Duvara astığı küçük aynasında saçlarını düzeltip, maymun gülümsemesi
yaparak dişlerine baktı. En son kelebek yakalı gömleğinin kelebeğe
benzeyen papyonunu düzeltti. Her şey tamamdı. Sigara içmek için çıktığı
evinin balkonunda bazı geceler göz göze geldiği dolunay gibi parlak
tepsisini parmaklarının üzerine yerleştirdi. Son bir kez daha tepsiye
düşen yansımasına baktı. Az önce doldurduğu çay fincanlarını tepsiye bir
sanatçı titizliğiyle dizdi.
“Geliyor çaylar. Açılmasın aralar.”
Bu sözün kerametine inanıyordu. Küçüklüğünde önünden geçtiği mahalle
kahvesindeki askıcının çayları dağıtırken söylediği sözdü. Belki de buna
benzer bir şeydi ama o kayıt defterine bu şekilde kaydetmiş ve ne zaman
çay servisi yapılsa diline dolamadan edemezdi. Hatta annesinin
misafirlerine çay götürdüğünde de aynı sözü söyler, annesi de ona;
“Bak Ozan bu kadar çok tekrarlama, başımıza çaycı olacaksın. Kelimenin
canı vardır dikkatli ol! Benim oğlum okuyacak büyük adam olacak, mimar,
doktor, avukat, milletv…”
“Yaa anne tamam, ben okumayacağım, ben çaycı olacağım demiyorum ki!
Açılmasın aralar diyorum. Melahat teyze Ayşe teyzeyle barışacak, Hasibe
teyzenin oğluna olan kırgınlığı geçecek, muhabbetiniz artacak diyorum.”
“Sen nereden biliyorsun bakalım Melahat hanımın Ayşe hanıma dargın
olduğunu? Bizi mi dinliyorsun yoksa? Git çabuk dersinin başına!”
Toplantı odasının kapısını içeriye giriş izni için hafifçe tıklattı. Beş
adam önlerinde dosyalar, ellerinde kalemleriyle suskun suskun
oturuyorlardı. Anneannemin deyimiyle “Kamesin ördeği gibi”. Ne zaman ne
yapacağımı bilemeyip aptal şaşkın baksam, “Kamesin ördeği gibi bakıp
durma da al şu işi yap.”derdi bana. Ananeme; “O dediğin Kames değil de
kümes olmasın?” diye takılırdım. Gerçekten de o sözü, ne zaman işler arap
saçına dönse, ne zaman ne yapacağımı bilemesem işitirdim. Demek ki burada
da çözülmesi gereken bir sorun vardı.
Toplantı salonundan çıkarken sekreter yanına gelerek fısıltıyla, birazdan
konuklarının geleceğini, çayın hazır olması gerektiğini hatırlattı.
Başıyla anladım mesajını vererek kapıyı kapadı.
“Sabahtan beri belki kırk defa ‘Çok önemli konuklarımız olacak, çift
demlik çay hazır olsun. Çaylar baştan savma olmasın, güzel olsun.’...Ben
ne zaman kötü çay verdiysem! Utanmasa, ‘Koş Rize’ye çay bahçesinden çay
filizi topla, soldur, kıvır, iyi okside etki tadı güzel olsun, sonrada
güzelce kurut demi mükemmel olsun. Paketlemeye gerek yok, bir kaba doldur
getir.’ diyecek.”
“Arkası gelmez dertlerimin bıktım illallah,
Biri biterken öbürü de başlar vermesin Allah,
Böyle gelmiş böyle gidecek korkarım vallah,
Yok mu çaresi dostlar fesuphanallah…”
Koridorda yanından geçen Ayla, Erkin Baba’dan mırıldandığı şarkıyı
duymuştu;
“Alemin keyfi yerinde yine maşallah.” Gülümseyerek takıldı Ozan’a.
“Keyfim yerinde değil. Şu halime bak Ayla!”
“Geçecek, az kaldı, sıkma canını!”
Ayla, iyi kızdı, arkadaşlığı candandı, severdi onu. Birbirlerinin
dilinden anlıyorlardı. Belki ikisinin de aynı okulu bitirmeleri, aynı
mesleğe sahip olmalarıydı. Ayla mesleği olan mimarlığı şansı yaver gidip
iyi bir yerde devam ettiriyor, o ise aynı yerde çaycılık yapıyordu. Bu
işi de ona Ayla bulmuştu.Onun düşüncelerini, kafasındaki hedefleri
biliyor, birikim yapıp buralardan gitmesine yardımcı oluyordu. Akşamları
da ona birkaç kuruş daha kazanması için öğrenci projeleri yolluyordu. İlk
zamanlar, mimarlık bürolarında asgari ücret kadar olmayan maaşla günde on
on iki saat çalışıyor, bir adım ilerlemediği gibi rijit bir yaşam onu
mutsuz ediyordu. O, düşüncenin adamıydı, düşünerek ekmeğini kazanacaktı,
Bakacak, dolaşacak, algılayacak, dönüştürecek, biçimlendirecek yarayışlı
hale getirecekti. Kuralsızlıklar, tek hedefin para kazanmak olduğu hırsla
dolu yöneticiler onu amaçlarından uzaklaştırıyordu.
“Annem yok mu annem, hep onun yüzünden Ayla!”
“Ne suçu var kadının?”
“O çay dağıtırken ‘Geliyor çaylar. Açılmasın aralar.’ diye takılırdım.
‘Sus, çaycı olacaksın’ derdi bana. Kelimenin canı varmış.”
Bazı anlar ne olduğun değil ne olacağın önemlidir.
Çay ocağında az sonra gelecek konuklar için porselen demlikleri indirdi.
Annesinin ona öğrettiği gibi, henüz kaynamaya başlamadan cızırtılar
çıkaran ve içinde minik baloncukların oluştuğu “suyun pirelendiği” anda
demliğine suları doldurdu ve demlenmek üzere kazanın üzerine yerleştirdi.
Yarım saat sonra telefon çaldı. Sekreter konukların geldiğini, on iki
kişi için çayları beş dakikaya hazırlayıp servis etmesini söylüyordu.
Özel fincanlar, servis peçeteleri, tutacaklar, şekerler, tatlandırıcılar,
tarçınlar, nane yaprakları, limon dilimleri, kurabiye tabakları ve mis
kokulu çayı servis etmek üzere servis masasında yerini aldı. Toplantı
salonunun kapısını tıklatarak içeri girdi. Oda neredeyse dolmuştu. Göz
ucuyla odadakilere baktı, çoğu kırkının üstünde olmakla beraber bir iki
kişi kendi yaşlarındaydı. Sekizinci kişinin çayını verirken göz göze
geldi. Liseden sınıf arkadaşı Fahri’yi hemen tanıdı. Bir süre
birbirlerine baktılar. Fahri başını önündeki dosyalara çevirdi elindeki
kalemi amaçsızca salladı. Cebindeki ipek mendilini düzeltti Louise
Vuitton GmtVoyager saatine baktı.