ÖYKÜ

Hatice Çakı  







ZAMANIN ZİNCİRLERİ


İşçi bedenim, işçi ellerim soğuk, hissiz ve koyu. Bütün renkleri kaybetmiş ve aslından uzaklaşmış. Bir halka bir halka daha yan yana duruyor. İki halkayı birleştiren neydi? Buna kim karar veriyordu? Belki bu halkalara sorsak boncuk gibi yan yana dizilmeye karşı çıkacaklardı belki de isyan edip kavgaya tutuşacaklardı.

Aklımı yitirdiğim bir vakit, okulu bırakıp mahallemizdeki sanayide çalışmaya karar verdim. Aklımı yitirmem kızgınlığımın bir yansıması. Büyümeye can atıyordum ve biran önce para kazanmalıydım. Oysa ne güzel resimler yapardım. Bir gelenekmiş, saniyede çalışmaya başlayanlara ilk gün koca balyozu verirlermiş, benim ağırlığım ne ki… Ama direndim, yapacağım. Var gücümle sarıldım balyoza, vuruyorum soğuk demire, kendime, kararlarıma ve olmamış yaşamıma…

Zincirler üretiyoruz, irili ufaklı bir sürü zincir. Sanayiden çıkar çıkmaz zincirler mahpushaneye varır çeşit çeşit tutsaklıklara tanık olur, arabanın lastiğine sarılır şehir şehir gezer, hastaneye varır hastaları yatağa kilitler. Daha neleri bağlar, neleri ayırır?

Ayaklarım yaşadığım şehre inat farklı yönde ilerlemek isterken yine kendimi sanayiye varan yolda buluyorum. Sanayi, çok konuşan ama az şey söyleyen insanlarla dolu. Benim ne işim var burada? Oysa ne güzel resimler yapardım. O gün sanayiye vardığımda başka bir ilçedeki sanayide çalışacağımızı söylediler. İlk defa mahallemden uzaklaştım, şehrin hiç görmediğim lüks bir semtine doğru yola koyulduk. Biraz ileride deniz vardı, insanlar cıvıl cıvıldı ve serinlemek için denize giriyorlardı. Biz ise demirin sıcaklığını duymak sonra da onu soğutmak için balyoza sarılıyorduk. Arabadan indik ve ben etrafı aval aval incelerken bir kadın bize doğru gelmeye başladı. Hayatımda gördüğüm en güzel kadındı, yerimde çakılıp kaldım. Mini eteğiyle, kendinden emin yürüyüşüyle büyüsüne kapıldım ve birden onunla göz göze geldim. Onunla göz göze gelince içimde sakladığım, ötelediğim şeylerle de göz göze geldim. Kadın bütün bu içimdeki hüzünleri bakışlarıyla okşadı. Kadın, öyle bakınca, işçi ellerim, tırnaklarıma saplanmış kirlerden dolayı utandılar ve bir yerlere saklanmak istediler. Farkına varmadan ellerim arkada bağlandılar ve sahneden çekildiler. Üstüm başım eski püskü, onları artık bir yere saklayamam. Yırtıklardan tenim görünüyor, keşke yer yarılsa da içine girsem!

Sonra gece çöktü şehre, evlere, yüzümüze ve yaşadıklarımıza. Gündüz bitince her şey de biter sandım. Utancımdan kurtulmak için koşar adım eve vardım. Gizlice, hırpani kıyafetlerimden arındım, ellerimdeki kirleri tinerle kazıdım sonra duşun altında suyla birlikte her şeyin akmasını istedim. Her şeyin akıp gitmesini istedim; utancımın, yanlış yerde olduğum hissiyatının, pişmanlıklarımın…

Sonra akan suya karıştım, suyla birlikte aktım aktım ve oluşan su birikintisiyle borulara ulaştım. Borulardan süzülürken kayboldum ve başka bir evin banyosunda buldum kendimi. Tanımadığım bir evin banyosundan içeriye girdim ve korkarak kapıyı açtım. Uzunca bir koridordaydım şimdi. Koridorun her iki yanında duvarda asılı maskeler var. Yüzlerinde dinginlik taşıyan maskeler. Bir tablo; yosuna bulanmış mavinin içinde iki kırmızı balık yüzüyor. Bir saniye! Bu tablo benim. Bir yıl önce yapmıştım, resim öğretmenim çok beğenmişti ve annem de salonumuza asmıştı. Tablomun burada ne işi var? Bir hırsız gibi sessizce tanımadığım bir evde yürüyorum. Bu evin duvarında asılı olan tablo benim. Şaşkınlığımı bir kenara bırakarak başka bir odaya yöneldim. Özenle düzenlenmiş ve çokça kitabın olduğu bir oda. Bir bölümünde bir sürü müzik aleti var; çello, gitar, tef ve org. Tüm ıslaklığıma rağmen ardımda ayak izi kalmayışı çok garip. Başka bir odadan sesler duyuyorum, yavaş yavaş ilerliyorum. Ne olacaksa olsun, neden burada olduğumu öğrenmeliyim. İçeriye girdiğimde ayak seslerimi duyamıyorum ve burada iki kişi var; bir kadın ve bir erkek. Onlara doğru ilerliyorum ve bu merakla gelen cesaretime inanamıyorum. Kafalarını kaldırıp bana bakmıyorlar bile, sanki beni yok sayıyorlar ya da beni görmüyorlar. Biraz daha ilerleyince donup kalıyorum çünkü karşımdaki erkek benim. Kendi karşımda tıpkı sanayideki güzel kadına benzer bir kadın var, yalnız biraz daha esmerce. Üstümdeki kıyafet ne kadar da düzgün, bugünkü kıyafetlerimle hiç alakası yok. Tırnaklarım tertemiz, tinerin geçiremediği kirlerle alakası olmayan ellerim, palet tutan boyalı ellerim, benim ellerim. Elimde palet, karşımdaki kadını çiziyorum, kadının gözlerinin içi gülüyor otuzlu yaşlardaki bana bakarken. O an daha uzunmuşum gibi geldi, kendime bakıyorum, on beş yıl sonraki halim, saçımdaki beyazlardan çıkartıyorum bunu.

Bir an zihnimdeki zincirler tek tek kopmaya başlıyor. Gözlerim kararıyor, midemde garip bir yanma hissi. Gözlerimi açtığımda kendimi evimizde duşun altında hâlen akan suyun şırıltısında buluyorum. On beş yaşındayım. On beş yılda neler değişmez? Zincirler kırılır, yeni yollara sapılır, olmayan şeyler yeniden denenir, olasılıklar artar, güven gelir, coşkuyla koşulur, zamanın ellerinden tutulur, severek yaşama karışılır. Her şey mümkün, neden olmasın?
 

dizin    üst    geri    ileri  

 



 17 

 SÜJE  /  otuz üçüncü sayı