İş hayatının belki de en uzun mesaisi nihayet bitti. Dün geceden itibaren
söylenen konuşulan hiçbir şeyi duymuyordu, kendini bile... bu sürpriz
karşısındaki heyecanı istese de başka herhangi bir şeye odaklanmasına
engel oluyordu.
Saat kaçta ve nerde görüşeceklerine dair hiçbir fikri yoktu aslında…
erken de gelmiş olabilirdi bu ihtimalin yaşanabileceği yere.. defalarca
provasını yaptığı görüşme anı yaklaştıkça böyle bir olayın imkansızlığına
daha çok inanıp şimdiden üzülüyordu üstelik…
Fakat her şeyden önce sakinleşmesi lazımdı. Uzun bir süre dolaşıp, sıkça
tavsiye ettiği şeyi kendinde uygulamaya çalışarak akvaryumu andıran
denizi ve balıkları izlemeye başladı. Bir de kendisinde görebilseydi ya
bu çok inandığı sakinleştirici etkiyi.. kahve, çay, bir çay daha… bir
şeyler yemek daha doğru olurdu belki...
Kendini zorlukla ev yemekleri yapan minik lokantaya attı. Burası evinin
mutfağından daha çok ziyaret ettiği bir yerdi. Birkaç masalık mekânda boş
bulduğu sandalyeye sağa sola çarparak nihayet oturabildi. Etraftaki
herkes bu heyecanının farkına varmış ve hepsi onu izliyormuş gibi
hissedince iyice kontrolden çıktı. Çantasını da yerleştirdikten sonra
derin nefesler alarak “hadi sakinleş.. daha derin ve uzun nefesler… evet
sakinleşiyorsun.. sakinleşşş” telkinlerini içinin en yüksek sesiyle ve
artık emir kipinde defalarca tekrar etti… her defasında küçücük mutfaktan
gelen çeşit çeşit yemek kokularının her birinin hangi yemek olabileceğini
tahmin etmeye çalışırdı.. ancak şimdi kalbinin hızlı atışlarından ve
kesik kesik nefesinden başka bir şey duyamadığı için bu küçük oyunu
oynamıyordu..
Mekân sahibinin kaçıncı sormasından sonra kısık ve titreyen sesiyle “bir
çorba alabilirim” diyebildi. “Evet evet çorba iyi gelecek, hem annemin
çorbası gibi.. bu beni rahatlatır” diye devam etti kendine dinletemediği
iç konuşmalarına.. çorbaya ilk defa gördüğü bir şeymiş gibi uzun süre
baktı, daha doğrusu görebildiğinden bile emin değildi. Neyse ki kaşık
tanıdık geldi… yemeğe, bir kâsecik çorbaya odaklanmak, adeta savaşa
dönüşmüştü..
Bitiremeden bıraktı yılgınlıkla.. yemeklerinin her zaman iştahla
yenmesine alışık lokanta sahibi şaşkınlıkla “beğenmediniz mi yoksa” diye
sormaktan kendini alamadı. Sadece titreşimlerini hissedebildiği iyice
kısılmış sesiyle “çok güzeldi.. çok aç değilmişim sanırım” karşılığını
verebildi.
Zaman algısı kalmamıştı; ne akıp gidiyordu ne durmuştu.. “burada” ,
“şimdi” neydi bu kavramlar sahi… hiçbir şey tanıdık değil.. hafızasını
zorlamasına rağmen derinliklerinden eli boş döndü. Hafızası yine
yapacağını yapmıştı duygusal hiçbir yaşantısının kaydını tutmayarak…
aslında bu çok sevdiği bir özelliği olsa da şimdi nasıl da ihtiyaç
duyuyordu geçmişinde yine böyle hissettiği bir ana gitmeyi ve ne
yapacağını bilir bir halde dönmeyi.. her şeyi ilk defa yaşıyor gibi
olmanın tatlı acemiliğini duymasa da olurdu bu defa.. hiçbir ana,
yaşantıya ve o yaşanacak her ne ise onu yaşatacak olana haksızlık etmek
istemezdi; ezberden yaşamak, yaşantıları, deneyimleri (!) kopyalamak bu
anlama geliyordu onun için.. Acemiliğin, şaşkınlığın ve en güzeli bu
heyecanın tadını çıkarmak lazım; “bırak ellerin, sesin titresin;
yüreğinin müziğine kulak ver sadece.. bıraaaak…”
Bunları hatırladığı anda yaşadığı her ne ise ondan sonuna kadar keyif
almaya karar verdi. Başından beri kendini dışardan da izlediğini ve bu
haliyle nasıl eğlendiğini fark etti... Ne muhteşemdi! bu bilinmezlik
karşısında elleri ayakları titriyor, ne yapacağını bilemez bir halde
saatlerdir dolaşıyordu. Kaç mağaza gezdi içlerindeki hiçbir şeyi
görmeden.. Bu karşılaşmayı düşlerken bile ellerini nereye koyacağını,
gözlerinden taşanı nasıl gizleyeceğini bilemezdi; üstelik defalarca
denemesine rağmen mutlu ya da mutsuz bir son getiremezdi. rüyalarında
bile bu böyleydi.. kendisinin de başkalarının da yaşanmışlığından
rahatlatıcı bir etki hatırlamaya çalışmak ne boş ne gereksiz bir çaba…
zaman, tarihler, takvimler.. An’a gönüllü teslim olmuş biri için bunların
sadece basit bir toplama ya da çıkarma işleminden ibaret olduğunu bir
daha fark etti.
Defalarca görüşmemişler miydi işte.. bahar gelir gelmez kırların
yüreğinden taşan coşkuyla yeşillenip çiçeklendiğini, bunda muhakkak bir
aşk olduğunu…ikisi arasında gidip gelen kelimelerden taşan da buydu...
Lirik hallere kapıldığı bu mevsime onun varlığı da eklenmişti bu defa.
dokunduğu tüm renklere, çiçeklere ve kokularına, yarattıkları bu coşku
için tek tek teşekkür etmeyi ihmal etmiyordu.. kendisinden taşan bu
coşkuyu dünyadaki herkesin yüreğine ulaştırdığı ritüelleri sık sık hayal
ederdi.
Açan ilk papatyayı birlikte bulup, kozasından çıkan ilk kelebeğin peşine
çocuk hayranlığıyla takılmamışlar mıydı… birlikte nisan olup rengarenk
açan çiçeklerin üstüne yağdılar usul usul… çiçeklerin arasına gizlenmiş
uğurböceğini görünce onu incitmeden alıp bu aralar şansa ihtiyacı
olduğunu düşünerek onun sol omzuna koymuştu.
Yaz gelene kadar her gece rüyasında denizin sıcaklığını birlikte
ölçtüler.. Denize olan tutkusunu bildiği için onu yüzerken seyretmeyi
iple çekiyordu… cümleleri devirip devirip kullandığı konuşmalarında onun
her cümleyi sabırla düzeltmesine, yanlış telaffuzlarına sinirlenmesine
bunları bilerek yapıp üstelik, içten içe titiz halleriyle az mı eğlendi…
Süryani şarabı kadehlere dökünce şarabın renginde Hayyam’ı görmediler mi…
birbirlerini tanımadıkları, göremedikleri tüm zamanların özlemiyle uzun
uzun bakışmadılar mı… şişenin dibine vardıklarında onları orda bekleyen
denizkızına şiirler okudular gecelerce.. “düşüne denizkızı girmişin iflah
olmazlığında” bir dokunuşun öpüşün sıcaklığı dudaklarında uyanarak.
Söz’ün gücüne duyduğu inancı bu yaşanmışlıkta bir daha hissetti..
“Düşlenebilen her şey bir yaşanmışlıktır aslında” dedi kendi kendine…