ÖYKÜ

Şeyda Gökoğlu  







HEDEF


Duvara astığı küçük aynasında saçlarını düzeltip, maymun gülümsemesi yaparak dişlerine baktı. En son kelebek yakalı gömleğinin kelebeğe benzeyen papyonunu düzeltti. Her şey tamamdı. Sigara içmek için çıktığı evinin balkonunda bazı geceler göz göze geldiği dolunay gibi parlak tepsisini parmaklarının üzerine yerleştirdi. Son bir kez daha tepsiye düşen yansımasına baktı. Az önce doldurduğu çay fincanlarını tepsiye bir sanatçı titizliğiyle dizdi.

“Geliyor çaylar. Açılmasın aralar.”

Bu sözün kerametine inanıyordu. Küçüklüğünde önünden geçtiği mahalle kahvesindeki askıcının çayları dağıtırken söylediği sözdü. Belki de buna benzer bir şeydi ama o kayıt defterine bu şekilde kaydetmiş ve ne zaman çay servisi yapılsa diline dolamadan edemezdi. Hatta annesinin misafirlerine çay götürdüğünde de aynı sözü söyler, annesi de ona;

“Bak Ozan bu kadar çok tekrarlama, başımıza çaycı olacaksın. Kelimenin canı vardır dikkatli ol! Benim oğlum okuyacak büyük adam olacak, mimar, doktor, avukat, milletv…”

“Yaa anne tamam, ben okumayacağım, ben çaycı olacağım demiyorum ki! Açılmasın aralar diyorum. Melahat teyze Ayşe teyzeyle barışacak, Hasibe teyzenin oğluna olan kırgınlığı geçecek, muhabbetiniz artacak diyorum.”

“Sen nereden biliyorsun bakalım Melahat hanımın Ayşe hanıma dargın olduğunu? Bizi mi dinliyorsun yoksa? Git çabuk dersinin başına!”

Toplantı odasının kapısını içeriye giriş izni için hafifçe tıklattı. Beş adam önlerinde dosyalar, ellerinde kalemleriyle suskun suskun oturuyorlardı. Anneannemin deyimiyle “Kamesin ördeği gibi”. Ne zaman ne yapacağımı bilemeyip aptal şaşkın baksam, “Kamesin ördeği gibi bakıp durma da al şu işi yap.”derdi bana. Ananeme; “O dediğin Kames değil de kümes olmasın?” diye takılırdım. Gerçekten de o sözü, ne zaman işler arap saçına dönse, ne zaman ne yapacağımı bilemesem işitirdim. Demek ki burada da çözülmesi gereken bir sorun vardı.

Toplantı salonundan çıkarken sekreter yanına gelerek fısıltıyla, birazdan konuklarının geleceğini, çayın hazır olması gerektiğini hatırlattı. Başıyla anladım mesajını vererek kapıyı kapadı.

“Sabahtan beri belki kırk defa ‘Çok önemli konuklarımız olacak, çift demlik çay hazır olsun. Çaylar baştan savma olmasın, güzel olsun.’...Ben ne zaman kötü çay verdiysem! Utanmasa, ‘Koş Rize’ye çay bahçesinden çay filizi topla, soldur, kıvır, iyi okside etki tadı güzel olsun, sonrada güzelce kurut demi mükemmel olsun. Paketlemeye gerek yok, bir kaba doldur getir.’ diyecek.”

“Arkası gelmez dertlerimin bıktım illallah,
Biri biterken öbürü de başlar vermesin Allah,
Böyle gelmiş böyle gidecek korkarım vallah,
Yok mu çaresi dostlar fesuphanallah…”


Koridorda yanından geçen Ayla, Erkin Baba’dan mırıldandığı şarkıyı duymuştu;

“Alemin keyfi yerinde yine maşallah.” Gülümseyerek takıldı Ozan’a.

“Keyfim yerinde değil. Şu halime bak Ayla!”

“Geçecek, az kaldı, sıkma canını!”

Ayla, iyi kızdı, arkadaşlığı candandı, severdi onu. Birbirlerinin dilinden anlıyorlardı. Belki ikisinin de aynı okulu bitirmeleri, aynı mesleğe sahip olmalarıydı. Ayla mesleği olan mimarlığı şansı yaver gidip iyi bir yerde devam ettiriyor, o ise aynı yerde çaycılık yapıyordu. Bu işi de ona Ayla bulmuştu.Onun düşüncelerini, kafasındaki hedefleri biliyor, birikim yapıp buralardan gitmesine yardımcı oluyordu. Akşamları da ona birkaç kuruş daha kazanması için öğrenci projeleri yolluyordu. İlk zamanlar, mimarlık bürolarında asgari ücret kadar olmayan maaşla günde on on iki saat çalışıyor, bir adım ilerlemediği gibi rijit bir yaşam onu mutsuz ediyordu. O, düşüncenin adamıydı, düşünerek ekmeğini kazanacaktı, Bakacak, dolaşacak, algılayacak, dönüştürecek, biçimlendirecek yarayışlı hale getirecekti. Kuralsızlıklar, tek hedefin para kazanmak olduğu hırsla dolu yöneticiler onu amaçlarından uzaklaştırıyordu.

“Annem yok mu annem, hep onun yüzünden Ayla!”

“Ne suçu var kadının?”

“O çay dağıtırken ‘Geliyor çaylar. Açılmasın aralar.’ diye takılırdım. ‘Sus, çaycı olacaksın’ derdi bana. Kelimenin canı varmış.”


Bazı anlar ne olduğun değil ne olacağın önemlidir.


Çay ocağında az sonra gelecek konuklar için porselen demlikleri indirdi. Annesinin ona öğrettiği gibi, henüz kaynamaya başlamadan cızırtılar çıkaran ve içinde minik baloncukların oluştuğu “suyun pirelendiği” anda demliğine suları doldurdu ve demlenmek üzere kazanın üzerine yerleştirdi. Yarım saat sonra telefon çaldı. Sekreter konukların geldiğini, on iki kişi için çayları beş dakikaya hazırlayıp servis etmesini söylüyordu.

Özel fincanlar, servis peçeteleri, tutacaklar, şekerler, tatlandırıcılar, tarçınlar, nane yaprakları, limon dilimleri, kurabiye tabakları ve mis kokulu çayı servis etmek üzere servis masasında yerini aldı. Toplantı salonunun kapısını tıklatarak içeri girdi. Oda neredeyse dolmuştu. Göz ucuyla odadakilere baktı, çoğu kırkının üstünde olmakla beraber bir iki kişi kendi yaşlarındaydı. Sekizinci kişinin çayını verirken göz göze geldi. Liseden sınıf arkadaşı Fahri’yi hemen tanıdı. Bir süre birbirlerine baktılar. Fahri başını önündeki dosyalara çevirdi elindeki kalemi amaçsızca salladı. Cebindeki ipek mendilini düzeltti Louise Vuitton GmtVoyager saatine baktı.

“Koş Fahri koş. Kim tutar seni?”


2019, Ankara


dizin    üst    geri    ileri  




 33 

 SÜJE  /  otuz üçüncü sayı