ÖYKÜ

Melek Ekim Yıldız   







Bozulan…


Hızlıca yürüyordum, diye anlatmaya başladım. Soluk soluğa kalmıştım. Sen hiç yavaş yürümezsin ki, diye kestin sözümü. Son zamanlarda hep böyle yapıyordun. Olur olmaz yerde lafımı kesiyor; ne söylesem aksini iddia ediyor, neredeyse bilerek damarıma basıyordun. Anlatacaklarım, o anki kızgınlığımdan daha önemli olduğundan üzerinde durmamaya karar verdim. Bu kez daha hızlı yürüyordum işte, diye sürdürdüm konuşmayı. Neden, diye sordun. Meraklanmış gibiydin. Onlar gelmeden evde olabilmek için, cevabı ile, yerimizi, aceleci adımlarla evinin sokağına dalmış; ikimizin de bana benzetmekte zorlandığı o kadının görüntüsü aldı.

Soluğu tıkanmış gibi görünüyordu. Saçları hafif dağılmış, çantası omzundan kaydı kayacak, yüzünde gecikmişlerin tanıdık endişesi, yürüyordu. Saatine bakması ile kendisine doğru gelmekte olan komşusunu görmesi aynı ana denk geldi. Aman, dedi. Bir başlarsa sohbete susmaz bu. Sıkıldığımı da anlamaz. Görmezden gelinecek gibi değildi, birkaç adım sonra karşı karşıya olacaklardı ve komşu kadın şimdiden tebessüm etmeye başlamıştı. Eyvah, dedi.

Eyvah ya, diye söze daldın yine. Görüntüye girmemiz için doğru bir zaman olmadığını söylemek üzere ağzımı açmıştım ki, o kadından hoşlanıyor musun sahiden, sorunla diyeceklerimi yuttum. Bilmiyorum, dedim. Aklım, kendime benzetmekte zorlandığım görüntümdeydi bir yandan da. Bazen hoşlanıyorum, dedim. Bazen de hoşlanmıyorum. Çok konuşan birine benziyor, dedin. Haklıydın. Başladı mı susmak bilmezdi. Ama kötü biri değildi. Kötü biri değil, dedim. Yarenlik arıyor sadece. Herkes gibi, diye atıldın hoş olmayan bir sırıtışla. O anda görüntü yeniden değişti.

Merhaba, dedi komşu gülümseyerek. Merhabayı gülümsemeksizin karşıladı, ben olduğuna ikna olmakta zorlandığım kadın. Nereden böyle, diye sordu komşu. Sorunun cevabı geride bıraktığı yoldaymış gibi, dönüp ardına baktı beriki. Cevap orada değildi elbette. Döndü, aşağı inmiştim bir işim vardı da, dediğini işittik. Komşunun yüzündeki gülümseyiş kaybolmuyordu. Hava, dedi. Pek güzel. Havayı görecek halim yok şimdi, diyemezdi. Başını salladı evet manasında. Komşu kadın durup bekledi, nereye gittiğinin sorulmasını bekler bir hali var gibiydi. Karşısındakinin havayı görecek halde olmadığı gibi, nereye gittiğiyle ilgilenecek durumda da olmadığını anlamakta zorlanacak bir saflıkla bakıyordu. Benim, diye söze başladı nihayet ben. Eve gitmem gerekiyor, servisten gelecekler de. Hayırdır, diye sordu komşu kadın. Bozulan bir şey mi var? Başını salladı yine beriki, sabırsızdı. Evet, dedi. Komşu kadının soruları bitecek gibi değildi: ne bozuldu? Gerçi bir bozulmaya başlarsa bu makineler üst üste gidiyorlar. Ne bozuldu, sorusuna takılıyor. İçinde büyüyen paniğin geç kalmışlığıyla ilgili olduğunu söylüyor kendine. Komşudan kurtulmalı, adamlar gelmek üzeredir.

Geçiştirmekte üstüne yoktur, kurtul artık şu kadından dedin bu sırada. Başımı kaldırıp şaşkınlıkla baktım. Görüntünün ani değişimlerinden başım dönüyordu. Evet,ama nasıl, diye sordum. Neyse’yi hatırla, diye kestirip attın.

Neyse, benim eve girmem lazım diyor komşuya, değişen görüntüdeki sesim. Adamlar gelmek üzeredir. Komşu anlayışla gülümsüyor. Vedalaşıyorlar. Ters yönlere doğru, biri gülümseyişindeki rahatlığı andıran bir ağırlıkla, diğeri içindeki paniğin nedeninin belli olmaya başlamasının tedirginliğinin hızıyla ilerliyorlar.

Bu sıkıntı da neyin nesi, diye sordun. Henüz ben de bilmiyorum, dedim. Seziyorum ama demeye gerek duymadım. Öyküyü takip et! İçeri gir artık, diyen sesinde en çok seni şaşırtan bir sabırsızlık vardı.

Şimdi içeride. Kapıyı ardından kapatıp, ona yaslandığını, derin ve düşünceli bir soluğu yavaşça dışarı verdiğini görüyoruz. Yeniden saate bakıyor. Neredeyse gelirler, diye düşündüğü yüzünden belli. Hızlıca mutfağa daldığını, kısa bir sürenin ardından banyoya yöneldiğini, oradan da belirgin bir düş kırıklığı ifadesiyle çıktığını fark ediyoruz. Merak yükseliyor.

Ne oluyor, diye sordun. Bilmiyorum, dedim. Sustuk.

Çalan kapının sesiyle irkiliyor. İkircikli bir duruşu var kapıyı açmaya uzanışının hemen öncesinde. Kapının önünde iki adam. Biri gençten, diğeri orta yaşlı. Geldikleri servisin adını söylüyorlar. Biraz daha bana benzemeye başlamış olan kadın, hafifçe başını sallarken adamların ceplerinden çıkardıkları galoşları ayakkabılarının üzerine giymeye çalışışlarını izliyor. O esnada aklından geçenleri ikimiz de biliyoruz. Eskiden terlik uzatırdık, diye düşünüyor. Evimize konuk kabul eder gibi buyur ederdik insanları. Şimdi çoraplarının evimizin zeminine değmeyecek oluşunun memnuniyetiyle bakıyoruz. Galoşlar giyiliyor, çekingen bakışlar eşliğinde giriyorlar içeri. Makine, diye soruyor orta yaşlı olanı. Güvensizliği belirgin bir işaretle mutfağı gösteriyor. Adamlar önde, ben olduğunu artık kimsenin inkâr edemeyeceği kadın arkada, mutfağa giriyorlar. Bir an duruyorlar orta yerinde. Sorulmadan bulaşık makinesini işaret ediyor. Adamlar iş bilir bir tavırla yanaşıyorlar makineye. Kapak açılıp kapanıyor, düğmelere basılıyor. Bu makine çalışıyor, diye haber veriyor orta yaşlısı. Gözlerindeki soruyu henüz sormayacak bu belli. Çaresiz bakıyor olmalıyım diye düşünüyor kadın. Kusura bakmayın, diyor. Dalgınlıktan. Utangaç gülümsüyor. Buzdolabına yönlendiriyor adamları.

Ne yaptığını sanıyor bu, diyen sesinle görüntüden uzaklaştırdım bakışlarımı. Yüzümde az önce izlediğimize benzer o utanmış bakış, başımı salladım.

Buzdolabının da çalışır durumda olduğunun ortaya çıkmasıyla üçü birden banyoya doğru ilerlerken genç olanın, orta yaşlıya attığı alaylı bakışı fark ediyor. Çamaşır makinesi yüzümü kara çıkarmasa en azından, diye düşündüğünü biz anlıyoruz, adamlar ise giderek meraklanıyorlar. Az sonra çamaşır makinesinin de sapasağlam olduğu belli oluyor. Yanaklarına yayılan kırmızılığın yüzü suyu hürmetine olmalı ki, orta yaşlı olan yumuşakça soruyor: Kontrol etmemizi isteğiniz başka makine var mı?

Gönder şu adamları, diye kükredin. Elimden gelse bu hikâyeyi anlatmaya başlamamış olmayı istediğimi pekâlâ biliyordun bir yandan da. Eğleniyor muydun, yoksa kızgınlığın sahici miydi, çıkaramıyordum.

Adamları yolcu ederken sıraladığı özür sözcüklerinin, bizce bir anlamı yok. Genç olanın güldü gülecek yüzü neyse de, orta yaşlı adamın bakışlarındaki halden anlar ifade canını daha çok yakıyor gibi görünüyor. Önce kapıyı kapatıyor, ardından elleriyle yüzünü.

Bilmiyor, dedin. Nasıl bilmez? Verecek cevabım olmadığını bilmez gibi konuşmanın beni kızdıracağını umursamıyor oluşuna daha çok öfkelendim. Nasıl bilmez, sorusu benim de zihnimde, ucu keskinleştirilmiş bir kıymıktı. Bir şey bozulmuş olmalı, diyerek savunmaya geçmemin de anlamı yoktu. Bozulan bir şey olmalıydı yine de. Elleri hala yüzündeyken işittiğimiz sesle dikkatimiz yine ona dönüyor.

Ağlıyor, dedin. Olabilir, dedim. O anda benim de gözlerimin dolu dolu olduğu düşünülecek olursa, uzak ihtimal değildi.

Ses yükseldikçe, ağlamayıp kıkırdamakta olduğunu fark ediyoruz. Kıkırdama acımsı bir kahkahaya dönüşüyor sonrasında. Olduğu yere çökerek, sırtını kapıya yasladığını ve gözlerinden boşanan yaşlara aldırmadan güldüğünü görüyoruz.

Sinirleri bozulmuş, dedin. Sesinde onun gülüşüne eşlik edecek bir hazırlık izi vardı. Zihninde de olabilir bozulma, diye derhal itiraz ettim. Birbirimize söylemesek de, asıl tahminimiz aynı: Belki de kalbidir. Bozulan…




dizin    üst    geri    ileri  

 



 11 

 SÜJE  /  Melek Ekim Yıldız   /  yirmi altı mayıs iki bin on beş     10