Adam hızlı adımlarla yürüyor, kadın ona yetişmekte zorlanıyordu. Geç
kalmıştı. Az sonra başlayacak bir konferansa konuşmacı olarak
katılacaktı. Bütün gece uyumamış, haftalardır hazırladığı konuşmasına son
noktayı koyamamıştı. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur trafiği felç
etmişti. Geç kalmamak için yolun geri kalanını yürüyerek tamamlamaya
karar verdi. Ona asistanlık yapan kadın elinde taşıdığı dosya çantasıyla
arkasından koşuşturuyordu. Hava o kadar soğuk ve rüzgârlıydı ki yağmura
rağmen şemsiye açamıyordu. Sadece koşturmaktan başka yapacakları bir şey
yoktu. Kadın, adamın arkasından koşarken nefes nefese:
- Ne kadar soğuk ve ıslak, dedi.
Adam duyumsamadı.. Çünkü az ötede, bir binanın havalandırma ızgarasının
üstüne serilmiş olan gazete kağıtlarında kıvrılmış yatan o kimsesiz adamı
gördü. Yağmura rağmen orada duruyor olmasına üzüldü. Bütün ilgisi adama
yoğunlaştı. Konferans, zaman, onu bekleyen dinleyiciler hepsi bir anda
önemini yitirdi. Saçak onu yağmurdan korumaya yetmiyordu. Yine de
ıslanıyordu. Üzerine çektiği naylon ıslanmıştı. Onu orada alıkoyan şey
ise sadece havalandırma ızgarasından gelen sıcak havaydı. Vicdanı
sızladı. Bir an onu oradan alıp sıcak bir eve götürmek, koruyup bakmak
istedi. Ancak tekrar yetişmek istediği konferansı aklına geldi ve
adımlarını sıklaştırıp yoluna devam etti. Yerde yatan adam yanından
geçerken ona seslendi:
- Halka dönük, halka açık kapılarınızdan boynumuzu bükerek, belimizi
kırarak, mini minnacık ufalarak biz de girsek olmaz mı?
Adam olduğu yerde kaldı. Yerde yatan adam ile göz göze geldiler. Yerdeki
adam yattığı yerden doğrulmadan başındaki eski ve kirli şapkasını
çıkararak saygıyla selam verdi. Adam iyice şaşırdı. Yağmur olanca hızıyla
iniyor ve ıslatıyordu ama o aldırmıyordu. Yerde yatan yitik bir insandı.
İçi burkuldu. Yitik Adam’ın gözlerine bakmaya devam etti. Yitik Adam da
ona bakıyordu. Bakışlarında insanı hüzünle birlikte içine çektiği girdabı
gördü. Gözlerinin manasındaki bu girdapta kaybolup gitmekten, bilmediği
belki de bilip de bilmezlikten, geldiği ya da unutmak istediği gerçekleri
görmekten korktu. Ama oracıkta şapkasıyla onu selamlayan adam hiçbir
şeyden korkmuyordu. Ne yağmurdan, ne soğuktan, ne evsiz kalmaktan ne
açlıktan ne de ölmekten korkuyordu. Onun bu korkusuzluğu adamın daha çok
ilgisini çekti ve bakmaya devam ederken Yitik Adam’a yaklaştı. Birkaç
saniye duraksadı. Durup adamla ilgilenmek istedi. Bir anda tekrar
konferansı hatırladı ve bu Yitik Adam gibi bir çok evsiz insan,
sokaklarda aç biilaç dolaşan hayvanlar olduğunu düşündü. “Hangi biri”
dedi ve her zaman herkesin yaptığı gibi yanından geçip yürüdü. Yitik
Adam, yine bir şeyler söyledi :
- Nereye bayım? Nereden nereye? İçmeye su bulamadığımız dereye!
Derenin başını tutmuşlar bir kere. Ayağa düşmüşe hak vere, rahmet vere!!
Yitik Adam’ın sözleri kulaklarından girip beyninin en küçük sinir
hücrelerine kadar ulaşıyor ve onu can evinden vuruyordu. Tekrar olduğu
yerde durdu. Sanki bir güç onun konferansa yetişmesini istemiyordu. Bir
insan olarak, aklı erdiğince tüm bilgileri edinmeye çalışmış, onları
kullanmış ve merdivenleri bir bir çıkarak bir yerlere gelmişti. Birkaç
dakika öncesine kadar kendini çok başarılı ve güçlü hissediyorken, onun
peşinden oradan oraya koşan kalabalığın egosuna yaptığı tatminin tadını
yakalamışken şimdi yıllardır yaptığı çalışmalar, aldığı takdirler,
kalabalıklar, kazandığı her şey ve başındaki şapka dahi bir anda uçup
gitmiş, önemini yitirmişti..
Hayat neydi? Onun yaşadığı mı yoksa ona bir şeyler söyleyen şuracıkta,
yağmurda, soğukta yatan Yitik Adam’ınki miydi? Birden kararını verdi.
Hayata ondan beklediğini vermeliydi. Yitik Adam’ı görmezden gelmeyecekti,
geri dönüp Yitik Adam’ı selamladı. Elini ona doğru uzattı:
- Selam sana.
Yitik Adam elini uzatmadı, sadece o hüzünlü ve derin bakışlarıyla öylece
baktı. Sustu.
- Sana yardımcı olmamı ister misin? Ya da benimle gelir misin?
Kadın yağmurun altında ve birkaç adım ileride olanları şaşkınlıkla
izliyordu.
Yitik Adam yattığı yerden doğrulmadan arkasını döndü. Adam tekrar sordu:
- Benimle gelir misin? Gel tut elimi, dost olalım seninle.
Arkası dönük şekilde yine bir şeyler söyledi:
- Ne lüzum var gösterişe, cakaya, bak sığmaz olduk şu koca dünyaya. Oysa
emsallerimiz gibi tümümüz, küçüle küçüle son satırdaki noktanın içinde
yitip gideriz.
Adam duydukları karşısında ne diyeceğini bilemedi. Kirli, lime lime olmuş
giysiler içinde soğuktan dertop olmuş bu adam; kendisinden biriydi, onun
bir yanıydı, eksiğiydi, belki de unutup gittikleriydi.
- Öyle şaşkın şaşkın bakma bu lâfa! Ömre uygun bir katsayı bulabilirsen
yaşa! Başka türlü olmuyor. Ya ağa ol! Ya Paşa!!
Ona uzattığı eli havada asılı kalmıştı. Yitik Adam ona tamamen sırtını
dönmüş ve ana karnındaki cenin gibi havalandırma ızgarasının üzerinde
kıvrılmıştı. Onunki ne başlangıç ne de sondu. Onunki yaşamın içerisinden
geçip gitmekti.
- O eli senin uzatman lâzım. Benim senin kapından boynumu bükerek, belimi
kırarak girmem lazım, dedi sessizce ve havada kalan elini hızlıca çekti..
Yitik Adam’dan ses çıkmıyordu. Tüm kapıları kapamış kimseyi içeri
almıyordu. Tıpkı onu herkesin almadığı gibi.
Adam, başı önünde, kendinden utanarak yoluna devam etti. Herkesin yaptığı
gibi yapmaktan, çevresini hissetmeden yaşamaktan utandı. Var olmaktan
dolayı var olanı görmemekten, bir şeyler öğrenirken insan olmayı
unutmaktan utandı. Farkındalık yaratırken yitirdiklerinden utandı. Ettiği
dualardan utandı. Başını kaldırdı yağan yağmura baktı, bulutlara baktı.
Konuşmasını bitireceği son nokta onu bulmuştu.
Kadın adamı bekliyordu. Onu bu soğukta ve yağmurda bir anda alıkoyan
Yitik Adam’a baktı. Hareketsiz bir eşya yığını gibi duruyordu. Adamın
konferans için kalan kısacık zamanında yerdeki adam ile ilgilenmesini
anlayamadı. Onlar gibi yüzlercesi sokaklarda yatıp kalkmıyor muydu
zaten..