ÖYKÜ

Şeyda Gökoğlu   





 

SON SATIRDAKİ NOKTA


Adam hızlı adımlarla yürüyor, kadın ona yetişmekte zorlanıyordu. Geç kalmıştı. Az sonra başlayacak bir konferansa konuşmacı olarak katılacaktı. Bütün gece uyumamış, haftalardır hazırladığı konuşmasına son noktayı koyamamıştı. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur trafiği felç etmişti. Geç kalmamak için yolun geri kalanını yürüyerek tamamlamaya karar verdi. Ona asistanlık yapan kadın elinde taşıdığı dosya çantasıyla arkasından koşuşturuyordu. Hava o kadar soğuk ve rüzgârlıydı ki yağmura rağmen şemsiye açamıyordu. Sadece koşturmaktan başka yapacakları bir şey yoktu. Kadın, adamın arkasından koşarken nefes nefese:

- Ne kadar soğuk ve ıslak, dedi.

Adam duyumsamadı.. Çünkü az ötede, bir binanın havalandırma ızgarasının üstüne serilmiş olan gazete kağıtlarında kıvrılmış yatan o kimsesiz adamı gördü. Yağmura rağmen orada duruyor olmasına üzüldü. Bütün ilgisi adama yoğunlaştı. Konferans, zaman, onu bekleyen dinleyiciler hepsi bir anda önemini yitirdi. Saçak onu yağmurdan korumaya yetmiyordu. Yine de ıslanıyordu. Üzerine çektiği naylon ıslanmıştı. Onu orada alıkoyan şey ise sadece havalandırma ızgarasından gelen sıcak havaydı. Vicdanı sızladı. Bir an onu oradan alıp sıcak bir eve götürmek, koruyup bakmak istedi. Ancak tekrar yetişmek istediği konferansı aklına geldi ve adımlarını sıklaştırıp yoluna devam etti. Yerde yatan adam yanından geçerken ona seslendi:

- Halka dönük, halka açık kapılarınızdan boynumuzu bükerek, belimizi kırarak, mini minnacık ufalarak biz de girsek olmaz mı?

Adam olduğu yerde kaldı. Yerde yatan adam ile göz göze geldiler. Yerdeki adam yattığı yerden doğrulmadan başındaki eski ve kirli şapkasını çıkararak saygıyla selam verdi. Adam iyice şaşırdı. Yağmur olanca hızıyla iniyor ve ıslatıyordu ama o aldırmıyordu. Yerde yatan yitik bir insandı. İçi burkuldu. Yitik Adam’ın gözlerine bakmaya devam etti. Yitik Adam da ona bakıyordu. Bakışlarında insanı hüzünle birlikte içine çektiği girdabı gördü. Gözlerinin manasındaki bu girdapta kaybolup gitmekten, bilmediği belki de bilip de bilmezlikten, geldiği ya da unutmak istediği gerçekleri görmekten korktu. Ama oracıkta şapkasıyla onu selamlayan adam hiçbir şeyden korkmuyordu. Ne yağmurdan, ne soğuktan, ne evsiz kalmaktan ne açlıktan ne de ölmekten korkuyordu. Onun bu korkusuzluğu adamın daha çok ilgisini çekti ve bakmaya devam ederken Yitik Adam’a yaklaştı. Birkaç saniye duraksadı. Durup adamla ilgilenmek istedi. Bir anda tekrar konferansı hatırladı ve bu Yitik Adam gibi bir çok evsiz insan, sokaklarda aç biilaç dolaşan hayvanlar olduğunu düşündü. “Hangi biri” dedi ve her zaman herkesin yaptığı gibi yanından geçip yürüdü. Yitik Adam, yine bir şeyler söyledi :

- Nereye bayım? Nereden nereye? İçmeye su bulamadığımız dereye! Derenin başını tutmuşlar bir kere. Ayağa düşmüşe hak vere, rahmet vere!!

Yitik Adam’ın sözleri kulaklarından girip beyninin en küçük sinir hücrelerine kadar ulaşıyor ve onu can evinden vuruyordu. Tekrar olduğu yerde durdu. Sanki bir güç onun konferansa yetişmesini istemiyordu. Bir insan olarak, aklı erdiğince tüm bilgileri edinmeye çalışmış, onları kullanmış ve merdivenleri bir bir çıkarak bir yerlere gelmişti. Birkaç dakika öncesine kadar kendini çok başarılı ve güçlü hissediyorken, onun peşinden oradan oraya koşan kalabalığın egosuna yaptığı tatminin tadını yakalamışken şimdi yıllardır yaptığı çalışmalar, aldığı takdirler, kalabalıklar, kazandığı her şey ve başındaki şapka dahi bir anda uçup gitmiş, önemini yitirmişti..

Hayat neydi? Onun yaşadığı mı yoksa ona bir şeyler söyleyen şuracıkta, yağmurda, soğukta yatan Yitik Adam’ınki miydi? Birden kararını verdi. Hayata ondan beklediğini vermeliydi. Yitik Adam’ı görmezden gelmeyecekti, geri dönüp Yitik Adam’ı selamladı. Elini ona doğru uzattı:

- Selam sana.

Yitik Adam elini uzatmadı, sadece o hüzünlü ve derin bakışlarıyla öylece baktı. Sustu.

- Sana yardımcı olmamı ister misin? Ya da benimle gelir misin?

Kadın yağmurun altında ve birkaç adım ileride olanları şaşkınlıkla izliyordu.

Yitik Adam yattığı yerden doğrulmadan arkasını döndü. Adam tekrar sordu:

- Benimle gelir misin? Gel tut elimi, dost olalım seninle.

Arkası dönük şekilde yine bir şeyler söyledi:

- Ne lüzum var gösterişe, cakaya, bak sığmaz olduk şu koca dünyaya. Oysa emsallerimiz gibi tümümüz, küçüle küçüle son satırdaki noktanın içinde yitip gideriz.

Adam duydukları karşısında ne diyeceğini bilemedi. Kirli, lime lime olmuş giysiler içinde soğuktan dertop olmuş bu adam; kendisinden biriydi, onun bir yanıydı, eksiğiydi, belki de unutup gittikleriydi.

- Öyle şaşkın şaşkın bakma bu lâfa! Ömre uygun bir katsayı bulabilirsen yaşa! Başka türlü olmuyor. Ya ağa ol! Ya Paşa!!

Ona uzattığı eli havada asılı kalmıştı. Yitik Adam ona tamamen sırtını dönmüş ve ana karnındaki cenin gibi havalandırma ızgarasının üzerinde kıvrılmıştı. Onunki ne başlangıç ne de sondu. Onunki yaşamın içerisinden geçip gitmekti.

-  O eli senin uzatman lâzım. Benim senin kapından boynumu bükerek, belimi kırarak girmem lazım, dedi sessizce ve havada kalan elini hızlıca çekti..

Yitik Adam’dan ses çıkmıyordu. Tüm kapıları kapamış kimseyi içeri almıyordu. Tıpkı onu herkesin almadığı gibi.

Adam, başı önünde, kendinden utanarak yoluna devam etti. Herkesin yaptığı gibi yapmaktan, çevresini hissetmeden yaşamaktan utandı. Var olmaktan dolayı var olanı görmemekten, bir şeyler öğrenirken insan olmayı unutmaktan utandı. Farkındalık yaratırken yitirdiklerinden utandı. Ettiği dualardan utandı. Başını kaldırdı yağan yağmura baktı, bulutlara baktı. Konuşmasını bitireceği son nokta onu bulmuştu.

Kadın adamı bekliyordu. Onu bu soğukta ve yağmurda bir anda alıkoyan Yitik Adam’a baktı. Hareketsiz bir eşya yığını gibi duruyordu. Adamın konferans için kalan kısacık zamanında yerdeki adam ile ilgilenmesini anlayamadı. Onlar gibi yüzlercesi sokaklarda yatıp kalkmıyor muydu zaten..

2018, Ankara


dizin    üst    geri    ileri  




 32 

 SÜJE  /  Şeyda Gökoğlu  /  yirmi yedi mart iki bin on sekiz  / 27