Işığın en az ulaştığı köşeye çektiği sandalyesine yan oturarak sırtını
duvara dayamış, başının bir tarafına eğdiği kasketinin altından gelene
gidene bakıyordu. Genç bir erkek ile genç bir kadın, biraz üzgün ve
birbirlerine dokunmaktan korkarcasına önünden geçtiler. Genç kadın
ağlamaklı bir ses tonuyla konuşuyordu.
- Neden uğraşmıyorsun?
Erkeğin yüzünde konuşmanın sıkıntısı asılı kalmıştı. Kısık bir sesle
cevap verdi,
- Denedim, olmadı.
Ayaklarının altındaki taş döşemelerden kırgın adımların hüzünlü sesi
duyuluyordu. Birbirlerini anladıklarını zanneden gençler ya da
anlaşılmadıklarını düşünen gençler küçük bir kuruntuya geleceklerini feda
etmezler mi? Onlara yardımcı olmak istedi ve bağırdı.
Kafasını sağa sola salladı yanında duran masadaki bardağından bir yudum
aldı, dirseğinin altına koyduğu kitabı masanın diğer tarafındaki
kitaplara doğru itti. Masanın üzerinde uyuklayan kedi korkuyla sıçrayıp
kaçtı.
Koltuğunun altına sıkıştırdığı kitabı ile iskeleye doğru bir delikanlı
yürüyordu. Önünden geçerken ona seslendi,
- Oku, oku sen de oku! Dipsiz bir kuyudur okumak, sonu gelmez. O kitaplar
yok mu, o kitaplar? Önce hava olsun diye koltuğunun altına sokuşturursun,
sonra paravan olarak kullanır, arkasına saklanırsın. Dikkat et bak, sen
onu kullanırken o seni kullanmaya başlar. Ne demiş Nietzsche! “Başka
benlikleri dinlemekten başka nedir okumak?” Kendini oku!
Delikanlı bu ilginç adama gülümseyerek, selamladı. Adam delikanlının
davranışından mutlu olmuştu. Elinde tuttuğu bardağını gence doğru
kaldırdı. Delikanlı gözden kayboluncaya kadar arkasından baktı. Tanıdık
hayatlar, tanıdık insanlar gibiydiler.
Az ilerde kıyıda banka oturmuş bir adam gördü. Alaca karanlıkta adam bir
şeyler yapıyordu. Altına aldığı ayağını aşağıya indirdi, sırtını
dikleştirdi. Biraz daha öne doğru eğilerek adamı incelemeye başladı. Orta
yaşlarda, atletik yapılı bir adamdı. Sokak lambasının ışığı adamın
saçlarındaki beyazlıkları gümüşten tellere dönüştürüyordu. Metalik
ışıltılar oluşturuyordu. Birkaç martı, adamın attığını yakalayabilmek
için alçalıp yükseliyordu. Her eğilip doğruluşunda saçlarındaki gümüş
tellerin pırıltısı lambanın denizde oluşturduğu yansımalarla birleşerek
karanlıkta aydınlığa açılmış bir kapı siluetini andırıyordu. Ve adam bu
sihirli kapıdan girmeye çalışıyormuş gibi görünüyordu. Dayanamadı ve
bağırdı,
- Heyyyy! Gündüzler torbaya mı girdi? Gecenin bu vakti martılara yiyecek
atıyorsun. Bırak mahlûkat geceyi bilsin, uyusun. Her şey sistem içinde,
sen de onun içinde. Bozma dünyanın düzenini!
Beyaz saçlı adam duymuyor, aynı harekete devam ediyordu. Belki de duyuyor
ama ilgilenmek istemiyordu. Kendi dünyasının yansımasında gidip
geliyordu. Elindeki son simit parçalarını da denize doğru fırlattıktan
sonra karanlıklara doğru yürüdü gitti. Onun gitmesiyle, sokak lambasının
denizin üzerindeki pırıltıları yok olmuş yerini karanlık bir boşluğa
bırakmıştı.
- Umutlarını kaybedenlerin yokluğunda yitip gitmişsin, yazık. Oysa ne
kolay kendin olmak, dedi.
İleriye doğru ittiği kitaplardan birini açtı, ışığın ulaşamadığı
köşesinde sayfaları çevirdi. Yüzündeki çizgiler düzeldi, gözleri büyüdü
ve kasketini düzeltti. Gece de olsa gündüz de olsa çıkarmadığı kasketi
sanki onun gözleriydi. Anlamlandıramadığı bir karanlık, önündeki kitabın
sayfalarına düşmüştü. Sayfalardaki karanlıkta sürüklenmeye başladı. Önce,
önünden geçen sevgilerini yitirmiş gençleri gördü. Kadın ağlıyordu. Tıpkı
otuz beş yıl önce karısıyla ayrılmaya karar verdikleri an gibi.
Yanlarından geçerken, yüzlerini gördü. Yarım bırakılan aşkın, evliliğinin
unutamadığı kadınıydı. Adam ise çaresiz bakışlarla boşluğa doğru
bakıyordu. Bu gözler hiç yabancı değildi. Kendi çaresizliğinin
gözleriydi. Birisi sanki geçmişine ayna tutuyordu. Hızlıca kaçmak istedi.
Kaçamadı. Bir gence çarptı. Kitapları olan delikanlıydı bu. Kitaplar yere
düşmüş, genç onları almak için yere eğilmişti. Yardım etmek istedi,
eğildi, yine kendi gözleriyle göz göze geldi. O gözlerde uçup giden
umutlarını gördü. Gençliğinde bitirmesi gereken üniversite eğitimini
tamamlayamadığı anı hatırladı. Sınava yetişmek için hızlıca yürürken
çarptığı yaşlı adamın ölmesi her şeyin sonu olmuştu. Bir insanın yaşamı
sonlanacaksa bunun sebebi kendisi olmamalıydı. Olmaması gereken.. ama
olan olaylar girdabında benliğini, yaşama sevincini kaybedip gitmişti.
Kötü sonuçlanacak hiçbir olayın içinde olmamalıydı, bu kaygıyı kafasından
atamıyordu. Günler geçtikçe kaygılarının çeşidi daha da artıyordu.
Biriyle mücadele ederken öbürü ortaya çıkıyordu. Bu durumdayken onu
seven, yanından bir an olsun ayrılmayan kadını bırakmak istemeyip onunla
evlenmişti. Evlilik iyi gelir diye düşünmüş ama yanılmıştı.
Onu saran, kendisine çeken karanlıkta yürümeye devam etti. İleride beyaz
saçlı adamı ve etrafında uçuşan martıları görür gibi oldu. Adımlarını
sıklaştırdı. O, sokak lambasının altında denizde martılara bir şeyler
atan adamdı. Yine kendisi miydi? Sonunda adama yetişti. Yanına iyice
yaklaştı, kolundan tutup çevirmek istiyordu ama yapamıyordu. İki farklı
kesitte gibiydiler. Adamın yüzüne dikkatlice baktı. O yüz, her şeyi
bırakarak kendisine yeni bir dünya kurmaya karar verdiği, kendisine
birden yabancılaştığı anın yüzüydü. Öğrendiği bütün doğruların tıkandığı
ve o doğrular ile anlaşılabilir bir cümle dahi kuramaz olduğu,
anlamsızlaştığı gecenin yüzüydü. Araf’taydı. Bildiği bütün doğrulardan
vazgeçerken, yeni doğrularda kendisini aramak istediği bir sonun
başlangıcında sıkışıp kalmıştı. Şimdi o yüz ile karşı karşıyaydı. O yüz,
tek bir doğru olan var oluşun düzleminde gidip gelen parabol gibiydi.
Sanki her şey yeniden oluşuyordu. Önce kendisine yabancılaşıyor, sonra
sancılar çekiyor, çıkış için arayışlara başlıyor ve o anda doğru bildiği
benini yok edip yenisini oluşturuyordu. Tüm zamanları ötede tekrar
beliriyordu. Hep bir döngüydü. Az önceki karanlık ve boşluk gibi.
Kıyıdaki beyaz saçlı adamın yaptığı gibi pırıltılardaki sihirli bir
kapıdan girmek istiyordu. Bir anda kendini duyumsadı. Ötekilerinin
kendisinden uzaklaştığını gördü. O duyumsama içinde büyük bir haz alıyor,
kendi döngüsünde yeniden doğuyordu. Bacaklarının etrafında dolaşan kediyi
fark etti. Sıcacık ve sevimli bakışlarıyla kedisi ona bakıyordu.
Toparlandı.
- Kalkma zamanı geldi diyorsun. Haydi, o zaman gidelim. Düş bakalım önüme Senben.
Kedi onu anlamışçasına koşturdu, adam arkasından ağır adımlarla ilerledi.
Gecenin içinde, sokak lambalarının ışığında kayboldular.