Denizi hep dışımızda yaşadık. Bunun için çıktım geceye. Geceyi, gün
ağarırken değil, kararırken özlemek için.
Faust’a dipnotu düşen yalnızca Woody değildi. Benle sen de birbirimizin
dipnotuyduk. Tersine çevrilen Hegellerle koparılan takvim koçanlarıyla
ayakta durmaya çalışıyorduk.
Üç kişi, iki bilinmeyenli denklem gibi geçtik neonların altından. Ben,
sen ve ‘o’… Bir mekana girdik sonrasında. Kapısı oyma işlemeli, som
ağaçtan. İğrenç bir müzik karşıladı bizi. İğrenç ve tutuklayıcı… nefret
ve nostalji. Tahta masalar, tahta bardaklar.
Aşk hücrelerimizi dürtüklüyor. Ortaçağ tekili kalamıyoruz. Üçgenin
sıradan bir noktası kalmakla yetiniyoruz. Sıradan ama ateşli, istekli,
duygu yüklü arzulu noktası. Tek bir noktayla yetinmiyorum, o gecenin
sonrasında, üç noktaya da kazıyorum adımı. Hayır, sen kazıyorsun. Ve ben
yalnızca, üç nokta yanyana, seni törpülüyorum, bitiriyorum,
çıldırtıyorum, öldürüyorum, sonra yine doğuruyorum, senin beni doğurduğun
gibi.
Artık noktalar yığını karşılıyor seslerimizi. Ne yarım bırakıyor, ne
bitiriyor. Kendimizi bitiriyoruz, üçgenin o iki sacayağının tükenmemesi
uğruna.