ÖYKÜ

Şeyda Gökoğlu  







HİÇ İÇİN


-Aaaa bak kuş uçuyor!

Orada bulunan belki on kafa ve on çift göz gökyüzüne baktı. Evet, bir kuş hızlı hızlı kanat çırparak uzaklaşıyordu. Güldüm, “ne çabuk unuttunuz kuşların uçtuğunu” dedim, kendi kendime. Anneler çocuklarına gökyüzündeki kuşu işaret ediyordu. Yazık, siz gökyüzünde uçan kuşları kaybettiniz şimdi bir mucize gerçekleşmiş gibi havada yükselen bir kuş görünce çocuklarınıza gösteriyorsunuz. Ne kadar da keyif alırdınız bir zamanlar, düğünlerinizde, kutlamalarınızda havai fişekleri gökyüzüne umarsızca fırlatırken. Büyük avcılar değil miydiniz, omzunuza geçirdiğiniz av tüfeği ile onları katlederken? Bunlar hep zevkleriniz, hobilerinizdi. Peki ya o gökdelen dediğiniz çok katlı binaları dikip bir de elektriğin nimetinden yararlanıp tepelerini diskotek gibi parlattığınızda hangi egonuzu tatmin ediyordunuz? Yakında gökyüzünde parlayan yıldızlar da sönecek o müthiş egonuz yüzünden. O zaman çocuklarınıza göstereceğiniz bir ay kalacak, o da belli belirsiz. Ay dedeniz de sizi terk edecek. Mega şehirlerin, mega ışıklarından gökyüzündeki yıldızları göremez olduk. Göçmen kuşlar yönlerini şaşırdılar göçemiyorlar, üreyemiyorlar. Ama siz hâlâ ürüyorsunuz, her şeye rağmen! Kimin kiminle ne için savaştığını bilmediğiniz savaşlara girdiniz, masallar okuduğunuz çocuklarınızı öldürdünüz. Onu bile sorgulamadınız. Neden? Niçin? Yaşamak için var edilmiş bir dünyada yaşamaktan mı korkuyorsunuz?

- Anne o kuş uçması için şarj mı ediliyor? Telefonlar gibi...

- Hayır canım, hani masal kitabında görmüştük ya! Renkli renkli kuşlar ve onların kanatlarını. İşte o kanatları ile uçuyorlar.

Dinlemeye devam etsem, çocuğun arka arkaya gelen sorularıyla iyice canım sıkılacaktı. Oradan uzaklaştım. Az ileride en az yüz elli kişiden oluşan bir kuyruk güneşin altında uzayıp gidiyordu. Çoğunluğu orta yaş ve üstü insanlardı. Bu insanlar şimdi kendilerine yeni bir dünya yaratma peşindeydiler. Her geçen gün kuyruk çeşidi ve sayısı artıyor ve insanlar bir kuyruktan bir kuyruğa koşuyorlardı. En kısa kuyruk az önce gördüğüm gibi en az yüz, yüz elli kişiden oluşuyordu. Bazıları sokaklar boyunca uzayıp gidiyordu. İnsanların günlük yaşantıları değişmiş, işlerin nitelikleri değişmiş, para sıradan insanlar arasında önemini yitirmiş. Daha az acıkan, daha az üreten, daha çok hayal kuran bir nesil oluşmuştu. Hayallerin pirim yaptığı dünyada az önceki kuyrukların oluşmasını sağlayan yeni işler türemişti.

Gün yine yirmi dört saat, bir yıl yine üç yüz altmış beş gün altı saatti. Ancak güneş dünyayı daha uzun süre aydınlatıyor ve ısıtıyor, geceler ise daha kısalmış üç dört saat sürer olmuştu. İnsanlar her zamanki gibi değişen sistem içerisinde evrimleşerek kendi dünyalarını sürdürmeye devam ediyorlardı.

Güneş tepeden vuruyordu. Sıcağın ve gün ışığının en etkili saatinde dünya sessizliğe büründüğü saatlerini yaşıyordu. Motorlu taşıtlar kullanımdan kalktığı için korna sesi ve egzoz kirliliği de kalmamıştı. Geçmişi düşündüğümde bunlar iyi şeylerdi. En iyisi de insanoğlunun petrole bağımlılığının kalmamasıydı. Bir gecede dünyadaki tüm petrol yatakları sertleşerek siyah kayaçlara dönüşmüştü. Belki de yaratıcının işiydi, insanların dünyayı petrol uğruna yok etmelerini istememişti.

Şapkamın içindeki başım terlemişti. İlerideki parka yöneldim. Gölgede kalan bütün banklar dolmuştu. Banklardaki insanlar ya hafif şekerleme yapıyor ya da yanındakiyle sohbet ediyordu. Hepsinin yüzünde de bezginlik, mutsuzluk vardı. Gözlerine baktığınızda koyu karanlık bir delikten başka bir şey görmek mümkün değildi. Bu nedenle uzun zamandır insanlarla göz göze gelmemeye gayret ediyordum. İnsanın varlığı gözlerinden belli olur. Şimdi o gözlerde varlığın yok olduğunu görmek, tanık olmak acıtıcı bir durumdu. Belki benim gözlerimde de koyu derinlikler oluşuyordu ama kendimi sürekli düşünmeye zorluyordum. Ne kadar geç var olmayı kaybedersem o kadar insan olmanın gereğini yerine getirecektim. Biraz ileride, gölgede kalan duvarın üzerinde oturan gençleri gördüm. Yanlarında benim oturabileceğim kadar bir yer vardı. Oraya doğru yürüdüm.

Gölge iyi gelmişti. Biraz olsun güneşin yakıcı etkisinden kurtuldum. Gençler birbirleriyle şakalaşıyorlardı. Bir süre onları izledim. Kaygı yok, korku yok, sadece eğlenmek, hayatı gönüllerince yaşamak vardı. Öyle derinlemesine düşündükleri bir konu da yoktu. İçi boş çıkan yemişler gibiydiler. “Çok mu haksızlık ediyorum. Kendin farklı mıydın?” dedim, kendime. Genç olmak, unuturken yaşamak değil midir. Kafanızın içinde kendi dünyanızın temellerini atan işçiler son hızla çalışırken, bedeniniz beyninizin çalışmalarını unutur, farklı bir dili konuşmaz mı? Geçmişi ve nedenlerini unutup hedeflerinize doğru hızla sürüklenirsiniz. Yaşamın içinde unutmaktan beslenirsiniz. Ne zaman ki, gençlik alır başını gider, unuttuklarınızı anımsamaya başlarsınız, o zaman geri beslenme döneminiz başlar. Ya hayatı olduğu gibi kabul eder ya da anılarınızın içinde keşkelerle yaşarsınız. Gülümsedim,

- Bak amca da bize katılıyor. Öyle değil mi bey amca?

Ne diyeceğimi şaşırdım. Ne konuşuyorlardı ki? Onları dinlemiyor, onları düşünüyordum. Geleceğin onlara neler getireceğini şu anda farkında olmadıkları, beyin hücrelerinin nasıl çalıştığını düşünüyordum.

- Ne gibi?

- Yapma amca ya, sen şimdi gülüyordun. Bizi onaylamak değil miydi bu? Ya da bize sen söyle, haklı mıyız değil miyiz?

- Konuyu bilmiyorum. Söylerseniz ben de fikrimi söylerim.

- Şimdi bizim bu arkadaşlar (eliyle duvarın üzerinde oturan üç arkadaşını göstererek) “Keşke” kuyruğunda işimiz olmaz, diyorlar. Biz daha keşkelere başlayacak kadar yaşlanmadık, diyorlar. Biz de, (yanındaki dört arkadaşını göstererek) “Olmaz mı, belki farklı bir ülkede farklı anne babalardan dünyaya gelmiş olurduk ya da başka okulları okuyor olurduk. En önemlisi de geçen gün gördüğümüz kızlar ile çıkıyor olabilirdik”, diyoruz.

Henüz ne diyeceğimi düşünürken, gençler kahkaha ile gülüp bir yandan da karşıt fikirlerini havada uçuşturuyorlardı. En iyisi soru sorayım, dedim.

- “Keşke” kuyruğu da mı varmış?

- Ooo amca ya senin hiç bir şeyden haberin yok! “Keşke, Zamanı Geri Alma, Lider Olma, Hayata Yeniden Başlama,” gibi bir sürü kuyruk var.

- Ne işe yarayacakmış onlar?

- Bak şimdi amca, sen diyelim ki “Zamanı Geri Alma” sırasına girdin. Sıran gelince bir form var onu doldurup içeri giriyorsun. İstediğin bir yıldan hayatına başlayabiliyorsun ve bir anını yaşıyorsun.

- Diyelim ki ben o kuyruğa girdim ve işlemlerimi yapıp istediğim ana döndüm ve o anı yaşadım. Neyi değiştirecek bu? Ölmesini istemediğim bir insanın ölüm sebebini bildiğimden onun yaşamasını sağlayacak tedbirleri alacağım. Böylelikle onun daha uzun yaşamasını sağlamış olacağım. Bu benim için iyi bir şey olurken, belki uzun yaşamak onun için iyi olmayacak. Ya da yapmak isteyip o yıllarda yapamadığım işi yapınca ben mutlu olacağım yaptığım işten dolayı, birçok kişi mutsuz olacak. Unuttuğunuz bir şey var gençler! Hayat olması gerektiği gibi yaşanır, hayatlar ve olaylar bir zincirin halkaları gibidir. Her gerçekleşmesini istediğimiz dilek güzel sonuçlar doğurmayabilir. Bu kandırmaca düzenine aldanmayın ve onun bir parçası olmayın. Eğer yapabiliyorsanız, az önce gökte bir kuş uçuyordu ve bir çocuk ona merakla bakıyordu; o çocuğu mutlu edin, o kuşların çoğalmasını sağlayın. Yoksa daha çok şeyler kaybederek yaşadığınız dünya hayal kuyruklarının açıldığı hiç kapılarına dönüşür. Hiç olmak ister misiniz?

Söylediklerimi anladılar mı bilemiyorum. Sadece birbirlerine bakıyorlardı. Bir tanesi de kafasını gökyüzüne kaldırmış kuş arıyordu. Yeteri kadar serinlemiştim. Gençlerin kafalarını da karıştırmaya hakkım yoktu. İyi günler dileyip yanlarından ayrıldım. Arkamdan seslerini duydum.

- Amca doğruyu söylüyor, dedi biri. Bir diğeri itiraz etti,

- Kafayı yemiş o! Boş versene. Kuyruğa girip de mutsuz olanı gördün mü?

-.......

Dünyayı kendi seyrine bırakmaktan başka bir şey elimden gelmezdi. Gölgeleri geride bıraktım ve güneşin altında uzayıp giden kuyrukların yanından geçtim.

Hiç için yaşıyoruz!

Gülümsedim.

                                                                          
dizin    üst    geri    ileri  

 



 29 

 SÜJE  /  Şeyda Gökoğlu  /  yirmi beş mayıs iki bin on altı   / 16