RÖPORTAJ

Semih Özcan   







Kemal Kocatürk


"NEFES ALAMAYAN SANATÇI
  GEZİDE BULDU ROLÜNÜ"


‘’Bir karakter yaratmak için önce kendin karakter sahibi olacaksın.’’

Kemal Kocatürk sanat çizgisini bu sözlerle özetliyor.

Kocatürk bir tiyatro ve sinema sanatçısı. Oyunculuk ve yönetmenlik yapıyor yıllardır. Bir yandan 86’da konservatuar eğitiminin ardından girdiği İstanbul Şehir Tiyatroları’nda mesleğini sürdürürken bir yandan da 2011’de kurduğu Tiyatro Kumpanyası’nda özel olarak bu sanatı yaşatmaya çalışıyor.

Yaşatmaya çalışıyor diyorum çünkü gerçekten de tiyatro, tarihinin en büyük bunalımını yaşıyor bugünlerde. Yıllardır iktidarlarca hedef olarak görülen tiyatro, artık baskılar, yasaklamalar, gözaltılar, tutuklamalar dönemini de aştı, Orhan Aydın’ın da dediği gibi ‘yapılamaz’ duruma getirildi. Şu an tiyatro gerçekten de ‘iki kalas bir heves’ çizgisinde yaşam savaşı veriyor. Hatta ‘kalas’lar a da ulaşılamıyor artık, ‘nefes’ler nefes alma savaşı veriyor.

Kemal Kocatürk’ün tiyatrosunda bir farklılık hemen göze çarpıyor; edebiyat. Özellikle de şiir.

Can Yücel’i, Ahmed Arif’i, Orhan Veli’yi ve son olarak da Aziz Nesin’i sahneye taşımış bir kişi. Tiyatroyu şiirle yaşayan bir kimliği var. ‘Usum Yangın Yerinde Su Damlacığı’ adlı bir de şiir kitabı var. Ayrıca yazdığı çok sayıda oyunlar içinde 1984’de kaleme aldığı fa yine şiirden kopamıyor: ‘ Bir Küçük Şairin Sevda Güzellemesi’.




[ Semih Özcan ‘Ben Orhan Veli’, ‘Can’, ‘Hasretinden Prangalar Eskittim’ ve son olarak da ‘Azizim’.. geçen yıl izlediğim oyununuz da yine edebi kişiliği olan bir yazarımızın, Ahmet Say’dan Yücel Erten’in sahneye uyarladığı ve yönettiği ‘7000 Yıllık Uçan Halıya Ters Binen Hırcar’..her ne değin arada ‘Fehim Paşa Konağı’nı görsek de edebiyatı sahneye taşıma konusunda özel bir çabanız var gibi gözüküyor. Şiir kitabı da olan bir sanatçı olarak bu yalnızca edebiyata olan ilgi ve yakınlığınızdan mı kaynaklanıyor yoksa bu yönde yaratmak istediğiniz bir anlayış, varmak istediğiniz bir nokta mı var?

[ Kemal Kocatürk ] Edebiyatı tiyatrodan ayrı tutamayız. Sonunun sonunda tiyatro da edebiyatın içinde kendince yer alır. Çok güçlü tiyatro metinleri vardır ki bunlar dünya edebiyatının da vazgeçilmezlerindendir. Ama benim özel olarak edebiyata olan tutkum bambaşka. Şiir, öykü ve roman konusunda kendimce çabaları olan ve bunların bir kısımını da kitaplaştırmayı başarabilmiş biriyim. Tiyatro edebiyatına da kendimce katkılarda bulundum bunların da bir kısmı yayınlandı, bir kısmı da çeşitli tiyatrolarda seyirci önüne çıktı. Şiir ise vazgeçilmezimdir. Beni etkileyen ve bende iz bırakan bazı önemli şairleri sadece kendim için okumaktan çıkarıp, seyircimle birlikte bir okuma yapma sevdasıdır aslında bu ustaları sahne üzerinde görünür kılma çabası. Düşündüğünüz gibi, bu yolda yaratmak istediğim bir anlayış filan yok; sadece o büyük ustaları herkesle paylaşma tutkusu diyelim.

[ Semih Özcan ]  İzleyicilerin ilgisi ne yönde? Bildik tiyatro izleyicisine mi ulaşıyorsunuz, edebiyat tabanına da ulaşabiliyor musunuz?

[ Kemal Kocatürk ] Bildik tiyatro izleyicisi dediğimiz zaten bir avuç insan. Onlar da yersiz, yurtsuz tiyatrolar arasında aradıkları oyunları zar zor yakalayıp izleyebiliyorlar. Çünkü birçok tiyatronun kendine ait bir salonu bulunamadığı için, kimi nerede yakalarlarsa orada izleme çabası içinde olan bir avuç sabırlı ve sadık izleyici. Onun dışında da edebiyat sevgisini içlerinde yeni yeni hisseden genç bir kitle var ve onlarla buluşuyoruz çoğunlukla. Onlara da elimiz el verdiğince, dilimiz, soluğumuz yettiğince bu büyük ustaları sevdirmeye, anlatmaya çabalıyoruz.



Kemal Kocatürk kendi kumpanyasında sahneye taşıdığı edebi metinlerin yanı sıra çok sayıda tiyatro oyununa da gerek oyuncu, gerek yönetmen gerekse yazar olarak katkıda bulunmuş bir kişi. Tiyatroda azımsanmayacak ölçüde ödülün de sahibi. ‘ En iyi yönetmen’ ve ‘en iyi oyuncu’ olarak 1996’dan günümüze ‘Zihni Küçümen’, ‘Behzat Budak’, ‘Marmara Üniversitesi Öğrencileri’, ‘Şaziye Moral’, ‘Selim Naşit’ ve ‘Lions’ tiyatro ödüllerini almış. 2000 yılında da Makedonya’da ‘Barış’ oyununun rejisiyle ‘ en iyi yönetmen’ olarak ‘Skopje Summer’ ödülünü kazanmış. İstanbul Şehir Tiyatroları ve kendi kumpanyası dışında Ankara Halk Tiyatrosu ve Kent Oyuncularında da oyunculuğunu kanıtlamış. Çoğu yayınlanan yazdığı 16 oyun var. Sadece tiyatro değil, sinemada da etkinliği olan bir sanatçı.

* Rol aldığı başlıca film ve diziler;
* Anayurt Oteli-Ömer Kavur-sinema filmi
* Davacı-Zeki Ökten- sinema filmi
* Mektup-Ali Özgentürk- sinema filmi
* Salkım Hanımın Taneleri-Tomris Giritlioğlu-sinema filmi
* Güle Güle-Zeki ökten-sinema filmi
* Dar Alanda Kısa Paslaşmalar-Serdar Akar-sinema filmi
* Manda Yuvası- İlyas İlbey- sinema filmi
* Macide Öğretmen-tv dizisi-trt
* Kuruntu Ailesi-tv dizisi-trt
* Uğurlugiller-tv dizisi-trt
* Dertler Bizim Olsun-tv dizisi-trt
* İnce İnce Yasemince-tv dizisi-star
* Adem İle Havva-tv dizisi-trt
* Nolya-tv filmi-trt
* Gazi-tv dizisi- atv

Tüm bu çok yönlü sanatçı kişiliğine karşın inatla, gitgide yapılamaz konuma getirilen tiyatroyu kendine temel alıyor. Üstelik tiyatro üzerindeki baskıları en çok hisseden bir kişi. Geçen yıl Edirne’de sahneleyeceği ‘Can’ oyunu valilikçe yasaklandı. Geri adım atmadı, sokakta 1000 kişilik bir izleyici kitlesine oynadı. Bu anlamda gündemin en önemli sorusunu sormak da benim için şart oldu..




[ Semih Özcan Benim son dönemlerde yaptığım bir espri var; bildiğiniz gibi tiyatrolar pazartesi günleri tatil yapar, diğer günler çalışır. Ancak son yıllarda tiyatro üzerindeki yoğun baskı ve kriz nedeniyle özel tiyatroların büyük bir bölümü kapandı, ayakta kalmaya çalışanlar ise her gece perdelerini açamaz hale geldiler. Bu nedenle yurdumuzdaki,özellikle özel tiyatrolar kapılarına ‘yalnızca pazartesileri oynarlar, diğer günler tatil’ deseler yeridir diyorum. Hatta haftada bir kez olsun perdelerini açabilen tiyatroların sayısı bile oldukça az. Gerçekten de şu an ayakta kalmaya çalışan tiyatrolara bakıyorum; sizin gibi en verimli olanlar bile ayda en çok 7-8 oyun sahneleyebiliyor, salon sorunu başta olmak üzere çeşitli sorunlar nedeniyle. Hırcar’ı izlerken kafama ciddi ciddi takıldı ve oturup hesap yapmaya çalıştım; oyun bir müzikaldi, Fazıl Say müziklerini yapmıştı, o başlıbaşına bir maliyet. Ahmet Say’ın yapıtı, onun telif hakkı var. Yücel Erten gibi bir ustanın yönetmenliği ayrı bir ödenek gerektirir. Salon kirası başlıbaşına bir sorun. Oyuncular, teknik giderler derken, ayda 7-8 kez sahnelenme olanağı bulabilen bir oyunun, üstelik ekonomi eğitimi de görmüş bir kişi olarak, hesap işinin altından ben kalkamadım. Siz bir tiyatrocu olarak nasıl kalkabiliyorsunuz? Şaka bir yana sormak istediğim; tiyatro değil belki ama ‘profesyonel tiyatro’ öldü mü?



[ Kemal Kocatürk ] Maalesef... Ruhuna el fatiha. Artık bu tür prodüksiyonları eş, ahbap, çavuş elbirliğiyle ancak seyirci önüne getirebiliyoruz ki onda bile seyircisini ancak ayda 3 ya da 4 kez bulabiliyoruz. Söylediğiniz anlamda bir prodüksiyon yaratabilmek için saydığınız o büyük isimlerin fedakarlığı olmasa mümkün değildi. Kimse beş kuruş para almadı ve herkes şevkle, dört elle bu işe sarıldı. Böyle bir prodüksiyon bile ne yazık ki o kadar uzun ömürlü olamadı. Seyirci artık politik tiyatro izlemekten bile korkar oldu.

[ Semih Özcan Bu ülke tarihinde çeşitli baskı ve tepki olarak da direniş dönemleri yaşadı. 40’larda, 12 Mart’ta, 12 Eylül’de örneğin. Ve en son olarak da Gezi’le umulmadık bir direnişe dönüşen yaşadığımız dönem. Öncekilerde kültür ve sanat alanında direniş ve muhalif kimlik anlamında önderliği hep edebiyat yarattı örneğin, yer yer mizah da bu kimliğe önemli katkılarda bulundu. Gerçi sanırım çeşitli sanat alanında uğraş veren arkadaşları yoksaymamak, küstürmemek için bu konu pek gündeme getirilmek istenmiyor ama ben inatla bu konunun açılmasından yanayım. Çünkü, tamam, Gezi’de her sanat dalından insanlar vardı, kabul ama başlıbaşına bir gövde olarak, örgütlü, organize bir güç olarak, ezici boyutlarda tiyatrocular ağırlıktaydılar, belki de tarihlerinde ilk kez böylesine büyük bir muhalif önderlik oluşturdular. Sadece özeller değil, devlet memuru olmalarına karşın, Devlet Tiyatrosu bile sokağa indi. Yine farklı bir boyuttan iktidara bağımlı durumda olan İstanbul Şehir Tiyatrosu başlıbaşına bir direniş örneği verdi ve hala sürüyor. İnanılmaz baskılar görmesine karşın Şehir Tiyatrolarına hala ‘ayar’ verilemiyor. Tiyatrocuların birdenbire böylesi bir patlama yapmasını neye bağlıyorsunuz? Şu an sokağa inen kuşağın geldiği ve yetiştiği tabanla mı ilgili yoksa; en çok ‘zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri kalmayan’ kesim artık tiyatrocular mı?

[ Kemal Kocatürk ] Siz zaten söylediğiniz ile durumu özetlediniz. Faşizmin hiç haz etmediği sanat tiyatrodur. Önce oradan başlar hep. Öyle de oldu. Baksanıza koskoca AKM taksimin ortasında metruk ve terkedilmiş bir halde öylece duruyor. Neden? Çünkü içinde 7/24 sanat üretilen bir alandı. Yıllık kaybettiği izleyici sayısını düşündüğünüzde bu işin ne kadar büyük bir bilinçle yapıldığını daha iyi kavrarsınız. Artık her alan gibi sanatın da itaat etmesini bekleyen bir hükümet var başımızda. İtaat etmeyen sanatın başını kesmek içinde ellerinde önce ekonomik silah, o da işe yaramıyorsa, kanun ve polis zoru var. Gelin de nefes alın. Nefes alamayan sanatçı da ister istemez Gezi’de buldu rolünü ve çoğu zaman da başrolü o oynadı.

[ Semih Özcan Tiyatroculuğun yanı sıra çok sayıda sinema ve televizyon filmleri, dizilerde oynadınız. Bu nedenle, geçen sayı Orhan Aydın’a sorduğum bir soruyu size de sormak istiyorum. Bildiğiniz gibi, Türkiye’de televizyon yayını ilk başladığında, diziler ya tiyatrocuların yine sahneden taşıdıkları, örneğin ‘Kuruntu Ailesi’ gibi diziler oluyordu ya da daha çok sinema öğelerine yaslanan ‘televizyon filmi’ konumunda oluyordu. Tv izleyicisi ve kanal sayısı arttıkça,televizyonlar kendilerine özgü’ dizi filmleri’ yarattılar. Buraya kadar her şey normal. Hatta olması gereken de bu. Ancak son dönemlerde özellikle sinemalarda ‘gişe getirisi’ yüksek olan filmlere baktığımızda, bir tür tv dizilerinin sinemaya uyarlanan versiyonu görüntüsünde olduğunu görüyoruz. Hatta roller de sinema senaryolarının gereği olan roller değil, televizyonların yarattığı tiplemeler üzerinden gidiyor….gibi. Bilemiyorum, belki de ben çok karamsarım. Bu konuda sizin görüş ve gözleminiz ne? Yani televizyon dizileri, sinema profilini değiştiriyor hatta ortadan kaldırıyor mu?

[ Kemal Kocatürk ] Sinema sanatını gişeye kıstırarak yok edişe doğru sürükleyen bir prodüktör anlayışı günümüze hakim ama sinema sanatını kıstırmak çoğu kere kolay olmuyor, çünkü düşük bütçelerle çekilmiş birçok film yurtdışında ve yurtiçinde önemli başarılara imza atarak ödülleri topluyor. Diğerleri de gişeyi. Tv izleyicisinden devşirilmiş bir sinema izleyici kitlesi yaratıldığı muhakkak ama bu iş gittikçe birbirini ezmeye başladı. Seviyenin gittikçe daha da düşmesinden dolayı olsa gerek bir süre sonra hepsi birlikte çukura doğru gidecekler. Nedeni de izleyicinin artık birbirinin kopyası işlerden gittikçe sıkılıyor olması. Tv’lerin artık sıkı hikayelere ve dizilere ihtiyacı yok. Her kanalda bir evlilik programı var ve iyi de seyrediliyor. Çünkü bizim millet pezevenkliği pek sever. Bu çürüme toplumun kendi seçimleri neticesinde yaşanıyor. Seçtikleri yöneticilerin kendilerine reva gördükleri ve dayattıkları hayat tarzı bu çünkü. Her türlü ucuzluğun, pespayeliğin matah sayıldığı bir düzen sürüyor şu an ama dediğim gibi nereye kadar? Hep birlikte uçuruma ya da bu seviyesizlikle sanırım kubura. Galiba bu seviyesizliğin hiç mi hiç etkilemediği sadece gösteri sanatları kaldı, yani tiyatro, bale, opera, senfoni orkestrası. Elbette gerçek sinemayı da bunun içine dahil edebiliriz.

[ Semih Özcan Önümüzdeki günlerdeki programınız neler? Ufukta yeni edebiyat uyarlamaları da olacak mı?

[ Kemal Kocatürk ] Elbette hazırlamış olduğum iki portre daha var. Her ikisi de bitmiş durumda ama bir süre ara vermeyi planlıyorum. Çünkü elimdeki portreleri biraz daha sürdürüp tüketmem lazım ki yenilerine yer açılabilsin.



‘Hayatın aynasıdır, aynısı değil’ diyor Kemal Kocatürk tiyatro için. Bize de bu aynaya sık sık bakmak düşüyor. Düşlerimizin, düşüncelerimizin aynısını yaratabilmek için. Çünkü bugün gelinen noktada tiyatroyu desteklemek, bu işi sürdürenleri desteklemek boyutunu da çoktan aştı. Tiyatroyu desteklemek artık yaşamımızı desteklemekle eşdeğer.

Kemal Kocatürk’le yaptığım söyleşiyi onun sanatçı kişiliğine uygun olarak, yine onun ‘oyuncu’ üzerine yazdığı bir şiirle noktalayayım……



        
 OYUNCU

          Işıklar altında yürür tragedyasına
          Kalbi sonsuzluğa açık bir kapı
          Dışarıdan getirdiği yüzünü
          Ödünç verir olacağı kişiye
          Kimi gün yürek hoplatan Don Juan
          Kimi gün kahkahaya boğan soytarı
          Kimi gün Shakespeare’in Macbeth’idir
          Kanlar içinde yazarını haklı çıkarır.
          Kimi gün yaşar, kimi gün ölür
          Her gün doğar, her gün yeniden ölür.
          Oynadığı mıdır yaşadığı
          Yaşadığı mıdır oynadığı Karışır hepsi
          Tersyüz olmuş dünyada
          Mutluluk bir adım uzakta.
          Kalabalığın karşısında bir dev
          Sokakta herkes gibidir
          O herkes olan kişi
          Aslında kendi değildir
          Kendini alıp gidendir
          Perde ise hep başkalarıdır
          Ama her gece açıldığı gibi kapanır
          Kimi gün yaşar, kimi gün ölür
          Her gün doğar, her gün yeniden ölür.
          İsterik kahkahalar ardında
          Sırtı dönük ağlar oyuncu
          Kimse bilmez ağladığını
          Götürmese ellerini gözlerine
          Kimindir gözyaşları onun mu
          O olan bir başkasının mı
          Seyirci o olmadığına sevinir durur
          Onların da tek tesellisi budur.
          Kimi gün yaşar, kimi gün ölür
          Her gün doğar, her gün yeniden ölür.
          Kimi geceler vardır; ağır mı ağır
          Hani bitmez matineler, suareler
          Değil kostümler, değil dekorlar
          Bir mezar bile dar gelir
          Seyircinin elindeki bilet oyuncunun ruhudur sanki
          Her oyuncu gibi o da finalde gerçek ölümü arar
          Ama bilir ki; perde açıldığı gibi kapanır.
          Kimi gün yaşar, kimi gün ölür
          Her gün doğar, her gün yeniden ölür.
          Işıklar altında yürür tragedyasına
          Kalbi sonsuzluğa çıkış arar
          Dışarıdan getirdiği yüzünü
          Ödünç verir olacağı kişiye
          Kimi gün yaşar, kimi gün ölür
          Her gün doğar, her gün yeniden ölür
          Kimi gün yaşar, kimi gün ölür
          Yaşam boyu bir maskedir taşıdığı.

          Güz-1997
          Kemal Kocatürk

dizin    üst    geri    ileri  







 10 

 SÜJE  /  Kemal Kocatürk  - Semih Özcan  /  yirmi beş mayıs iki bin on altı   / 16