ÖYKÜ

Semih Özcan  







İKİ BOYUTLU ÜÇGEN


Gece inatla kamaştırıyor gözlerinizi.Eksik bir yanınız ince ince sızlıyor. Gündüzden kalmanın mahmurluğu var üzerinizde.

Picasso’ya uyanıyorsunuz. ‘’Bir resim, yıkmalardan oluşan bir toplamdır. ‘’ Odanın dağınıklılığına ilişiyor gözleriniz. Gülümsüyorsunuz.

Yazısız çizgiler yakıyor genzinizi. Geçmişteki ayrılıklar gibi bırakıyorsunuz yatağınızı. Titreme miydi içinizdeki, ürperti mi?...aynalar da yakalayamıyor.

Odanızdaki karanlığın dozu artıyor. Geceye kaçıyorsunuz.

Denizi hep dışımızda yaşadık. Bunun için çıktım geceye. Geceyi, gün ağarırken değil, kararırken özlemek için.

Faust’a dipnotu düşen yalnızca Woody değildi. Benle sen de birbirimizin dipnotuyduk. Tersine çevrilen Hegellerle koparılan takvim koçanlarıyla ayakta durmaya çalışıyorduk.

Üç kişi, iki bilinmeyenli denklem gibi geçtik neonların altından. Ben, sen ve ‘o’… Bir mekana girdik sonrasında. Kapısı oyma işlemeli, som ağaçtan. İğrenç bir müzik karşıladı bizi. İğrenç ve tutuklayıcı… nefret ve nostalji. Tahta masalar, tahta bardaklar.

Şarap diyoruz ‘biz’. Ortaçağ mekanları, Ortaçağ damaklarıyla tadılabilir ancak. ‘O’ rakısına ortam karıştırmıyor,Ortaçağ’ını kendinde sürdürmekle yetiniyor.

Aşk hücrelerimizi dürtüklüyor. Ortaçağ tekili kalamıyoruz. Üçgenin sıradan bir noktası kalmakla yetiniyoruz. Sıradan ama ateşli, istekli, duygu yüklü arzulu noktası. Tek bir noktayla yetinmiyorum, o gecenin sonrasında, üç noktaya da kazıyorum adımı. Hayır, sen kazıyorsun. Ve ben yalnızca, üç nokta yanyana, seni törpülüyorum, bitiriyorum, çıldırtıyorum, öldürüyorum, sonra yine doğuruyorum, senin beni doğurduğun gibi.

Artık noktalar yığını karşılıyor seslerimizi. Ne yarım bırakıyor, ne bitiriyor. Kendimizi bitiriyoruz, üçgenin o iki sacayağının tükenmemesi uğruna.



dizin    üst    geri    ileri  


 



 31 

 SÜJE  /  otuz üçüncü sayı