ÖYKÜ

Korkut Kabapalamut  







KADİM TARTIŞMA


Gidilmesi gerektiğini düşünenlerle, kalınmasının daha isabetli olacağını savunanlar arasındaki kadim tartışma, tam da beklenildiği üzere son derece çetin, heyecanlı geçti. İlk sözü göç yanlıları aldı. Zira köklü bir değişiklikten yana bulunanlar onlardı. Muhafazakârların bir tartışma ortaya atmaya ya da onun parçası olmaya gereksinimi yoktu. Onlar her zamanki gibi statükonun aynen, en iyi olasılıkla da ufak bir takım rötuş ve makyajlarla devamından yanaydı. Dünyanın her yerinde de böyle değil midir? İlk sözü devrimciler alır. Tabii muktedirlerce konuşmalarına göz yumulursa; ya da muktedirler herhangi bir nedenle artık onları susturamayacak derecede zayıf düşmüşlerse. Bahsettiğim ülkede az da olsa demokrasi mevcuttu. Devrimci grubun söze başlamasına müsaade edildi. Güleryüz gösterildi onlara. Teşvik bile edildiler neredeyse. ‘’Buyurun,’’ dendi. ‘’Belli ki bir derdiniz, büyük bir sıkıntınız var, içinize atmayın, sonra kanser manser olursunuz Allah korusun, muhalefetsiz kalmak istemeyiz doğrusu, sonra dünya bize der? Hadi durmayın, içinizden hemen iş bilir bir sözcü seçin de, bastırmakta zorlandığınız zehirli duygu ve fikirlerinize ustalıkla tercüman olsun. Karın ağrınız neymiş öğrenelim. Hoş, az çok tahmin etmiyor da değiliz ya. Siz gülünç, inatçı, iflah olmaz devrimciler oldum olası aynı şeyleri istemez, aynı saçmalıkları tutkuyla savunmaz mısınız zaten yüzyıllardır?’’

Bu alaycı girizgâh üzerine devrimciler kendi aralarında toplanıp kısa bir münazaranın ardından temsilcilerini seçti. Genç bir adamdı bu. Yakışıklıydı. Bunlar yeterli meziyetler değilmiş gibi üzerine de zekiydi, ağzı da iyi laf yapıyordu. Vakit kaybetmeden söze başladı: ‘’Yıllardır buradayız. Ne büyüyor ne küçülüyoruz. Topraklarımız sınırlı, iklimimiz tarıma, turizme, yaşamaya elverişli değil. Düşmanımız çok. Artık bir şeyler yapmanın zamanı geldi. Vakit değişim, atılım vaktidir. Arkadaşlarımla birlikte düşündük taşındık, halk olarak her şeyi göze alıp göç ve yeni bir ülke arayışına girişme vaktinin gelip de geçtiği konusunda hemfikir olduk. Bu bizim kaderimiz. Gerçi sizin statükocular olduğunuzu, yürekli devrimciler ne derse desin, onlara otomatik olarak karşı çıkacağınızı da bilmiyor, öngörmüyor değiliz. Ama yine de en azından başlangıç olarak nezaketi, tatlı dili elden bırakmayalım dedik. Söyleyin bakalım, siz dinozorlar sürüsü bu konuda neler düşünüyorsunuz?’’

Statükocuların bir hatipleri vardı eskiden beri. Yaşlı, akıllı, hâliyle ağzı kalabalık, inatçı, biraz da muzır, alaycı bir kimseydi. Oturduğu yerden konuşmaya başladı: ‘’Bu incileri ilk kez işitmiyorum değerli delikanlım. Bu yaşa gelene kadar senin söylediklerine benzer şeyleri belki yüz defa sabırla dinlemişimdir. Senden daha zeki, ikna gücü çok daha yüksek onlarca devrimci ile yine burada keyifle, uzun uzun tartıştık, yeri geldi birbirimizin yakasına da yapıştık ülkemizin selameti için. Yaşlılarımız, bu dediklerimin doğruluğuna şahittir. Her seferinde kazanan ben oldum tartışmayı. Şimdi saflıkla, artık bu kez farklı bir sonuç çıkacak zannediyorsan, yanılıyorsun, daha çok beklersin demektir. Bahse girerim yine bir şey değişmeyecek. Binlerce yıldır yaşadığımız ana yurdumuzda kalmayı sürdüreceğiz. Yarı aç-yarı tok yuvarlanıp gideceğiz gene. Bazen donacak, bazen sucuk gibi terleyecek, ıslanacak, düşmanla hiç bitmeyen savaşımımızda şehitler, gaziler verecek, nadiren de hep birlikte baharın ve o eşsiz barışın tadını çıkaracağız atalarımızın yadigârı topraklarımızda. Ama hâlimize şükretmekten vazgeçmeyeceğiz gene de, sizin gibi nankörlerden, güç beğenirlerden, bozgunculardan olmayacağız. Var olmayan bir cennetin hayalini kurmaktansa, arafın kıymetini bilecek, onu yüceltmeyi inatla sürdüreceğiz.’’

Devrimcilerin sözcüsü bu iddialı konuşmadan etkilenmişe benzemiyordu. Zira hepsini neredeyse ezbere biliyordu zaten. Atası, ağabeyi olan devrimcilerden, yol göstericilerden bu karşı argümanları bolca, bıkıncaya dek dinlemişti çocukluğunda. Hep aynı iç sıkıcı, korkak, karamsar propaganda. Kaderciliğin yüceltilmesi. Hâlimize şükredelim, durduk yere maceraya ne gerek var, oturun oturduğunuz yerde, başımıza icat çıkarmayın, eski köye yeni âdet getirmeyin saçmalığı. Öyle olunca, bu sözlerin karşılığını hazırlayıp vermesi de zor olmadı. Boğazını temizledikten sonra yeniden konuşmaya başladı: ‘’Kendine o kadar da güvenme bakalım geveze, kendini beğenmiş ihtiyarım. Halkın ne düşündüğünü bilemezsin. Yapılacak demokratik bir oylama neticesinde ne karar çıkacağı belli olmaz. Artık devir değişti. Eğitim düzeyi yükseldi. Gençler eskisi gibi değil. Dünyayı yakından takip ediyor, yaşadıkları hayatı sürekli ve bilinçli olarak sorguluyorlar, daha güzel, aydınlık, özgür bir dünyanın, yarınların mümkün olduğunun farkındalar. İnternet diye bir şey var. Statükocuların devri kapandı. Son demlerinizi yaşıyor ve gerçekte bunun böyle olduğunu kendiniz de biliyorsunuz. Ama sırf binlerce yıllık iğrenç saltanatınızı birkaç yılcık olsun uzatabilmek adına yapmayacağınız şey, göze almayacağınız fenalık da yok tabii. Gençler nefret ediyor sizden, biz tutmasak paramparça edecekler hepinizi, belki de o fırıldak, iktidar şehvetiyle dolu gözlerinizi oyacaklar. O yüzden çok da yüksek perdeden konuşma bakalım, kendine bu derece güvenme, zira devrim ateşi bir kez tutuştu mu, biz devrimciler de dâhil olmak üzere kimse, hiçbir engel duramaz artık önünde. Kendini bir at arabasında, sağlı sollu manzarayı merakla izlerken, tıngır mıngır yolculuk ederken buluverirsin ilk Amerikan yerleşimcileri gibi.’’

Yaşlı hatip bir kahkaha patlatıyor konuşmaya başlamadan hemen önce. Dizlerini döve döve gülüyor. Zar-zor kendini toparladıktan, nihayet konuşabilecek duruma geldikten sonra, ‘’Bak sevgili delikanlım,’’ diye başlıyor, ‘’dua et ki hoşgörülü, müsamahakâr, demokrat bir insanım. Zaten öyle olmasam, konuşmana izin vermez, hatta neler söyleyeceğini daha baştan kelimesi kelimesine bildiğim için çoktan içeri attırmış olurdum seni güçlü bağlantılarım sayesinde. Ama hoşgörü, anlayış da bir yere dek. Bu kadar demokrasi, serbestiyet de biraz fazla mı geldi memlekete ne… Aslında kızmaktan çok acıyorum sana, senin gibilere. Tamamen bir hayal âleminde yaşıyorsun çünkü. Dolayısıyla normal şartlarda cevap vermeye bile değer bulmazdım sözlerini ama madem bir kez daha başladık bu bin yıllık tartışmaya ve bizi dikkatle, saygıyla dinleyen sayısız yurttaşımız var, ister istemez ciddiye alınmaya değer sözlermiş gibi cevap vereceğim onlara… Bir defa, gençler hakkında söylediklerin tümüyle yanlış. Onlardan biri olmana rağmen, tam anlamıyla tanıyamamış, kavrayamamışsın gençleri. Gençler evet, başlangıçta biraz maceracıdır, gözü karadır, arayış tutkusu kemirir durur toy zihinlerini, ‘’Bir değişiklik olsun da isterse dünya başımıza yıkılsın’’ diye düşünürler, kendilerine, bu hastalıklı eğilimlerine tercüman olabilecek karizmatik, provokatör bir lider de buldular mı, onun peşine düşmeye, yakıp yıkmaya hazırdırlar. Ama dikkat et, gençleri kendi hâllerine bırakırsan, önlemini zamanında almazsan, yılanı başı henüz küçükken acımasızca ezmezsen böyledir bu. Çok şükür, biz statüko yanlısı bilge muktedirler olarak böyle bir yanlışa asla izin vermedik, vermeyeceğiz de. Çünkü gençleri kendilerinden daha iyi tanıyor, onları, kendilerini kalıcı zararlara uğratmaktan, geleceklerini nahak yere karartmaktan kurtarmak adına mümkün olan her şeyi ivedilikle yapıyor, her adımı duraksamadan, özveriyle, tam zamanında atıyoruz. Aileler de bu konuda en büyük destekçimiz demezsem haksızlık etmiş olurum onlara. Tabii okulları, değerli öğretmenlerimizi de unutmamalı, yabana atmamalı. Onların da katkısı inkâr edilemez kutsal ve haklı mücadelemizin kazanılmasında. Sen istersen tüm bunlara tıpkı yarım akıllı seleflerin gibi beyin yıkama, gençlerin kafasını karıştırma, korku imparatorluğu yaratma çabası, siyaseti diyebilirsin. Ama gerçek hiç de öyle değil. Unutma ki gençlerin en büyük kaygısı, özellikle de okullarının bitmesine yakın, geleceğin başlarına ne çoraplar öreceğidir. Gençlik dediğin göz açıp kapayıncaya kadar geçer. Acaba ileride iyi-kötü bir iş bulabilecekler mi, kendilerine mutlu bir aile kurabilecekler mi, yani tam birer yetişkin olduklarında nasıl bir yaşamaları olacak? Asıl endişesi budur onların ve yirmili yaşlarına yaklaştıklarında da bunlardan başka şey düşünemez olurlar doğallıkla. Ve doğru yönlendirildiklerinde, bizim ne derece haklı olduğumuzu, aslında onların iyiliğinden başka şey istemediğimizi, siz devrimcilerin gerçekte budalalar, provokatörler, hayal avcıları, maceraperestler, bir türlü büyüyememiş acınası ergenler sürüsü, gizli halk düşmanları olduğunuzu hemen fark ediverir, kin duymaya başlarlar size, bizim gibi iflah olmaz birer düzen yanlısı olup çıkarlar, bacak kadar boylarına bakmadan gözlerini bizlerin bulunduğu yüksek makamlara diker hatta namussuzlar. O zaman da asıl sizi parçalamak, gözlerinizi oymak isterler haklı olarak. Tabii, biz böyle bir şeye izin vermeyiz o başka. Zira demin de dediğim gibi güçlü bir muhalefete de ihtiyacı var memleketin ele güne karşı.’’

Tartışmanın her iki yanı da böylelikle ikişer kez konuştuktan sonra oylamaya geçildi ve oylama bir kez daha statükocuların kıl payı zaferi ile sonuçlandı.


içindekiler    üst    geri    ileri   




 12