uyuyor, uyanıyor, uyandığının farkına varabilmek için açıyor gözlerini,
odanın karanlığının merkezinde duruyor, kapalı göze ait karanlıkla, açık
göze ait karanlığın birbirinden bu derece ayırt edilebiliyor olmasına
şaşırıyor. yeniden uyumak istiyor ama perdenin arkasında bir şey mi var?
merakın ayak numarası uykunun ayak numarasından büyük, eziyor geçiyor
uykuyu, kalkıyor yataktan, açıyor perdeyi, odanın karanlığı ile dışarının
karanlığının da birbirinden bu derece farklı oluşuna şaşırıyor, bu gece
uyku karanlıkların karanlıklardan farkına uyandırdı onu... sandalyeyi
çekiyor pencere kenarına, bir süre bakıyor karanlığın merkezinden
karanlığın dışarılığına, yavaş yavaş yaslıyor kafasını cama, yeniden
dalıyor uykuya.
kemik sesinin sertliğiyle uyanıyor, alt kattaki kasabın sabah mesaisi
başlamış, belli. sandalyeden kalkıyor, elini, yüzünü yıkıyor, lenslerini
takmakla uğraşamayacak, gözlüklerini takıyor gözüne, terliklerini
giymediğine pişman oluyor, yüzünü yıkarken yere damlayan suyun ayağının
altını ıslatması onu o kadar geriyor ki, sinirden ne yapacağını
şaşırıyor, bugüne uyanmak zorunda olmasaydı bu siniri geçireceği tek şey
yeniden yatağa uzanıp kısa bir uykuya dalmak olurdu ama maalesef, bugün,
bugüne uyanmak zorunda, uyanıyor. en ütülü gibi görünen pantolonla, en
ütülü gibi görünen gömleği üzerine giyinip siyah renkli tek çift
ayakkabısını ayağına geçirip çıkıyor dışarı.
gerisin geri dönüyor, sinirle kapıyı açıyor, kapının kenarına bıraktığı
emanet poşetini alıp yeniden kapatıyor kapıyı (tahta), merdivenler, dış
kapı (demir) ve sokak, nihayet sokak, serin.
bakkalın rüyası, üzerine köşedeki gazete kulübesi, demirden yol
tabelaları, kırık köşeli kaldırımlar, sıra sıra dizilmiş otomobiller (
kimisinin camları buğulu, yoldan yeni gelmiş, gecenin giyiniklerine selam
olsun), kendi arabasının soğuk rengi, soğuk koltukları, soğuk
direksiyonu, bütün bunların üzerine kontak ve motorun sesi, makinenin
sıcaklığı, her şeyin makineden sonra ısınıyor olması, dişlerinin bir
türlü ısınamaması. takır takır takır...
akıp giden görüntülerin uyanışa eşlik edişi, devir değiştikçe vites de
değişiyor, devirin artmasının verdiği haz, dalıyor gidiyor, motorun sesi,
sokağın sesi ve en çirkin haliyle insanlık radyoda sabah haberlerinde.
sol eli direksiyonun üzerinde, sağ eli sol gözünün burun boğumuyla
bitişik dip kısmından zorlukla bulduğu çapak parçasını alıyor, yuvarlıyor
yuvarlıyor, sıkıyor, çapağın sertliği onu şaşırtıyor, parmaklarının ucu
acıyor, nasırlarını zedeleyen bir çapak parçası, atıyor, eli hafifliyor,
rahatlıyor. arabanın ön camı buharlanıyor, müdahale etmezse dışarıyı
görmesi zorlaşacak, kirli bir bez alıyor, siliyor, tamam şimdi normale
döndü görüntü, kapı penceresini hafif aralıyor, ısı dengelensin,
buharlanmasın ön cam.
emanet poşetini düşünüyor, arka koltuğa bırakmıştı, kapkara bir poşet, şu
petrol artıklarından yapılan, pis kokulu, pis kokusunu ele bulaştırmayı
seven siyah bir poşet, tekelcilerin ve pazarcıların vazgeçilmezi. kendi
elinin kirini düşünüyor, yapışkan, kurtulunamaz olan o kir, "elinin kiri"
deyimini düşünüyor, kendi kirinden ne kadar farklı, sert bir fren
hamlesi, içten edilen küfür, yayalar ile şoförlerin amansız savaşı,
yayanın şoför, şoförün yaya oluşu arasında geçen kısacık sürede
dönekleşen saflaşmalar, yeniden devir, yeniden motorun sesinin
belirginleşmesi, aynılaştıkça farkındalığı yitirilen sesin yeniden
işitilmesi anı, aynılaşarak farkındalığı yitirilen tatların yeniden
hatırlanmasının acı hatırası, trafik lambası, sigara ve zeytin,
unutulması güç acı tatların kaynağı. kimseye emanet edilemeyen kişisel
tarihi insanın, en acı tadı cebinde taşıyor, sıcak tutuyor bazan, bazan
dondurucu soğuk bir tat, insanın elleri ne kadar büyük, kaba ve usta...
elleri direksiyonda hayran hayran bakıyor. trafik lambalarının korna sesi
enflasyonunu tetikleme gücü, kent hayatında insan yataktan çok yolda
uyanıyor.
"yolda baktığım bütün kadınlar çirkin, güzele bakmayı sevmiyorum, kendi
görünüşüm çirkin sayılmaz pek güzel sayılmasa da ama kadınların
çirkinliğini seviyorum, özgünlüğün genel beğeni içinde güzelden yana
değil çirkinlikten yana eğilim gösterdiğini düşünüyorum." felsefesinin
kendi içinde yurt bulmaz tutumunu daha fazla düşünmüyor, yolun boşluğunu
iyi değerlendiriyor, makine biraz daha, biraz daha hızlı çalışıyor, devir
arttıkça artıyor, yağ ısındıkça ısınıyor, egzoz artık kapkara duman…
arabayı park ediyor, öylesine yolun kenarına, bir boşluk sadece ama park
oluveriyor, boşluğun izafi uyarlanması, kapıyı kilitlemiyor, motor sıcak
hava soğuk, kapı kilitsiz soğumaya başlıyor, ağzından buhar çıkıyor, içi
sıcak, dışarısı soğuk, içi kilit altında.
azıcık yürüyor, eski bir apartmanın önünde duruyor, zildeki isimlere
bakıyor, aradığı ismin yanındaki zil düğmesine basıyor, kendisinin
duyamadığı bir sesin, başka birisinin kulaklarındaki uyarıcı görevini
tamamlamasını bekliyor, sebebi olduğu gürültüden uzak olmak sanki
öldüğünde arkandan ağlayanları duymamak gibi ya da dedikodunun bir
yansıması gibi geliyor, sonra hemen dağılıveriyor dikkati, apartman
kapısının üzerindeki demir işçiliğine odaklanmaya çalışıyor, dikkatini
bütün bütün ona vermeye çalıştığı sırada kapı otomatiğinin sesi kapının
açıldığı konusunda uyarıyor, böyle bir kapıya elektrikli otomatik kapı
açma mekanizması takmanın saçmalığı üzerine düşünürken bir yandan da
lamba otomatiğinin düğmesini arıyor, tarihi bir binanın içinde her şey
otomatik sanki, gündüz vakti olmasına rağmen kapıdan girildiğinde
inanılmaz bir karanlık karşılıyor, bırakın otomatiğin düğmesini bulmayı,
apartmanın duvarları bile seçilemiyor neredeyse, cebinden çıkardığı
kibritin de yardımıyla otomatiğin düğmesini bulup ışıkları yaktıktan
sonra bu sefer de merdivenin tutacaklarındaki demir işçiliği dikkatini
çekiyor, hem kapının hem de merdiven tırabzanlarının işçiliğinin aynı
ustaya ait olup olmadığını merak ediyor, bir yandan da büyük bir dikkatle
merdivenlerdeki işçiliği seyrediyor, yavaş yavaş birinci kata doğru
tırmanmaya başlıyor, eni ve basamakları normalden geniş olan merdivenler
yukarı doğru tırmanırken insanın yorulmasını engelliyor, bir apartmanın
yapılışındaki bu düşünce ve işçiliklerdeki bu inceliğe uzun zamandır
rastlamadığını düşünüyor, müze gibi ya da vakıf binaları haricindeki
yapılarda bu şekilde ince düşüncelere artık rastlanmıyor, özellikle
insanların yaşamaları için tasarlanmış ve bu amaca hizmet eden yeni
binalar daha çok konfor ön planda olacak şekilde tasarlanıyor, daha eski
zamanlarda yapılmış apartmanlarsa çarçabuk bu konforlu zamana
uyarlanıyor, bir yandan bu düşüncelere dalmış yukarı çıkıyor bir yandan
da bu demir işçiliği ustasının adını öğrenmesi gerektiğini eğer ölmemişse
ve yaşıyorsa ona ulaşıp kendisiyle yaptığı diğer işçilikler üzerine nasıl
bir çalışma yapabileceğini tasarlıyor, yukarılardan gelen bir sesle
ayılıyor, bir sorun olup olmadığını soran bu sesin zarafeti sanki
apartmanın kapısının bir zaman eşiği olduğu, o kapıdan geçtikten sonra
tamamen başka bir zamana ve başka bir dünyaya ayak bastığı izlenimini
uyandırıyor.
kadının sesi var ama kendisi yok gibi, sesi takip ettikçe ilerleyebiliyor
evin içinde fakat sesin kaynağına bir türlü ulaşamıyor, elindeki poşet de
fazla gelmeye başladı, dikkatle taşımak zorunda olması gerginliğini
perçinliyor, hafif loş koridordan küçükçe bir odaya, odadan başka bir
koridora uzadıkça uzuyor yol, ses kendi büyüsünü yaratmış artık, kim
olursa olsun duramaz buradan sonra, takip kaçınılmaz bir hal alıyor,
eliyle duvarlara dokunuyor, hafif nem ya da duvarın soğukluğunu nem
sanıyor, elini burnuna getiriyor kokluyor köpek gibi ama kokuyu duyamıyor
insan gibi, koridorun bitiminde, tam köşede bir pencere, buradan ışık
giriyor nihayet ve köşeyi döner dönmez sesin kaynağına ulaşıyor, açık bir
kapıdan giriyor içeri, küçükçe bir oda, sesin kaynağında duran kadın
yaşlıca, kadının gözlükleri haylice kalın camlı, minicik görünüyor
gözleri, köşedeki masada oturan yaşlı adamı tanıtıyor, ismini anlayamıyor
ama tekrar ettirme gereği de duymuyor, işini olabildiğince kısa sürede
halledip çıkmak istiyor, yaşlı adam tok bir sesle selamlıyor kendisini,
elini uzatışından kör olduğunu anlıyor, hedefsiz uzanan eli hedef bulur
hale getiriyor, tokalaşıyorlar, kendisini tanıtmıyor, derdini anlatmaya
başlıyor;
-çok fazla vaktimiz yok, olabildiğince çabuk olmalısınız ve lütfen ona
zarar vermeyin, biliyorsunuz, böyle bir durum hepimizi zor durumda
bırakır, beni işsiz, sizi yalnız.
çıkıyor kapıdan, mutfağın kapısında kısa bir duraklama, “ne kadar süre
vermeli?” düşünüyor, saatine bakacak ama o sırada fark ediyor saatini
takmadığını, mutfağın kapısından giriyor, gözü duvarda bir saat arıyor,
ilk duvarda saatli marif takvimi ama günün tarihinden geri kalmış (saati
bulsa doğruluğundan emin olamayacak, anlıyor ama önemli değil, zamanın
kendi gerçekliği değil, kendi içinde harcadığı süre önemli.) ikinci
duvarda buzdolabı, üçüncü duvar lavabo ve mutfak tezgahı, aradığı her
şeyin son adımda bulunması gibi saat de son duvarda, hemen kapının
yanında çıkarken görülecek şekilde yerleştirilmiş bir kuyumcu dükkanından
alınmış plastik kasalı bir saat, başlıyor zamanı saymaya…
zaman tamam, doluyor süre, yeterli miydi? Ne zaman yeterli oldu ki!
Kalkıyor sandalyeden oysa daha çayı bitmemişti bile, çay sıcak, bardak
sıcak, gün de ısınmaya başlıyor, demek ki mesai başladı başlayacak,
yeniden koridor, duvarlar geldiği zamana göre daha sıcak ( demek ki nem
değil, sabahın soğukluğuymuş, yaşlıların evi böyle olur genelde, hemen
açılmaz ısıtma sistemi ama kat kat giyinilir, ev mi soğuk, bedenler mi?
bilinmez değil) kapı kapalı, açılması gerek, iki kere ama sessizce
tıklıyor kapıyı, müsaade almadan açıyor yavaşça, kafasını uzatıp bakmak
yerine yavaşça giriyor tüm bedeniyle içeri, aradığını bulamıyor, yaşlı
kadın gözüyle gösteriyor masanın üzerini, kendi siyah tekel poşetinin
yerine bezden bir marka torba görüyor masanın üzerinde, anlıyor ama
umursamıyor durumu (umursayacak olsa, peh! dayanabilir mi?) uzanıyor
torbaya, hafifçe aralıyor ve üstünden bakıveriyor, emanet yerinde,
biliyor zaten orada olacağını. torbanın yanında bir zarf, uzanıp alıyor,
umursamazca yırtıp açıyor tükürükle yapıştırılmış zarfı, para, sayıyor,
tamam, zarfı masaya bırakıp koyuyor cebine parayı, kafasıyla kısacık
selamlıyor kadını;
-haftaya aynı gün, aynı saat mi?
cevap vermiyor yaşlı kadın, kafasıyla kısacık göz göze gelmemeye
çalışarak evetliyor ve eğiyor kafasını.
torbayı alıyor adam, yavaş adımlarla kapıya yürüyor, kör olduğunu
bilmesine rağmen yaşlı adamı da kafasıyla selamlıyor, tam çıkarken
kapıdan sesleniyor arkasından yaşlı adam.