mega
şehirlerin, mega ışıklarından gökyüzündeki yıldızları göremez olduk.
Göçmen kuşlar yönlerini şaşırdılar göçemiyorlar, üreyemiyorlar. Ama siz
hâlâ ürüyorsunuz, her şeye rağmen! Kimin kiminle ne için savaştığını
bilmediğiniz savaşlara girdiniz, masallar okuduğunuz çocuklarınızı
öldürdünüz. Onu bile sorgulamadınız. Neden? Niçin? Yaşamak için var
edilmiş bir dünyada yaşamaktan mı korkuyorsunuz?
- Anne o kuş uçması için şarj mı ediliyor? Telefonlar gibi...
- Hayır canım, hani masal kitabında görmüştük ya! Renkli renkli kuşlar ve
onların kanatlarını. İşte o kanatları ile uçuyorlar.
Dinlemeye devam etsem, çocuğun arka arkaya gelen sorularıyla iyice canım
sıkılacaktı. Oradan uzaklaştım. Az ileride en az yüz elli kişiden oluşan
bir kuyruk güneşin altında uzayıp gidiyordu. Çoğunluğu orta yaş ve üstü
insanlardı. Bu insanlar şimdi kendilerine yeni bir dünya yaratma
peşindeydiler. Her geçen gün kuyruk çeşidi ve sayısı artıyor ve insanlar
bir kuyruktan bir kuyruğa koşuyorlardı. En kısa kuyruk az önce gördüğüm
gibi en az yüz, yüz elli kişiden oluşuyordu. Bazıları sokaklar boyunca
uzayıp gidiyordu. İnsanların günlük yaşantıları değişmiş, işlerin
nitelikleri değişmiş, para sıradan insanlar arasında önemini yitirmiş.
Daha az acıkan, daha az üreten, daha çok hayal kuran bir nesil oluşmuştu.
Hayallerin pirim yaptığı dünyada az önceki kuyrukların oluşmasını
sağlayan yeni işler türemişti.
Gün yine yirmi dört saat, bir yıl yine üç yüz altmış beş gün altı saatti.
Ancak güneş dünyayı daha uzun süre aydınlatıyor ve ısıtıyor, geceler ise
daha kısalmış üç dört saat sürer olmuştu. İnsanlar her zamanki gibi
değişen sistem içerisinde evrimleşerek kendi dünyalarını sürdürmeye devam
ediyorlardı.
Güneş tepeden vuruyordu. Sıcağın ve gün ışığının en etkili saatinde dünya
sessizliğe büründüğü saatlerini yaşıyordu. Motorlu taşıtlar kullanımdan
kalktığı için korna sesi ve egzoz kirliliği de kalmamıştı. Geçmişi
düşündüğümde bunlar iyi şeylerdi. En iyisi de insanoğlunun petrole
bağımlılığının kalmamasıydı. Bir gecede dünyadaki tüm petrol yatakları
sertleşerek siyah kayaçlara dönüşmüştü. Belki de yaratıcının işiydi,
insanların dünyayı petrol uğruna yok etmelerini istememişti.
Şapkamın içindeki başım terlemişti. İlerideki parka yöneldim. Gölgede
kalan bütün banklar dolmuştu. Banklardaki insanlar ya hafif şekerleme
yapıyor ya da yanındakiyle sohbet ediyordu. Hepsinin yüzünde de
bezginlik, mutsuzluk vardı. Gözlerine baktığınızda koyu karanlık bir
delikten başka bir şey görmek mümkün değildi. Bu nedenle uzun zamandır
insanlarla göz göze gelmemeye gayret ediyordum. İnsanın varlığı
gözlerinden belli olur. Şimdi o gözlerde varlığın yok olduğunu görmek,
tanık olmak acıtıcı bir durumdu. Belki benim gözlerimde de koyu
derinlikler oluşuyordu ama kendimi sürekli düşünmeye zorluyordum. Ne
kadar geç var olmayı kaybedersem o kadar insan olmanın gereğini yerine
getirecektim. Biraz ileride, gölgede kalan duvarın üzerinde oturan
gençleri gördüm. Yanlarında benim oturabileceğim kadar bir yer vardı.
Oraya doğru yürüdüm.
Gölge iyi gelmişti. Biraz olsun güneşin yakıcı etkisinden kurtuldum.
Gençler birbirleriyle şakalaşıyorlardı. Bir süre onları izledim. Kaygı
yok, korku yok, sadece eğlenmek, hayatı gönüllerince yaşamak vardı. Öyle
derinlemesine düşündükleri bir konu da yoktu. İçi boş çıkan yemişler
gibiydiler. “Çok mu haksızlık ediyorum. Kendin farklı mıydın?” dedim,
kendime. Genç olmak, unuturken yaşamak değil midir. Kafanızın içinde
kendi dünyanızın temellerini atan işçiler son hızla çalışırken, bedeniniz
beyninizin çalışmalarını unutur, farklı bir dili konuşmaz mı? Geçmişi ve
nedenlerini unutup hedeflerinize doğru hızla sürüklenirsiniz. Yaşamın
içinde unutmaktan beslenirsiniz. Ne zaman ki, gençlik alır başını gider,
unuttuklarınızı anımsamaya başlarsınız, o zaman geri beslenme döneminiz
başlar. Ya hayatı olduğu gibi kabul eder ya da anılarınızın içinde
keşkelerle yaşarsınız. Gülümsedim,
- Bak amca da bize katılıyor. Öyle değil mi bey amca?
Ne diyeceğimi şaşırdım. Ne konuşuyorlardı ki? Onları dinlemiyor, onları
düşünüyordum. Geleceğin onlara neler getireceğini şu anda farkında
olmadıkları, beyin hücrelerinin nasıl çalıştığını düşünüyordum.
- Ne gibi?
- Yapma amca ya, sen şimdi gülüyordun. Bizi onaylamak değil miydi bu? Ya da
bize sen söyle, haklı mıyız değil miyiz?
- Konuyu bilmiyorum. Söylerseniz ben de fikrimi söylerim.
- Şimdi bizim bu arkadaşlar (eliyle duvarın üzerinde oturan üç arkadaşını
göstererek) “Keşke” kuyruğunda işimiz olmaz, diyorlar. Biz daha keşkelere
başlayacak kadar yaşlanmadık, diyorlar. Biz de, (yanındaki dört
arkadaşını göstererek) “Olmaz mı, belki farklı bir ülkede farklı anne
babalardan dünyaya gelmiş olurduk ya da başka okulları okuyor olurduk. En
önemlisi de geçen gün gördüğümüz kızlar ile çıkıyor olabilirdik”,
diyoruz.
Henüz ne diyeceğimi düşünürken, gençler kahkaha ile gülüp bir yandan da
karşıt fikirlerini havada uçuşturuyorlardı. En iyisi soru sorayım, dedim.
- “Keşke” kuyruğu da mı varmış?
- Ooo amca ya senin hiç bir şeyden haberin yok! “Keşke, Zamanı Geri Alma,
Lider Olma, Hayata Yeniden Başlama,” gibi bir sürü kuyruk var.
- Ne işe yarayacakmış onlar?
- Bak şimdi amca, sen diyelim ki “Zamanı Geri Alma” sırasına girdin. Sıran
gelince bir form var onu doldurup içeri giriyorsun. İstediğin bir yıldan
hayatına başlayabiliyorsun ve bir anını yaşıyorsun.
- Diyelim ki ben o kuyruğa girdim ve işlemlerimi yapıp istediğim ana
döndüm ve o anı yaşadım. Neyi değiştirecek bu? Ölmesini istemediğim bir
insanın ölüm sebebini bildiğimden onun yaşamasını sağlayacak tedbirleri
alacağım. Böylelikle onun daha uzun yaşamasını sağlamış olacağım. Bu
benim için iyi bir şey olurken, belki uzun yaşamak onun için iyi
olmayacak. Ya da yapmak isteyip o yıllarda yapamadığım işi yapınca ben
mutlu olacağım yaptığım işten dolayı, birçok kişi mutsuz olacak.
Unuttuğunuz bir şey var gençler! Hayat olması gerektiği gibi yaşanır,
hayatlar ve olaylar bir zincirin halkaları gibidir. Her gerçekleşmesini
istediğimiz dilek güzel sonuçlar doğurmayabilir. Bu kandırmaca düzenine
aldanmayın ve onun bir parçası olmayın. Eğer yapabiliyorsanız, az önce
gökte bir kuş uçuyordu ve bir çocuk ona merakla bakıyordu; o çocuğu mutlu
edin, o kuşların çoğalmasını sağlayın. Yoksa daha çok şeyler kaybederek
yaşadığınız dünya hayal kuyruklarının açıldığı hiç kapılarına dönüşür.
Hiç olmak ister misiniz?
Söylediklerimi anladılar mı bilemiyorum. Sadece birbirlerine
bakıyorlardı. Bir tanesi de kafasını gökyüzüne kaldırmış kuş arıyordu.
Yeteri kadar serinlemiştim. Gençlerin kafalarını da karıştırmaya hakkım
yoktu. İyi günler dileyip yanlarından ayrıldım. Arkamdan seslerini
duydum.
- Amca doğruyu söylüyor, dedi biri. Bir diğeri itiraz etti,
- Kafayı yemiş o! Boş versene. Kuyruğa girip de mutsuz olanı gördün mü?
-.......
Dünyayı kendi seyrine bırakmaktan başka bir şey elimden gelmezdi.
Gölgeleri geride bıraktım ve güneşin altında uzayıp giden kuyrukların
yanından geçtim.