POETİK METİN

Sabahattin Umutlu   







çukur edebiyatı çevresinde bir direnme
deneyi olarak şiir ile eleştiri
 

                                                               [ edebiyatta zemin kayması II  ]


- bedenini sonsuz eleştirel bir deneye dönüştürüp, eleştirinin
  öznesi olmanın bedelini canıyla ödeyenlere: beşir fuad’a, bedrettin cömert’e -
 

“hayatımı yazdıklarımla karşılaştırmak saçmalığın ta kendisi. hakikatteki beni ben bile daha kimseye göstermedim; gösterir miyim, ondan da pek emin değilim"
platonov

“hayatta kalmasına izin verilen metinler seçme işini yapanların çıkarlarını yansıtırlar"
gregory jusdanis

“biz hep başkasının çukuruna düşeni çıkarırız”
orhan koçak

 

imkansız deneyimin öznesi ya da “eleştirinin özeleştirisi mümkün mü” ?

bağımsız bir eleştiri pratiği mümkün mü? peki ama nasıl? neden imkansız bir pratik haline gelmiştir eleştiri? bir dil içerisinde vuku bulan eleştiri pratiğinin dili nasıl olmalı? içine doğduğu orada oluştuğu, majör dilin egemenlikçi yapısına karşı içeriden bir itiraz ve imha ile yıkıcı bir minör dilin inşası ve o dilin içinde bağımsız bir eleştirel pratik oluşturulabilir mi? ve o eleştirel pratiğin imkansız öznesi kimdir? imkansız öznelerin öznelliği olabilir mi? sorularına yanıt aramakla başlayabiliriz.

giderek çölleşen, çukurlaşan ve bataklığa dönüşen ve kültür endüstrisinin seyirlik bir nesnesi haline gelen edebiyat kurumunun bileşenlerini oluşturan, şair, yazar, eleştirmen, editör, yayıncı ve izler çevre olarak okur da aynı çukurda yer almakta ve aynı havayı teneffüs etmekteler.

açılan çukurun iktidarın, iktidar ilişkilerinden bağımsız olmadığı gün gibi ortadayken, hem tüm bileşenler iktidarın gölgesinde hem de makro mikro iktidarlarının meşruiyetini sağlamakla meşguldürler.

alçalmanın, irtifa kaybının başladığı yerde, çukurun, bataklığın, balçığın her yere nüfuz eden ağır, kesif kokusundan ne eleştiri ne de şiir koruyabilmiştir kendini.

milyarlarca sivrisinek yanılmış olamaz mı?

peki çukura düşmemenin bir yolu yok mu? ya da çukurdan kurtuluşun?

var elbet. nasıl mı? dahil olmamak, biat etmemek, çağrılmamanın bir yolunu bulmak veya çağrılınca icabet etmemek ve bulunduğu yerden kendi bağımsız pratiğini oluşturmakla.

tüm bu serüvenin başlangıcı ise makro mikro tüm iktidarlar karşısında omurgasını yitirmeden ilkeli bir etik duruşla hayatı örgütlemek olmalı.

kültür endüstrisinin dayatmalarına karşı, ilkesiz, omurgasız, amiplere dönüşen, şairin, yazarın, eleştirmenin ve yayıncının ellerinde bağımsız bir pratik oluşturmanın imkanı var mıdır?

iktidarların dahili hattında yer almayan, kültür endüstrisine rağmen bağımsız bir eleştiriden, bağımsız bir eleştiri pratiğinden ve eleştirmenden söz etmenin şimdi tam zamanı.

edebiyatı, hayatı, şiiri, kültür endüstrisinin nesnesi kılan ve kültür endüstrisinin sürekliliğini ve meşruiyetini sağlamakla yükümlü reklam metni yazarı “eleştirmenlerin” elinde, hayatından, hayatlardan ve öznesinden koparılmış; salt bir metin çözümlemesi ve sayfa faaliyeti haline getirilen bir biçimden ve pratikten değil bağımsız bir eleştiriden söz ediyoruz.


hisseli zulmün ortaklığı “kooperatifçilik” ve “tokileşme”

bedrettin cömert’ in deyimiyle, “bugünün yarını vardır” düsturuyla eleştiriyi kendi aralarında bir “kooperatifçilik” oyununa ve “kitap tellallığına” dönüştüren “eleştirmenlerden” değil.

bedrettin cömert’in “kooperatifçi eleştirmen”i ile ece ayhan’ın ömrü kooperatiflere taksit ödemekle geçen ve “her yakın zulmün küçük hisseli uzak ortağı” olan okuyucusu bir vasatlıkta ve bataklıkta ve o bataklığın üzerine aynılaşmanın dili ile inşa edilen ucube yapılarda nasıl da buluşuyorlar.

bedrettin cömert ‘in yaşadığı, edebiyatın henüz kültür endüstrisine dahil olmadığı yıllarda, “bugünün yarını vardır” anlayışıyla edebiyatın, eleştirinin, korumacı, garantici, itaatkar öznesi “kitap tellalı” “eleştirmen”i ile bu günlerde, edebiyatı şiiri kültür endüstrisinin bir nesnesi haline getiren, eklemsiz, omurgasız, itaatkar reklam metni yazarı ”tokici” “eleştirmen”i arasında yıl farkı dışında bir fark var mıdır? yıl farkı ile ikisi de aynı kültür endüstrisinin ve aynı eleştirel bakışın muğlak özneleri değil midir?

belki bedrettin cömert’in “bugünün yarını vardır” hesabıyla kitap tellallığı yapan, “ya hisselerim yanarsa beni kooperatiften çıkarırlar kaygısı taşıyan “kooperatifçi” eleştirmeni bugünün “tokici” eleştirmenine göre şiirin, edebiyatın, metnin karşısında daha usturlaplı, daha çekingen ve hesaplı -bir gün hesap sorulabilir tedirginliği-, daha az numaracı iken, bugünün “tokici” eleştirmeni ise tamamen şirazeden çıkmış, egosu tavan yapmış, şımarık -“hikmetinden sual olunmaz”- eklemsiz omurgasız ve etik yoksunu bir mikro iktidara dönüşmüştür.

kooperatifçi eleştirmenin “ya hisselerim yanarsa beni kooperatiften çıkarırlar kaygısı”yla metne yaklaşımı, tokici eleştirmende, yerini, “yanarsa yansın benim yandaş çevrelerim ve bitmez tükenmez köşelerim var” asalaklığı ve vurdumduymazlığına bırakır. ve bu anlayışa göre, metin, hiçbir şeydir artık ego her şey. metni yazan ile o metne övgü düzen köşe tellalı eleştirmen arasında da bir fark kalmamıştır. ikisi de aynı çukurun içinde, anti estetik bir vasatlığın ikliminde sivrisineklere dönüşmüştür. ve bir pelesenk soru dilimizde: bataklığı mı sivrisineklerden korusak, sivrisinekleri mi bataklıktan uzaklaştırsak, öldürsek mi, yaşatsak mı, kurutsak mı bataklığı? ya çukur? ya o çukurda aynılaşanların aynılaşan dili, kültürü, estetiği?

edebiyattaki kooperatifleşmenin, tokileşmenin etkisiyle toplu konut, toplu mezar üyesi kılınan şair, yazar eleştirmenlerin, okura yaptıkları “müşteri“ muamelesi okuru da kendilerine benzetmiş ve “her yakın zulmün küçük hisseli uzak ortağı” haline getirmiştir.

öznesini ve öznelliğini yitiren şair, yazar, eleştirmenin edebiyat pratiğindeki yeri kitap tellallığına dönüşünce şiir ve eleştiride de bu durumdan payını alarak aynılaşmış metinlere dönüşmüştür.

tüm bu aynılaşmanın, vasatlığın ve uzlaşma kültürünün sonucu, hayattan, tabiatından koparılmış ve salt sayfa faaliyetine indirgenerek, steril bir forma dönüşen ve öznesini ve öznelliğini yitiren bir şiir ve eleştiri kalmıştır geriye.

kötülük dayanışmasının tüm bileşenlerinin -şair, yazar, eleştirmen- ve elbet bir “müşteriye” okuyucunun da katkısıyla edebiyata, şiire yaptıkları kötülük, sürekli hale geldikçe, şiir hayatından koparılmış bir manzumeye, sesini, nefesini, jestini, ironisini yitiren steril bir sayfa faaliyetine dönüşmüştür.

sonrası: öznesini yitiren eleştiri. öznesini ve öznelliğini yitiren ve fraktal yolla çoğalan, birbirinin kopyası şiirler, yazılar…

yarınını riske atacak, kimseyi rahatsız etmemek için eleştirmemek eleştiri midir?

eleştirinin nesnesi: metin, eleştirmenin-özne-hayattaki duruşundan, öznelliğinden bağımsız olabilir mi?

peki “her yakın zulmün küçük hisseli uzak ortağı” olarak müşteri muamelesi yapılan okurun bu vasat kültürün oluşmasında rolü yok mudur? elbet… o da aynı bataklığın, aynı çukurun içinde ve aynı çukurdan yayılan kötü kokuyu teneffüs etmekte.


şiirin eleştirisi mümkün mü?

peki dünyalar içre ayrı bir dünya kuran, dil içre ayrı bir dil ve dilin dil olmayış hali ve dilden önceki dil olarak şiirin eleştirisi mümkün mü?

dilin, dünyanın egemenlikçi yapısı ve dar kalıpları içerisinde kendini kendinden başlatan ve yıkan, yıktığı yerlerden kendi yolunu açan, yıkıcı bir pratik olan şiirin adına bir cümle kurulabilir mi? kendini yıkarak sonsuzlaştıran şiirin, şiire dönüşmeyen bir dille eleştirisi mümkün müdür? şiirin ve eleştirinin özneleri arasında nasıl bir geçişlilik sağlanabilir? ontolojik bir eyleme ve deneyime dönüşerek öznesini de yıkan şiirin, dil ve öznesi ile başı dertten çıkmayan eleştiri ile ilişkisi nasıldır?

disiplinler arası bir yaklaşımla şiirin diğer pratiklerle ilişkisi nasıl sağlanabilir? şiir ile politika, şiir ile ideoloji, şiir ile felsefe, şiir ile iktidar arasındaki ilişki, şiir ile hayat arasında ontolojik bir deneye dönüşür.

şiir ile iktidar, şiir ile hayat arasındaki ilişki, şiirin öznesi ile kurulan ilişkiden de bağımsız değildir. şiir, hakikatin dili, şiiri yazansa hakikatin öznesi olmaya başlar orada. imkansız bir deneye dönüşen şiirin öznesi de orada oluşmaktadır.


siz çukura hangi gözlerle bakarsanız, çukur da size o gözlerle…

verili edebiyat pratikleri, kültür endüstrisi ve bilcümle medya dahil, hangi mecrada olursa olsun şairini tuzağa çeken ve çukura düşüren bir şiir görülmemiştir. oysa hep tersi geçerli olmuştur. şairin kendisiyle birlikte şiiri de tuzağa çekerek çukura düşürmesi ise edebiyatta bir zemin kayması ile açıklanabilir. çukura düşenin konuştuğu her şey, çukura düşenin gözüyle ve çukurun diliyledir. çukurun teorisi, çukurun diliyle yapılır. çukurdan konuşanın şiiri, o şiirin öznesi de çukurdadır. çukurdan yapılan eleştirinin öznesi muğlak ve imkansız bir öznedir. imkansız bir öznenin öznelliği olabilir mi?

alçalmanın, irtifa kaybının başladığı yerde, dibe çakılmak da var. dibe çakılmak, dibe vurmak ve oradan yükselmek de(!). ancak, içinizde başlayan irtifa kaybınınsa asla telafisi yoktur. o dip, o çukur sizin için bir mezara dönüşür. siz çukura hangi gözlerle bakarsanız, çukur da size o gözlerle…öncesi ve sonrası aynıdır artık. o kesif koku ve çukurdan gelen uğultu…

“biz hep başkasının çukuruna düşeni çıkarırız”. kendi kendimizin çukuru olmak da var. kendi kendinin çukuru olanlardan uzak dur...

edebiyatta zemin kayması tüm hızıyla sürüyor. çukur yükseliyor! (*)
__________________

(*) ibrahim metin



dizin    üst    geri    ileri  




  4  

 SÜJE  /  otuz üçüncü sayı