“hayatımı
yazdıklarımla karşılaştırmak saçmalığın ta kendisi. hakikatteki beni ben
bile daha kimseye göstermedim; gösterir miyim, ondan da pek emin değilim" platonov
“hayatta kalmasına izin verilen metinler seçme işini yapanların
çıkarlarını yansıtırlar" gregory jusdanis
“biz hep başkasının çukuruna düşeni çıkarırız” orhan koçak
imkansız deneyimin öznesi ya da “eleştirinin özeleştirisi mümkün mü” ?
bağımsız bir eleştiri pratiği mümkün mü? peki ama nasıl? neden imkansız
bir pratik haline gelmiştir eleştiri? bir dil içerisinde vuku bulan
eleştiri pratiğinin dili nasıl olmalı? içine doğduğu orada oluştuğu,
majör dilin egemenlikçi yapısına karşı içeriden bir itiraz ve imha ile
yıkıcı bir minör dilin inşası ve o dilin içinde bağımsız bir eleştirel
pratik oluşturulabilir mi? ve o eleştirel pratiğin imkansız öznesi
kimdir? imkansız öznelerin öznelliği olabilir mi? sorularına yanıt
aramakla başlayabiliriz.
giderek çölleşen, çukurlaşan ve bataklığa dönüşen ve kültür endüstrisinin
seyirlik bir nesnesi haline gelen edebiyat kurumunun bileşenlerini
oluşturan, şair, yazar, eleştirmen, editör, yayıncı ve izler çevre olarak
okur da aynı çukurda yer almakta ve aynı havayı teneffüs etmekteler.
açılan çukurun iktidarın, iktidar ilişkilerinden bağımsız olmadığı gün
gibi ortadayken, hem tüm bileşenler iktidarın gölgesinde hem de makro
mikro iktidarlarının meşruiyetini sağlamakla meşguldürler.
alçalmanın, irtifa kaybının başladığı yerde, çukurun, bataklığın,
balçığın her yere nüfuz eden ağır, kesif kokusundan ne eleştiri ne de
şiir koruyabilmiştir kendini.
milyarlarca sivrisinek yanılmış olamaz mı?
peki çukura düşmemenin bir yolu yok mu? ya da çukurdan kurtuluşun?
var elbet. nasıl mı? dahil olmamak, biat etmemek, çağrılmamanın bir yolunu
bulmak veya çağrılınca icabet etmemek ve bulunduğu yerden kendi bağımsız
pratiğini oluşturmakla.
tüm bu serüvenin başlangıcı ise makro mikro tüm iktidarlar karşısında
omurgasını yitirmeden ilkeli bir etik duruşla hayatı örgütlemek
olmalı.
kültür endüstrisinin dayatmalarına karşı, ilkesiz, omurgasız, amiplere
dönüşen, şairin, yazarın, eleştirmenin ve yayıncının ellerinde bağımsız
bir pratik oluşturmanın imkanı var mıdır?
iktidarların dahili hattında yer almayan, kültür endüstrisine rağmen
bağımsız bir eleştiriden, bağımsız bir eleştiri pratiğinden ve
eleştirmenden söz etmenin şimdi tam zamanı.
edebiyatı, hayatı, şiiri, kültür endüstrisinin nesnesi kılan ve kültür
endüstrisinin sürekliliğini ve meşruiyetini sağlamakla yükümlü reklam
metni yazarı “eleştirmenlerin” elinde, hayatından, hayatlardan ve
öznesinden koparılmış; salt bir metin çözümlemesi ve sayfa faaliyeti
haline getirilen bir biçimden ve pratikten değil bağımsız bir eleştiriden
söz ediyoruz.
hisseli zulmün ortaklığı “kooperatifçilik” ve “tokileşme”
bedrettin cömert’ in deyimiyle, “bugünün yarını vardır” düsturuyla
eleştiriyi kendi aralarında bir “kooperatifçilik” oyununa ve “kitap
tellallığına” dönüştüren “eleştirmenlerden” değil.
bedrettin cömert’in “kooperatifçi eleştirmen”i ile ece ayhan’ın ömrü
kooperatiflere taksit ödemekle geçen ve “her yakın zulmün küçük hisseli
uzak ortağı” olan okuyucusu bir vasatlıkta ve bataklıkta ve o bataklığın
üzerine aynılaşmanın dili ile inşa edilen ucube yapılarda nasıl da
buluşuyorlar.
bedrettin cömert ‘in yaşadığı, edebiyatın henüz kültür endüstrisine dahil
olmadığı yıllarda, “bugünün yarını vardır” anlayışıyla edebiyatın,
eleştirinin, korumacı, garantici, itaatkar öznesi “kitap tellalı”
“eleştirmen”i ile bu günlerde, edebiyatı şiiri kültür endüstrisinin bir
nesnesi haline getiren, eklemsiz, omurgasız, itaatkar reklam metni yazarı
”tokici” “eleştirmen”i arasında yıl farkı dışında bir fark var mıdır? yıl
farkı ile ikisi de aynı kültür endüstrisinin ve aynı eleştirel bakışın
muğlak özneleri değil midir?
belki bedrettin cömert’in “bugünün yarını vardır” hesabıyla kitap
tellallığı yapan, “ya hisselerim yanarsa beni kooperatiften çıkarırlar
kaygısı taşıyan “kooperatifçi” eleştirmeni bugünün “tokici”
eleştirmenine göre şiirin, edebiyatın, metnin karşısında daha usturlaplı,
daha çekingen ve hesaplı -bir gün hesap sorulabilir tedirginliği-, daha
az numaracı iken, bugünün “tokici” eleştirmeni ise tamamen şirazeden
çıkmış, egosu tavan yapmış, şımarık -“hikmetinden sual olunmaz”- eklemsiz
omurgasız ve etik yoksunu bir mikro iktidara dönüşmüştür.
kooperatifçi eleştirmenin “ya hisselerim yanarsa beni kooperatiften
çıkarırlar kaygısı”yla metne yaklaşımı, tokici eleştirmende, yerini,
“yanarsa yansın benim yandaş çevrelerim ve bitmez tükenmez köşelerim var”
asalaklığı ve vurdumduymazlığına bırakır. ve bu anlayışa göre, metin,
hiçbir şeydir artık ego her şey. metni yazan ile o metne övgü düzen köşe
tellalı eleştirmen arasında da bir fark kalmamıştır. ikisi de aynı
çukurun içinde, anti estetik bir vasatlığın ikliminde sivrisineklere
dönüşmüştür. ve bir pelesenk soru dilimizde: bataklığı mı
sivrisineklerden korusak, sivrisinekleri mi bataklıktan uzaklaştırsak,
öldürsek mi, yaşatsak mı, kurutsak mı bataklığı? ya çukur? ya o çukurda
aynılaşanların aynılaşan dili, kültürü, estetiği?
edebiyattaki kooperatifleşmenin, tokileşmenin etkisiyle toplu konut,
toplu mezar üyesi kılınan şair, yazar eleştirmenlerin, okura yaptıkları
“müşteri“ muamelesi okuru da kendilerine benzetmiş ve “her yakın zulmün
küçük hisseli uzak ortağı” haline getirmiştir.
öznesini ve öznelliğini yitiren şair, yazar, eleştirmenin edebiyat
pratiğindeki yeri kitap tellallığına dönüşünce şiir ve eleştiride de bu
durumdan payını alarak aynılaşmış metinlere dönüşmüştür.
tüm bu aynılaşmanın, vasatlığın ve uzlaşma kültürünün sonucu, hayattan,
tabiatından koparılmış ve salt sayfa faaliyetine indirgenerek, steril bir
forma dönüşen ve öznesini ve öznelliğini yitiren bir şiir ve eleştiri
kalmıştır geriye.
kötülük dayanışmasının tüm bileşenlerinin -şair, yazar, eleştirmen- ve
elbet bir “müşteriye” okuyucunun da katkısıyla edebiyata, şiire
yaptıkları kötülük, sürekli hale geldikçe, şiir hayatından koparılmış bir
manzumeye, sesini, nefesini, jestini, ironisini yitiren steril bir sayfa
faaliyetine dönüşmüştür.
sonrası: öznesini yitiren eleştiri. öznesini ve öznelliğini yitiren ve
fraktal yolla çoğalan, birbirinin kopyası şiirler, yazılar…
yarınını riske atacak, kimseyi rahatsız etmemek için eleştirmemek
eleştiri midir?
eleştirinin nesnesi: metin, eleştirmenin-özne-hayattaki duruşundan,
öznelliğinden bağımsız olabilir mi?
peki “her yakın zulmün küçük hisseli uzak ortağı” olarak müşteri muamelesi
yapılan okurun bu vasat kültürün oluşmasında rolü yok mudur? elbet… o da
aynı bataklığın, aynı çukurun içinde ve aynı çukurdan yayılan kötü kokuyu
teneffüs etmekte.
şiirin eleştirisi mümkün mü?
peki dünyalar içre ayrı bir dünya kuran, dil içre ayrı bir dil ve dilin
dil olmayış hali ve dilden önceki dil olarak şiirin eleştirisi mümkün mü?
dilin, dünyanın egemenlikçi yapısı ve dar kalıpları içerisinde kendini
kendinden başlatan ve yıkan, yıktığı yerlerden kendi yolunu açan, yıkıcı
bir pratik olan şiirin adına bir cümle kurulabilir mi? kendini yıkarak
sonsuzlaştıran şiirin, şiire dönüşmeyen bir dille eleştirisi mümkün
müdür? şiirin ve eleştirinin özneleri arasında nasıl bir geçişlilik
sağlanabilir? ontolojik bir eyleme ve deneyime dönüşerek öznesini de
yıkan şiirin, dil ve öznesi ile başı dertten çıkmayan eleştiri ile
ilişkisi nasıldır?
disiplinler arası bir yaklaşımla şiirin diğer pratiklerle ilişkisi nasıl
sağlanabilir? şiir ile politika, şiir ile ideoloji, şiir ile felsefe,
şiir ile iktidar arasındaki ilişki, şiir ile hayat arasında ontolojik bir
deneye dönüşür.
şiir ile iktidar, şiir ile hayat arasındaki ilişki, şiirin öznesi ile
kurulan ilişkiden de bağımsız değildir. şiir, hakikatin dili, şiiri
yazansa hakikatin öznesi olmaya başlar orada. imkansız bir deneye dönüşen
şiirin öznesi de orada oluşmaktadır.
siz çukura hangi gözlerle bakarsanız, çukur da size o gözlerle…
verili edebiyat pratikleri, kültür endüstrisi ve bilcümle medya dahil,
hangi mecrada olursa olsun şairini tuzağa çeken ve çukura düşüren bir
şiir görülmemiştir. oysa hep tersi geçerli olmuştur. şairin kendisiyle
birlikte şiiri de tuzağa çekerek çukura düşürmesi ise edebiyatta bir
zemin kayması ile açıklanabilir. çukura düşenin konuştuğu her şey, çukura
düşenin gözüyle ve çukurun diliyledir. çukurun teorisi, çukurun diliyle
yapılır. çukurdan konuşanın şiiri, o şiirin öznesi de çukurdadır.
çukurdan yapılan eleştirinin öznesi muğlak ve imkansız bir öznedir.
imkansız bir öznenin öznelliği olabilir mi?
alçalmanın, irtifa kaybının başladığı yerde, dibe çakılmak da var. dibe
çakılmak, dibe vurmak ve oradan yükselmek de(!). ancak, içinizde başlayan
irtifa kaybınınsa asla telafisi yoktur. o dip, o çukur sizin için bir
mezara dönüşür. siz çukura hangi gözlerle bakarsanız, çukur da size o
gözlerle…öncesi ve sonrası aynıdır artık. o kesif koku ve çukurdan gelen
uğultu…
“biz hep başkasının çukuruna düşeni çıkarırız”. kendi kendimizin çukuru
olmak da var. kendi kendinin çukuru olanlardan uzak dur...
edebiyatta zemin kayması tüm hızıyla sürüyor. çukur yükseliyor!
(*)
__________________