ÖYKÜ

Cem Nalbant   







kadavra


uyuyor, uyanıyor, uyandığının farkına varabilmek için açıyor gözlerini, odanın karanlığının merkezinde duruyor, kapalı göze ait karanlıkla, açık göze ait karanlığın birbirinden bu derece ayırt edilebiliyor olmasına şaşırıyor. yeniden uyumak istiyor ama perdenin arkasında bir şey mi var? merakın ayak numarası uykunun ayak numarasından büyük, eziyor geçiyor uykuyu, kalkıyor yataktan, açıyor perdeyi, odanın karanlığı ile dışarının karanlığının da birbirinden bu derece farklı oluşuna şaşırıyor, bu gece uyku karanlıkların karanlıklardan farkına uyandırdı onu... sandalyeyi çekiyor pencere kenarına, bir süre bakıyor karanlığın merkezinden karanlığın dışarılığına, yavaş yavaş yaslıyor kafasını cama, yeniden dalıyor uykuya.

kemik sesinin sertliğiyle uyanıyor, alt kattaki kasabın sabah mesaisi başlamış, belli. sandalyeden kalkıyor, elini, yüzünü yıkıyor, lenslerini takmakla uğraşamayacak, gözlüklerini takıyor gözüne, terliklerini giymediğine pişman oluyor, yüzünü yıkarken yere damlayan suyun ayağının altını ıslatması onu o kadar geriyor ki, sinirden ne yapacağını şaşırıyor, bugüne uyanmak zorunda olmasaydı bu siniri geçireceği tek şey yeniden yatağa uzanıp kısa bir uykuya dalmak olurdu ama maalesef, bugün, bugüne uyanmak zorunda, uyanıyor. en ütülü gibi görünen pantolonla, en ütülü gibi görünen gömleği üzerine giyinip siyah renkli tek çift ayakkabısını ayağına geçirip çıkıyor dışarı.

gerisin geri dönüyor, sinirle kapıyı açıyor, kapının kenarına bıraktığı emanet poşetini alıp yeniden kapatıyor kapıyı (tahta), merdivenler, dış kapı (demir) ve sokak, nihayet sokak, serin.

bakkalın rüyası, üzerine köşedeki gazete kulübesi, demirden yol tabelaları, kırık köşeli kaldırımlar, sıra sıra dizilmiş otomobiller ( kimisinin camları buğulu, yoldan yeni gelmiş, gecenin giyiniklerine selam olsun), kendi arabasının soğuk rengi, soğuk koltukları, soğuk direksiyonu, bütün bunların üzerine kontak ve motorun sesi, makinenin sıcaklığı, her şeyin makineden sonra ısınıyor olması, dişlerinin bir türlü ısınamaması. takır takır takır...

akıp giden görüntülerin uyanışa eşlik edişi, devir değiştikçe vites de değişiyor, devirin artmasının verdiği haz, dalıyor gidiyor, motorun sesi, sokağın sesi ve en çirkin haliyle insanlık radyoda sabah haberlerinde. sol eli direksiyonun üzerinde, sağ eli sol gözünün burun boğumuyla bitişik dip kısmından zorlukla bulduğu çapak parçasını alıyor, yuvarlıyor yuvarlıyor, sıkıyor, çapağın sertliği onu şaşırtıyor, parmaklarının ucu acıyor, nasırlarını zedeleyen bir çapak parçası, atıyor, eli hafifliyor, rahatlıyor. arabanın ön camı buharlanıyor, müdahale etmezse dışarıyı görmesi zorlaşacak, kirli bir bez alıyor, siliyor, tamam şimdi normale döndü görüntü, kapı penceresini hafif aralıyor, ısı dengelensin, buharlanmasın ön cam.

emanet poşetini düşünüyor, arka koltuğa bırakmıştı, kapkara bir poşet, şu petrol artıklarından yapılan, pis kokulu, pis kokusunu ele bulaştırmayı seven siyah bir poşet, tekelcilerin ve pazarcıların vazgeçilmezi. kendi elinin kirini düşünüyor, yapışkan, kurtulunamaz olan o kir, "elinin kiri" deyimini düşünüyor, kendi kirinden ne kadar farklı, sert bir fren hamlesi, içten edilen küfür, yayalar ile şoförlerin amansız savaşı, yayanın şoför, şoförün yaya oluşu arasında geçen kısacık sürede dönekleşen saflaşmalar, yeniden devir, yeniden motorun sesinin belirginleşmesi, aynılaştıkça farkındalığı yitirilen sesin yeniden işitilmesi anı, aynılaşarak farkındalığı yitirilen tatların yeniden hatırlanmasının acı hatırası, trafik lambası, sigara ve zeytin, unutulması güç acı tatların kaynağı. kimseye emanet edilemeyen kişisel tarihi insanın, en acı tadı cebinde taşıyor, sıcak tutuyor bazan, bazan dondurucu soğuk bir tat, insanın elleri ne kadar büyük, kaba ve usta... elleri direksiyonda hayran hayran bakıyor. trafik lambalarının korna sesi enflasyonunu tetikleme gücü, kent hayatında insan yataktan çok yolda uyanıyor.

"yolda baktığım bütün kadınlar çirkin, güzele bakmayı sevmiyorum, kendi görünüşüm çirkin sayılmaz pek güzel sayılmasa da ama kadınların çirkinliğini seviyorum, özgünlüğün genel beğeni içinde güzelden yana değil çirkinlikten yana eğilim gösterdiğini düşünüyorum." felsefesinin kendi içinde yurt bulmaz tutumunu daha fazla düşünmüyor, yolun boşluğunu iyi değerlendiriyor, makine biraz daha, biraz daha hızlı çalışıyor, devir arttıkça artıyor, yağ ısındıkça ısınıyor, egzoz artık kapkara duman… arabayı park ediyor, öylesine yolun kenarına, bir boşluk sadece ama park oluveriyor, boşluğun izafi uyarlanması, kapıyı kilitlemiyor, motor sıcak hava soğuk, kapı kilitsiz soğumaya başlıyor, ağzından buhar çıkıyor, içi sıcak, dışarısı soğuk, içi kilit altında.

azıcık yürüyor, eski bir apartmanın önünde duruyor, zildeki isimlere bakıyor, aradığı ismin yanındaki zil düğmesine basıyor, kendisinin duyamadığı bir sesin, başka birisinin kulaklarındaki uyarıcı görevini tamamlamasını bekliyor, sebebi olduğu gürültüden uzak olmak sanki öldüğünde arkandan ağlayanları duymamak gibi ya da dedikodunun bir yansıması gibi geliyor, sonra hemen dağılıveriyor dikkati, apartman kapısının üzerindeki demir işçiliğine odaklanmaya çalışıyor, dikkatini bütün bütün ona vermeye çalıştığı sırada kapı otomatiğinin sesi kapının açıldığı konusunda uyarıyor, böyle bir kapıya elektrikli otomatik kapı açma mekanizması takmanın saçmalığı üzerine düşünürken bir yandan da lamba otomatiğinin düğmesini arıyor, tarihi bir binanın içinde her şey otomatik sanki, gündüz vakti olmasına rağmen kapıdan girildiğinde inanılmaz bir karanlık karşılıyor, bırakın otomatiğin düğmesini bulmayı, apartmanın duvarları bile seçilemiyor neredeyse, cebinden çıkardığı kibritin de yardımıyla otomatiğin düğmesini bulup ışıkları yaktıktan sonra bu sefer de merdivenin tutacaklarındaki demir işçiliği dikkatini çekiyor, hem kapının hem de merdiven tırabzanlarının işçiliğinin aynı ustaya ait olup olmadığını merak ediyor, bir yandan da büyük bir dikkatle merdivenlerdeki işçiliği seyrediyor, yavaş yavaş birinci kata doğru tırmanmaya başlıyor, eni ve basamakları normalden geniş olan merdivenler yukarı doğru tırmanırken insanın yorulmasını engelliyor, bir apartmanın yapılışındaki bu düşünce ve işçiliklerdeki bu inceliğe uzun zamandır rastlamadığını düşünüyor, müze gibi ya da vakıf binaları haricindeki yapılarda bu şekilde ince düşüncelere artık rastlanmıyor, özellikle insanların yaşamaları için tasarlanmış ve bu amaca hizmet eden yeni binalar daha çok konfor ön planda olacak şekilde tasarlanıyor, daha eski zamanlarda yapılmış apartmanlarsa çarçabuk bu konforlu zamana uyarlanıyor, bir yandan bu düşüncelere dalmış yukarı çıkıyor bir yandan da bu demir işçiliği ustasının adını öğrenmesi gerektiğini eğer ölmemişse ve yaşıyorsa ona ulaşıp kendisiyle yaptığı diğer işçilikler üzerine nasıl bir çalışma yapabileceğini tasarlıyor, yukarılardan gelen bir sesle ayılıyor, bir sorun olup olmadığını soran bu sesin zarafeti sanki apartmanın kapısının bir zaman eşiği olduğu, o kapıdan geçtikten sonra tamamen başka bir zamana ve başka bir dünyaya ayak bastığı izlenimini uyandırıyor.

kadının sesi var ama kendisi yok gibi, sesi takip ettikçe ilerleyebiliyor evin içinde fakat sesin kaynağına bir türlü ulaşamıyor, elindeki poşet de fazla gelmeye başladı, dikkatle taşımak zorunda olması gerginliğini perçinliyor, hafif loş koridordan küçükçe bir odaya, odadan başka bir koridora uzadıkça uzuyor yol, ses kendi büyüsünü yaratmış artık, kim olursa olsun duramaz buradan sonra, takip kaçınılmaz bir hal alıyor, eliyle duvarlara dokunuyor, hafif nem ya da duvarın soğukluğunu nem sanıyor, elini burnuna getiriyor kokluyor köpek gibi ama kokuyu duyamıyor insan gibi, koridorun bitiminde, tam köşede bir pencere, buradan ışık giriyor nihayet ve köşeyi döner dönmez sesin kaynağına ulaşıyor, açık bir kapıdan giriyor içeri, küçükçe bir oda, sesin kaynağında duran kadın yaşlıca, kadının gözlükleri haylice kalın camlı, minicik görünüyor gözleri, köşedeki masada oturan yaşlı adamı tanıtıyor, ismini anlayamıyor ama tekrar ettirme gereği de duymuyor, işini olabildiğince kısa sürede halledip çıkmak istiyor, yaşlı adam tok bir sesle selamlıyor kendisini, elini uzatışından kör olduğunu anlıyor, hedefsiz uzanan eli hedef bulur hale getiriyor, tokalaşıyorlar, kendisini tanıtmıyor, derdini anlatmaya başlıyor;

-çok fazla vaktimiz yok, olabildiğince çabuk olmalısınız ve lütfen ona zarar vermeyin, biliyorsunuz, böyle bir durum hepimizi zor durumda bırakır, beni işsiz, sizi yalnız.

çıkıyor kapıdan, mutfağın kapısında kısa bir duraklama, “ne kadar süre vermeli?” düşünüyor, saatine bakacak ama o sırada fark ediyor saatini takmadığını, mutfağın kapısından giriyor, gözü duvarda bir saat arıyor, ilk duvarda saatli marif takvimi ama günün tarihinden geri kalmış (saati bulsa doğruluğundan emin olamayacak, anlıyor ama önemli değil, zamanın kendi gerçekliği değil, kendi içinde harcadığı süre önemli.) ikinci duvarda buzdolabı, üçüncü duvar lavabo ve mutfak tezgahı, aradığı her şeyin son adımda bulunması gibi saat de son duvarda, hemen kapının yanında çıkarken görülecek şekilde yerleştirilmiş bir kuyumcu dükkanından alınmış plastik kasalı bir saat, başlıyor zamanı saymaya…

zaman tamam, doluyor süre, yeterli miydi? Ne zaman yeterli oldu ki! Kalkıyor sandalyeden oysa daha çayı bitmemişti bile, çay sıcak, bardak sıcak, gün de ısınmaya başlıyor, demek ki mesai başladı başlayacak, yeniden koridor, duvarlar geldiği zamana göre daha sıcak ( demek ki nem değil, sabahın soğukluğuymuş, yaşlıların evi böyle olur genelde, hemen açılmaz ısıtma sistemi ama kat kat giyinilir, ev mi soğuk, bedenler mi? bilinmez değil) kapı kapalı, açılması gerek, iki kere ama sessizce tıklıyor kapıyı, müsaade almadan açıyor yavaşça, kafasını uzatıp bakmak yerine yavaşça giriyor tüm bedeniyle içeri, aradığını bulamıyor, yaşlı kadın gözüyle gösteriyor masanın üzerini, kendi siyah tekel poşetinin yerine bezden bir marka torba görüyor masanın üzerinde, anlıyor ama umursamıyor durumu (umursayacak olsa, peh! dayanabilir mi?) uzanıyor torbaya, hafifçe aralıyor ve üstünden bakıveriyor, emanet yerinde, biliyor zaten orada olacağını. torbanın yanında bir zarf, uzanıp alıyor, umursamazca yırtıp açıyor tükürükle yapıştırılmış zarfı, para, sayıyor, tamam, zarfı masaya bırakıp koyuyor cebine parayı, kafasıyla kısacık selamlıyor kadını;

-haftaya aynı gün, aynı saat mi?

cevap vermiyor yaşlı kadın, kafasıyla kısacık göz göze gelmemeye çalışarak evetliyor ve eğiyor kafasını.

torbayı alıyor adam, yavaş adımlarla kapıya yürüyor, kör olduğunu bilmesine rağmen yaşlı adamı da kafasıyla selamlıyor, tam çıkarken kapıdan sesleniyor arkasından yaşlı adam.

-kızımıza iyi bak olur mu?


dizin    üst    geri    ileri  





 12 

 SÜJE  /  Cem Nalbant  /  yirmi beş mayıs iki bin on altı  / 16