“Özü dile getirmek için az sözcük gerekir bize; bunu gerçekleştirmek
içinse bütün sözcükler gerekir.” der Paul Eluard. Bir şiiri güçlü kılan
temel unsur; işlediği konu-temadan çok, o tema-konunun özünü fışkırtan
bütün sözcüklerin dizelere, imgelere, bağdaştırmalara giydirilmiş
olmasıdır. Bu açıdan bakıldığında, şiiri zayıflatan iki kemirgen vardır.
Biri; sakız gibi uzayan sözcük yığını ya da sözcük oyunudur. Diğeri; dize
ve bölümlerin bağlam-anlam-bağdaştırma ve bağlaşıklık bakımından sorunlu
olmasıdır.
Her ay dergilerde yer alan binlerce şiir, bu ölçütle değerlendirildiğinde
önemli bir bölümünün “zayıf” olduğu görülmektedir. Seri üretim yapan
şairciklerin de az olmadığı bir ülkede, “özü, bütün sözcükleri özümleyen
az sözcükle şiirleme”nin ne denli gerekli olduğu ortadadır. Bu minval
üzere, üç kitabıyla şiir dünyamıza girmiş bulunan Mevlüt Kırnapçı’nın
şiirini değerlendirmekte yarar görüyorum.
1960’ta Zonguldak Çaycuma’ya bağlı Yeniköy’de doğan, uzun yıllar
öğretmenlik yapıp 2008’de emekli olan, doğduğu toprakta tiyatro başta
olmak üzere edebiyat-sanat etkinliklerine öncülük eden,
roman-öykü-tiyatro metinleri de kaleme alan MevlütKırnapçı’nın ilk şiir
kitabı, Temmuz 1998’de yayımlanan “çığlıkları ıslak çocuk”tur. Nisan
2004’te “güleç yüzlü hüzün”, Haziran 2006’da da “sızı” kitapları
yayımlanmıştır. Kitapların adlarının çağrışımından da anlaşılabileceği
üzere şair, toplumsal-siyasal mücadelelerin dalgalı da olsa yükseldiği
bir dönemde “büyüme”nin ve 12 Eylül yıkımının yarattığı kırılmalardan
“geçme”nin şiiriyle karşımıza çıkmaktadır. Mehmet Başaran onun için,
“Taşı delip gün ışığına çıkan, yöresine alıcı gözlerle bakan bir ozan”
diyor ve ekliyor: “Babasının kazmasını kullandığı ustalıkla kullanmak
ister kalemini. Tehlikeleri göze alarak iner dilin ocağına.” Doğrudur,
“dil ocağı” burgaçlıdır, oradan özü gün ışığına estetik olarak fışkırtan
sözcükleri çıkarıp ustaca örmek kolay değildir. Bu zorluğun sıkıntılarını
Mevlüt Kırnapçı’nın şiirinde de görmekteyiz, güzelliklerini gördüğümüz
gibi. “Yosunlar arasında temiz sudur çocukluğum” ile “saçlara düşer
anıların hüznü / yürür ilkyaz sabahı ırmaklara” (“yürek sıcaklığında”,
güleç yüzlü hüzün, s.82) dizelerinde imbikten süzülerek çağlayan bir şiir
söz konusuyken, “yokuş aşağı sürdük ayaklarımızı bilet yok sanat var /
aynı çığırtkanlığı seç beni seç beni seç beni seç” (“değil”, güleç yüzlü
hüzün, s.24) dizelerinde anlam-bağlam-bağdaştırma bütünselliği açısından
kopuk ve savruk bir durum söz konusudur.
İlk kitabında yorgunluk, karamsarlık ve umut, düş ve gerçeklik
salınımında şiirler ağır basar. “unutun” şiirinde bunu somutlamak mümkün:
“kara trende ağlayıp / vardiyada güldünüz / alamanya yedi / zonguldak
yaktı sizi // dalgalar beyaz köpüklü / kumlar sıcak / yok olduk / unutun
bizi”
İkinci kitapta ise kırgınlıkla beraber direniş, mücadele, düş-gelecek
kurgusu öne çıkar. Birçoğunda gördüğümüz gibi “bir dal kızardı”
şiirindeki şu bölümü örnekleyebiliriz: “geldi gelecek umudun sevinci /
ılık bir ilkyaz yeli çalacak kapımızı / dostluğumuzun kanıtı uçan
kelebeğin yüreği / sular balık oynatıyor eminim / ellerim cebimde
yürüyorum.” (s.17)
Üçüncü kitapta, “sızılar” içindeki insana ve halka sezgili ve yergili bir
dille gelecek kurgusu için umut seslendirilir. “hükümsüzdür” şiirinde,
“bıçak yüreği kında olmaktır / halk dediğin bıçağı ele almaktır” (s.34)
dizeleriyle kendini gösterir bu dil.
Mevlüt Kırnapçı için, niçin “kapıları şiirle açan” dediğime gelince…
Denizle dağların arasında yol alan ve yeraltı şehrinde ekmeğini kazanan
insanların yaşadığı Zonguldak coğrafyasında yaşamanın zorluk ve
güzelliklerini, her an beyninde, yüreğinde ve ayaklarında duyumsayan bir
şair her şeyden önce. “Yosunlar arasında temiz su” olan çocukların
öğretmeni, henüz tomurcukken Nâzım’ını kaybeden bir baba ve doğayı
keyfince kullanmak isteyenlerin karşısına dikilen bir toprak ve yaprak
sevdalısı… Bunların bileşkesi bir yetkeyle, yaşam kapılarını özgürlüğe ve
ortaklaşmaya açma kavgası veren bir şair Mevlüt Kırnapçı. Açılması ve
aşılması gereken “kapılar” onun şiirinde şöyle karşımıza çıkar: “açın
kapıları içim daraldı”, “kapıları kapama dedim sana”, “aralık güneşi
dostluğun kapalı tüm kapılar”, “bu kapıyı kapatıyorum dönüşü yasak”,
“açar kapılarını akşamlara // yatar kapı önlerinde umarsız // kapısında
dilenciler dolanır”, “aç kapıyı ben geldim / ölüme kaç var söyle”, “ölüm
kapıda / sürter ayaklarımız”, “açıp kapıları haykırmak gökyüzüne”,
“kapılara doluşurken insanlar”, açık tüm kapılar / yüreğimiz soğuk”,
“kahvemi aldım mı kapım kapanır”, “şimdi kapalı bir kapı özlemim”, “gece
kapanır kapılar / sabaha düşer kar”, “güneş yüklü gözlerin / açık kapılar
hırsızıdır”, “şair yazar şair hep açmaz bir kapı”, “iş ister kapı çalar
yenilmiş prometheus’tur”, “sıcak bir yandan çalar kapıyı” dizelerinden
sonra “kapılar neden kapalı” diye “aykırı sorular”da sorar ve “ah o…
güzel günler”de“açarım kapısını düş evlerinin” dizesini kurar. “Kapı”
sözcüğünün geçtiği onlarca şiirden alıntıladığım bu dizeler de
göstermektedir ki, şairin doğa-toplum ilişkisinde “kapı”, metafor olarak
çok önemlidir. Diğer dizelerde “kapı” hep aşılması, “düş evlerinin
kapısı” ise açılması gerekendir. Şair, aşma ve açmanın öznesidir; okuru
da bu yolculukta özneleştirendir.
Onun şiirinde madenciler, gurbetçiler, istasyoncular, tarım emekçileri,
ormancılar, öğretmenler, simitçiler, çocuklar kısa ve yoğun dizelerle
resmedilir. “istasyon” şiiri şöyle biter: “yolu çamur evi nemli / giysisi
bir ucuzluk kapışması / bir çınar gölgesi bilir / bir de baca gölgesi /
rayları döşeyen babasıdır / dumanı çeken kendisi // bir istasyondur ki
treni durmaz / istasyonlara devlet hiç uğramaz” (güleç yüzlü hüzün,
s.47). Çocuğun duyarlığından babasının kişiliğinde madencileri şöyle
işler Mevlüt Kırnapçı “çocukluğa şiir”de: “dağ taş kar olmuştur ki kıştır
/ yatar bir karakuş çalılıkta / trenler akar kömür tozu düdükleriyle /
vagonlar alır götürür babamı / bir kuru tayındır gelir sevinçli /
merdivenler bir türküdür gıcırdar” (güleç yüzlü hüzün, s.78)
Eşi Bahriye’ye ithaf ettiği “yürek sıcaklığında” şiirinde oğul acısını
yüreğimize şöyle işler: “düşler ülkesine yürüdü / çocukluğunu anımsadı //
bir oğul tadında güldü / bir oğul tadında ağladı / deli poyrazdır kış
soğuğu / hasretleri dağladı” (güleç yüzlü hüzün, s.81) “Yol, yolcu ve
yolculuk” diyalektiğini işlediği “bir bakar gül olur / bir bakar acı /
hüznü yükleyip damlalara / bir bakar yolcu” (s.85) dizelerinde tezat
sanatını kullanan şair, “hüznü damlalara yüklemek”le de devinim ve
dönüşümü çağrıştırır. Buradan hareketle Mevlüt Kırnapçı’nın, çok ilginç
bağdaştırmalarla imgeler oluşturduğunu da örnekleyebiliriz. Üç bölümlük
“sahi” şiirinin bölüm başı dizeleri şöyledir: “kedibozan günler güneşi
öteledi // kedibozan günler beni duvara çaldı // kedibozan günler sipere
mermi taşıdı” (s.96). Bu dizelerdeki “kedibozan günler” daha önce hiç
duymadığım, görmediğim bir imge olmanın yanında eğretileme/kişileştirme
sanatına da örnek teşkil etmektedir.
Üçüncü kitap “sızı”nın alt başlığı “sürgün şiir”dir. “gülmelerin”
şiirinde, niçin bu altbaşlığın konduğu şu dizelerle sezdirilir: “sürgün
bir şiire varacak elin / gözlerini silecek gülmelerin.” Bu kitapta da
çocuklara dair şiirler ya da dizelere sıkça rastlamaktayız;“bayraklar
açacağız gözlerimizin parıltısına / yollara dökeceğiz yaşamın gizemini /
temiz anılar bırakacağız çocuklara” (sızı, s.7) dizelerinde görüldüğü
gibi. Bu kitapta gönderme ve anıştırmalara sıkça başvurduğuna tanık
olmaktayız Mevlüt Kırnapçı’nın. “gelirim”de “çizgilerinde kömür karası
yüzünün / motorize yokuşlar tırmanır / taşar ağlamaları yapışır yakasına
/ ne ev ister ne para ne pul / bir ince memed yeter / kapı aralığında”da
madencinin ağlamalardan kurtuluşu, Yaşar Kemal’in “İnce Memed”ine
gönderme yapılarak kapıların aralanmasına bağlanmıştır. “ansızın…”
şiirindeki “garcia markiz yüzyıl bekletir seviyi / sonra ıraz sökün eder;
elinde inadı” dizeleriyle de yazar ve eserler anıştırılarak duygu ve
durumlar dillendirilmiştir.
Şairin sevi ve cinsellikle ilgili kurduğu dizelerde ya da şiirlerde,
öpme-sevişme-yatak gibi sözcüklere odaklandığı, karşı cinsle sevi
yaşamanın içselliğini estetize edemediği dikkati çekmektedir. Birçok
şiirde “yatak” odaklı dizelerle sevme ve cinselliği kabalaştırırken, daha
estetik olan “çizecek yüreğini” şiirinden örnek verelim. “o kızı öpeceğim
çizer dudağını söz / bir türküye kul olur yalvacı yitik / eşinen bir tay
olup vuracak kendini / bir avuç toprağa düşecek gül!” (sızı, s.22)
Kırık dize, merdiven ya da kuyruklu dizelerle oluşturduğu şiir denemeleri
de olan şairin, halk şiiri geleneğinden de beslendiği görülür. Özellikle
söyleyiş bakımından hikemi tarzı çağrıştıran dizelerine de
rastlanmaktadır. “küllenmeyen ateş” şiirinde “her tat ekşi / her çiçek
soluk / açık tüm kapılar / yüreğimiz soluk” bölümü halk şiirini
çağrıştırırken, “eşkıya” şiirindeki “bin acaba bir keşke etmez bilirim”
gibi bazı dizelerde de hikemi tarza başvurmaktadır. Ayrıca mizahi bir
dille duygu ve durumları işlediği görülmektedir. “olacağım” şiirindeki
gibi: “o kadar çok düş bırakacağım ki / görenlerle sarhoş olacağım.”
(güleç yüzlü hüzün, s.57) Bunların yanında çok az şiirde tespih-boncuk
tekniğini de kullandığını görmekteyiz. “bekleyin biraz” şiirinin son
bölümünü buna örnek gösterebiliriz. “nisan yağmur mayıs kiraz / kedi
hınçlı karga küs /açar çiçek bekleyin biraz” (sızı, s. 58). Bu teknikle
birbiriyle ilgili sözcükler yan yana dizilerek bağlam oluşturulmakta ve
ileti son dizede verilmektedir.
Mevlüt Kırnapçı’nın şiirine dair özetle belirtmek istediklerim bunlar.
Toplumcu damarımızın içinde akan şairden, bunca birikimin üzerinden bir
sıçrama beklemek, hatta istemek, hakkımız olur artık. Üretkenliğin,
yaratıcılığın, şiir ışığın hiç sönmesin sevgili Kırnapçı.