Asuman Susam’ın Can Yayınları’ndan yayımlanan Kemik İnadı adlı şiir kitabı,
okuyucuyu şairin yaratıcı bilinciyle iletişim kurmaya davet eden, etik ve
hakikatle yüzleşen, kendi hakikatini kuran,teselliyi, arınmayı, umudu
arayan şiirlerden oluşuyor. Çağa, yaşadıklarına, hayretle tanıklık eden,
zihnine hapsolmuş yalnız bireyin, şiire dökülen dünyasına adım atıyoruz
Kemik İnadı’nda.
Asuman Susam, İzmir doğumlu, EÜ Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü’nü bitirdi. Aynı üniversitenin İletişim Fakültesi Radyo Televizyon
Sinema Anabilim Dalı’nda yüksek lisansını tamamladı. İlk şiiri 1989’da
Milliyet Sanat dergisinde ve o yılın Genç Şairler Antolojisi’nde
yayımlandı. O günden beri şiirleri, edebiyata dair eleştiri ve
denemeleri, sinema yazıları çeşitli dergilerde yer almaktadır. Bir Unutuş
Olsun (1995), İhtimal Ki Aşk (2001),Susunca Sen (2008),
Dil Mağarası
(2012) adlı şiir kitapları ve 99 Beyit: Divan Şiirinden Seçmeler ve
Çözümlemeleri (Melike Koçak, Makbule Aras ‘la birlikte) (2008), Yangın
Yıllarından Nida’ya Ahmet Telli Şiiri (2010), Toplumsal Bellek ve
Belgesel Sinema (2015) incelemeleri yayımlandı.
Asuman Susam’la beşinci şiir kitabı olan Kemik İnadı üzerine konuştuk.
[ Çiğdem Baydar ] Kemik İnadı’nı oluşturan şiirler, başka dünyalara inanmamızı olanaklı
kılan, evrene, varlığa, içe bu dünyanın normlarıyla örülmeyen, başka bir
göz gerektiren, bunu dile getiren, buna aracılık eden şiirler. “İnat”
dünyamızın yok saydığı varlığın, var olma inadı mı?
[ Asuman Susam ] Sanırım evet. Benim niyetim buydu. Ama biliyoruz ki metinler yazanın
niyetini hep ve doğal olarak aşar. Bundan daha fazlası ve daha başkası da
geçebilir bu şiirlerden okuyanlara. Ama benim temel sorunum toplumsal ve
bireysel inşa süreçleriyle kurgulanmış bir dünyanın duvarlarını
aşındırmak ve ötesinde kalana, unutulmuşa, dışarıda bırakılmışa bakmaya
çalışmaktı. Bireysel derdim, eksik arzum kökensel olan, ilksel olana
doğru bir yolculuğun sınır boylarında, iç yolculuğumda kendimi görmek.
Toplumsal olana attığım ilmekler de kuşatıldığımız her alan ve yerde
hatırayı, ahde vefayı hatırlayarak yüzümüzü birbirimize dönmekle
ilişkili. Var olmanın bendeki içerlikli dışarlıklı inadı biraz böyle bir
şey.
[ Çiğdem Baydar ] Kemik İnadı içinde bulunduğu ülkeyi ve çağı kavrayan ve yansıtan
şiirlerden oluşuyor. Ülkemizde ve dünyada özlediğimiz ilerlemeci
adımların bir türlü atılamaması, savaşa tanıklığın tahribatı, günlük
hayattaki anlam kaybı, dünyanın yavaş yavaş kendini siliyor olması… Bütün
bu ‘şiirsizlik’ gündeminde bocalayan okur ile buluşan Kemik İnadı için,
bu çaresizliğe bir ağıt diyebilir miyiz?
[ Asuman Susam ] Ağır bir yas kederi taşıdığı söylenebilir belki. Ama umutsuzluğun
içindeki umut gibi… Karanlık bir nihilizm taşımıyor bu şiirler. Ben
aslında bu ilerlemecilik savsatalarıyla kurulan oyunu pagan, metafizik
hissedişlerle, şarkıyı, kalbi, hatırayı hatırlayarak yıkalım derdindeyim.
O nedenle daha helezonik bir zaman ve oluş algısıyla şeylerle, kendimle
ve toplumla ilişki kurmaya çalıştım. Çalışıyorum.
[ Çiğdem Baydar ] Ruhu ve kalbi anlamak isteyen, ben’i ve öteki’ni anlamak isteyen, iç
dünya’yı ve dış dünyayı anlamak isteyen şiirleriniz, bu minval üzerinde
gezinenlerin yüreğine “serin sular serpti” dediğimiz etkiyi bıraktı. Şiir
okumamızın nedeni, tanrı/şair aracılığıyla anlaşıldığımızı hissetme
ihtiyacımız mıdır?
[ Asuman Susam ] Aslına bakılırsa o tanrı-şair, kendini merkezde konumlamış şair dönemi
uzun zaman önce kapandı. Söylem pratiklerimiz ve yaşadığımız zamanlar
parçalı özneliklerin köksaplar halinde akmasıyla gündeliği oluşturuyor.
Şair bu olmalardan muaf değil. Kendini tanrı-şair olarak kurgulayan
şairin bugün ancak parodisiyle karşılaşılabilir. Ama şiirde hem yazarak
hem okuyarak ısrarın nedeni ‘dünya ağrısı’na ancak onunla dayanabiliyor
olmak. Bu sezgi açıklığı ve bu bilinç derinliği olanların mecrası şiir.
Bu gayret ve çaba buluşturuyor bizi şiirle. Onarılamayacak bir dünyada
bulunuyor oluş, ölüm gibi trajik bir yazgı, eksik arzunun tamamlanmasının
imkansızlığı… Bu ağırlık ancak şiirin sularında hafifleyebilir.
[ Çiğdem Baydar ] Şiir, sizin için sözcükler aracılığıyla, dünyanın anlam yoksunluğu ile
başa çıkmanın yolu mu?Umuda erişmenin bir yolu mu? Şiir şairin savunusu
mudur? Sizin şiirleriniz için de bu çaresizliğin içindeki ümit var
nüvelerin, çıkış yollarının, kaçış çizgilerinin irdelenmesi diyebilir
miyiz?
[ Asuman Susam ] Şiiri bir savunma alanı olarak görmüyorum. Anlam yaratma derdi büyük
iddia olur. Okuyarak ve yazarak ben hiç tamamlanmayacak eksikliğimizle
kendimizi olduğu gibi kavramanın derdindeyim sanırım. Bu nedenle kaçış
çizgileri, aşındırma denemeleri, oyunu bozma çabaları ile dışarıda
kalayım, dışarı çıkalım istiyorum şiirle. Tarih dışılıkla tarihselliğin
sancılı gerilimi. Yas ve keder varsa bunun için var bu şiirlerde.
[ Çiğdem Baydar ] Şiirleriniz okuyucuyu, savaş ve barış, hareket tutkusu, yaşam ve ölüm
ekonomisiyle olan ilişkimiz gibi kavramlarla yüzleştiriyor. Şiirin
başarısı, görünmez kitlelerin ortak sesi olmasına mı bağlı? “Şair her
zaman bizim çağdaşımızdır” diyen Virginia Woolf şiirin ve şairin
geçişsizliğine, zamansızlığına, tüm zamanların ortak sesi olmasına işaret
ediyordu şüphesiz. Şairi ‘zamansız’ kılan, onu bir çeşit kahin yapan, -en
çok- hakikatin yanında yer alması mıdır?
[
Asuman Susam ] Bence bu dünyanın, yaşadığımız bu dış zamanın bize çok acıtarak
öğrettiği şey o sürekli aradığımız hakikati hiç bulamayacak oluşumuz
bilgisidir. Kehanetse kehanet budur. Şairi kahinliğe yaklaştıran da onu
buradan uzaklaştıran da budur. Şiir bu paradoksla var. Şiir sanatların
hem en kolektifi hem en otobiyografik olanı. Bir şair binlerce yılın şiir
seslerini duyarak onların içinden ve onlarla beraber bir ses arar
kendine. Hakikati hakikatin diliyle kurmanın imkansızlığının bilgisiyle
hep mağlup olduğunu/olacağını bilerek yazar, sözünü arar. Bu devri daim
de kurulan her söz bir gün yıkılacağını bilmeli, ama bundan korkmamalı.
Söz yıkılır ama ses kaybolmaz. Şiirin gücü buradadır. Retorikte değil
sesin kadim gücünde. Şiir yeryüzünün kara kutusu olarak o kolektif
bilgiyi taşır. O hiç kaybolmaz.
[ Çiğdem Baydar ] Kemik İnadı
koleklif bilince bir sesleniş gibi. Hem geçmeyen bir
geçmişin (Derida) yarasını, hem de gelmeyen bir geleceğin özlemini
barındırıyor. Tam da bunun şimdisindeki, şimdiki zaman hisleri gibi…
Görmenin o derin anlamını kazanıyoruz şiir sayesinde, şairler bize
yitirdiğimiz dünyayı mı gösteriyor?
[ Asuman Susam ] Tüm şairler için konuşamam. Ama benim
Kemik İnadı’ndaki derdimi,
alıntınız çok güzel özetliyor. Bu kitap dışında da bellek çalışmam,
bellekle ilgili takıntım büyük ölçüde şiir yüzünden ve onun sayesinde.
Evet o görmenin derin anlamı… şeylerin ötesine geçme, içini görme arzusu…
ya da M. Pounty’nin dediği dünyayı bir ten gibi, ten olarak giyinme… tüm
bu gayret yitirdiğimizle ilgili de olabilir, hiç bizim olmamış olanın
arzulu aranışı da…
[ Çiğdem Baydar ] “Güzel bir şiir çok eskilerde kalmış bir acıyı affettirir bize” der, Gaston Bachelard “Düşlemenin Poetikası” adlı kitabında. Neden şiir
seviyoruz, şiir bize neden ‘iyi’ gelir? Geçmişimizdeki acıyla yüzleştirir
mi şiir? Böyle bir misyonu var mı şiirin?
[ Asuman Susam ] Şiir elbette şifa için ve şifa olsun diye yazılmaz. Ama şiirle kurulan
derin ilişkinin sağıltıcı, içgörü kazandırıcı meditatif bir yanı olduğunu
düşünüyorum. Şiir bedenle yazılan bir şey. Sözcükler anlamdan çok sestir.
Ritimdir. Metaforları, imgeleri oluşturan sözcüklerin anlam değerleriymiş
gibi görünür ya bir şiir levh-i mahvuzun doldurulması gibi bir dünya, bir
mit, kozmos oluşturur bize. Oluş kendiliğindenlik taşır. Sanat kendinde
zenginliktir. İşlevsellik taşımaz. Ona yüklediğimiz işlevler dolaylı
olarak ondan yararlanma biçimlerimizle ilgilidir.
[ Çiğdem Baydar ] Şiirlerinizde anlamın kaynağı, özne’nin ben ve öteki ile kurduğu
ilişki, öznenin kamusal alanla kurduğu ilişki, kaos ve dünya, umut ve
isyan var. Bunca zengin bir dokuma olması, yaratıcısının da zengin bir
beslenme düzeneği olduğuna işaret ediyor. Şair içindeki tözden mi
beslenir? Sizin şiirlerinizdeki gerçek dışı bellek nereden besleniyor?
Hakikatin sadık imgesi mi? Düş uykusunun armağanları mı? Çocukluğunuzun
sürprizli belleği mi? Şiirlerinizin beslendiği kaynak daha çok neresi?"
[ Asuman Susam ] Bambaşka, kendine özgü bir kaynak değil benimki de. Hayat… Hayatla
ilişkili her şey. Şiirimi başka kılan kaynağın farklılığı değil o
kaynakla kurduğum ilişkinin biçimi, niteliği. Varlıkla, varoluşla nasıl
ilişkilendiğinize göre söyleminiz oluşuyor, değişiyor, yıkılıyor.
Şeylerle kurduğumuz ilişki, dünya ile iletişim biçimimiz, anımız,
şimdimiz hep geçmişe attığımız çengellerle kendini yeniden ve sürekli
inşa ediyor. Ve şiir kuşkusuz metafizik bir açıklık, ama elbette fizikten
bağımsız değil.