ANI

Züleyha Akın  



 



BARIŞ GÖNÜLLÜLERİ KIZLAR KAMPINDA BEN


Çocukluğum Doğu Karadeniz’in sahil kasabasında geçti. Tahminen 9 veya 10 yaşımın başlarındaydım. İngilizce öğretmenim beni çok severdi. Yaz tatilinde Amerikalıların kampında olmak isteyip istemediğimi sormuştu. Babamı yılda en fazla 1 ay, çoğu zaman 15 gün görebiliyorduk. Uzak bir şehirde müteahhitlik yapmaktaydı. Doğal olarak her konuya olduğu gibi bu konuya da annem bakacaktı. Annemin sözlü onayını almak yetmemiş bir de yazılı onay vermişti.

Okulumuzun yaz tatiline girmesine 1 ay kala adresimize yazı gelmişti. Kampın adresi ve yanımıza alacaklarımızın listesi vardı. Kamp Trabzon Beşikdüzü Öğretmen Okulunda kurulmuştu. Ülkenin dört bir yanından Temmuz ayında erkek öğrenciler Ağustos ayında kız öğrenciler kalacaklardı.

Temmuz ayında okuldan bir grup erkek öğrenciler kampa gittiler. O günün koşullarında çok fazla iletişim olanaklarımız yoktu. Fakat bir süre sonra kamptan haberler gelmeye başlamıştı. Bizim okuldan 20 öğrenci gitmişti. İlk günlerde üç sonra beş derken öğrencilerin yarısından fazlası kasabaya geri dönmüşlerdi. Geri dönenler kampta yaşadıkları olumsuzlukları anlatıyorlardı. Her sabah yatakhaneden çıktıklarında yemekhane kapısında teker teker dizilerek “Yaşasın Amerika Birleşik Devletleri” diye bağırmalarını istiyorlarmış. Onlar da direnmişler. Kamp yönetimi kamp çıkış yolunu göstererek “geldiğiniz gibi gidebilirsiniz” demişlerdi. Aslında sıkı disiplin ve sorumluluğu kaldıramamışlardı.

Temmuz ayını sonunda öğrencileri getiren minibüs bizi evlerimizden tek tek alarak götüreceklerdi. Annem son anda beni göndermekten vazgeçtiyse de beni almaya gelen Amerikalı görevli öğretmen annemin önceden imzaladığı izin belgesini göstererek tartışmayı bitirmişti.

İlk kez evden ayrılacaktım. Hüzünle karışık garip bir tedirginlik hissediyordum. Yol boyunca kimseyle konuşmadım. 8 saatlik yolculuktan sonra kamp yerine ulaşmıştık. Yolculuk beni çok kötü sarsmıştı. Görevli kadın benimle çok ilgiliydi. Akşam yemeğini yiyecektik fakat ben perişandım. Kadın öğretmen beni yatakhaneye götürerek beğendiğim ranzaların birine beni yatırarak uzaklaşınca ben hemen uykuya dalmıştım.

Ertesi sabah elinde bir çıngırak tutan kadın öğretmen hepimizi uyandırmıştı. Sırayla elimizi ve yüzümüzü yıkadıktan sonra içtimaya dizilmiştik. Daha önceki kursiyerlere yaptıkları baskıyı bize yapamıyorlardı. Her gün 20 dakikalık Jimnastikten sonra giyinerek yemekhanede kahvaltı yapacaktık. Daha sonra İngilizce dersi başlayacak dersten sonra biraz dinlenip öğle yemeği yiyecektik. Öğleden sonra deniz sahilinde yüzecek akşam yemeğine kadar istediğimiz şekilde zaman geçirecektik.

İlk iş gününde nöbet çizelgesi hazırlanmıştı. Yemekhane, yatakhane ve dersliklerin temizliğini yapacak, düzenini sağlayacak ekipler belirlenmişti. Her ekibin çalışma takvimleri 5 gün sürecek, daha sonra öbür alanlara geçeceklerdi. Hepimiz sırayla bu alanlarda çalışacaktık. Hafta sonları gezi turlarımız olacaktı. Benim yaşımda 2 kız daha vardı. Diğer kızlar bizden yaşça çok büyüklerdi. En büyükleri 16 ve 17 yaşlarındaydılar. Ablalar biz küçükleri inanılmaz derecede eziyorlardı. Küçükler büyüklere kesin itaat etmek zorundaydılar. Etmezlerse kamptan uzaklaştırılacaklardı.

Derslerimizin başlayacağı ilk gün sabah kahvaltısını bitirdikten sonra kamp müdürü yemekhanenin orta yerindeki boşluğa elinde tabureyle gelir taburenin üzerine çıkar ve bizi yanına “kıjlayyyyy gelin yanıma, toplaşın” derdi. Biz de gülmekten kendimizi alamadığımız halde gülüşlerimizi kendisinden saklardık.

Müdür beyin etrafında çember oluşturmuştuk. Müdür bey kuralları bize maddeler halinde anlatıyordu. Hiçbir görev aksatılmayacaktı. Konuşmasının bitiminde “hadi bakalım kıjlar, herkes görevinin başına” diyerek tabureden inmişti.

Derslere başladığımız ilk gün bizi sınava tabi tutmuşlardı. Kim ne kadar dil biliyorsa derslikler ona göre belirlenecekti. Alt sınıf çok az dil bilenlerden oluşuyordu. O nedenle telafi eğitimine tabi tutulacaklar üst sınıfa yakınlaştırılacaktı.

O gün kitapları aldığımda bir şey dikkatimi çekmişti. Kitaplar ozalitten çoğaltılmış salt okunacak şekilde yazılmıştı. Yani dertleri bize gramer öğretmek değildi. Esasen hiçbir dilin 1 ayda öğrenilmeyeceği çok açıktı. Bize konuşma dili öğretecekler kendi ülkelerinden bir turist geldiğinde ona otel, motel, lokantayı gösterecek kadar dil öğrenmemiz yeterli olacaktı. O halde bu kampın getirisi başka bir adrese çıkıyordu.

Kamp görevlileri olan öğretmenler bizimle çok iyi geçiniyorlardı. Müdür bizimle mesafeli değildi. Hiyerarşik düzen atmosferi hepimizi etkilemişti.

Dertleri bize İngilizce öğretmen değildi demiştim. Az çok bize öğreteceklerdi fakat daha da önemlisi yaşam biçimlerini bize benimsetmekti. Bir İngiliz nelere dikkat eder, kırmızı çizgileri nelerdir gibi.

Her akşam etkinlikler olurdu. Bazen hep birlikte sinema filmleri izler, bazen moral gecelerini andıran müzik dinletisi, bazen belli bir konu belirlenerek tartışmaya açmak, söyleşiler yapmak gibi… Her günümüz ve her akşam uyku saatlerine kadar anlam kazandıracak etkinliklerimiz olurdu.

Her hafta sonu mutlaka bir yerlere gidilirdi. Mesire yerleri, müzeler, kiliseler ziyaret edilirdi. Kendi ülkemizde kendi olanaklarımızla gidemediğimiz birçok yerlere gidiyor, görüyor ve eğleniyorduk.

Bir gün bizi derse sokmadılar. Trabzon Boztepe’ye gidilecekti. Boztepe’deki Amerikan Üssüne davetliydik. Kiralanan otobüslere doluşarak yola koyulduk. Nizamiye kapısına geldiğimizde ABD’nin askerleri bizi karşılamıştı. Kimliklerimize bakıldı, çantalarımız ve üstlerimiz didik didik arıyorlardı. Bu çok tuhaf bir durumdu. Sanki ABD topraklarına girmiş gibiydik. Asık suratlı kadın askerler bize İngilizce komut veriyorlardı. Bu durum hepimizin canını sıkmıştı fakat yapabileceğimiz bir şey kalmamıştı.

Amerikan üssünde bize hiç alışkın olmadığımız yemek verildi. Çoğunu yiyemedik. Çok acıkan ve bir miktar yemek yiyen ablalarımız öğretmenlere çaktırmadan lavaboya giderek çıkarttılar. Masamızda çok az su vardı. Biz de açlığımızı bastırabilmek adına habire su içince suyumuz bitti. Benim yanımdaki kız arkadaşım gizlice çantasından birkaç bisküvi çıkartarak  yemem için bana vermişti. Su içebilmek için de mutfakla yemekhane arasındaki bölüme gittik. Orada ilk kez bir makine görmüştüm. Düğmeye basınca soğuk su fışkırıyordu. Ağzımızı ayarlayıp suyumuzu içmiştik.

Geldiğimizden beri bizi denetleyen gözlerden uzaklaşmak için mutfak malzemelerinin arka kapısından dışarıya çıkarak hava almak istedik. Ne olduğunu bile anlamadan askerler peşimizden koşarak bizi geriye döndürmüşlerdi.

Burada bir tuhaflık vardı. Fakat neydi? Adını koyamıyorduk. Akabinde nöbetçiler düdük öttürünce bizi paketleyerek araçlara götürdüler. Apar topar okula döndük.

O çocuk aklımla şöyle demiştim. “Boztepe toprakları bizim değilmiş.”


Kasım 2021


içindekiler    üst    geri    ileri   




 37