Performans sanatı ülkemizde pek bilinen bir konu değil. Sadece ülkemizde
değil dünya genelinde de yaygın bir sanat olduğu söylenemez. Bu biraz da
performans sanatının sınırlarının muğlaklığından kaynaklanır. Bu sanatın
belirleyici özelliği de bu zaten, kendini sınırlamaması.
Ülkemizde pek bilinen bir sanat değilse de aslında çok da iyi tanınıyor.
Özellikle 31 Mart 2008’de yakından tanıdık onu.
Pippa Bacca İtalyan sanatçı ve aktivist. Sanatçı arkadaşı Silvia Moro ile
beraber "Barış Gelini" adıyla, dünya barışı için düzenledikleri ve 8 Mart
2008’de Milano’dan başlayıp Slovenya, Hırvatistan, Bosna, Bulgaristan,
Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail ve Filistin güzergahından Tel-Aviv’de
noktalanması planlanan bir yolculuk sırasında, Kocaeli’de tecavüze uğradı
ve boğularak öldürüldü. Pippa Bacca ve arkadaşının yaptığı eylem bir
performans sanatı örneğiydi.
Performans sanatıyla bir diğer yakından tanışmamız ise Gezi eylemleri
sırasında oldu. Erdem Gündüz adında bir kişi ‘Duran Adam’ eylemi başlattı
ve bu eylem hızla kitleselleşti. Erdem Gündüz tiyatro, modern dans ve
performans sanatçısıydı ve yaptığı eylem de performans sanatına bir başka
örnekti.
Performans sanatının en belirgin özelliği bedenin ve mekanın sınırlarını
zorlaması. Bu sınırları zorlama beden ve mekanla da sınırlı kalmıyor ve
sanatın alışageldik kalıplarını, kurallarını da zorluyor. İlk anda
happening gibi (herhangi bir mekanda bir anda doğaçlama yoluyla
sergilenen ve izleyicileri de oyuna katmayı amaçlayan tiyatro gösterisi
diyebiliriz) teatral öğeler taşıyor gözükse de, ona benzetilse de oldukça
farklı. Çünkü bu sınırları zorlama alabildiğine gerçek boyutlarıyla
işlenir, herhangi bir oyun hilesi v.b. yoktur. Yani tiyatroda olduğu
gibi, ‘miş gibi’ yapılmaz, tüm izledikleriniz gerçektir. Performans
sanatçısı Marina Abramovic’in dediği gibi..
“Tiyatroda bir rolü prova eder ve oynarsın. Tiyatroda kan ketçaptır ve
bıçak gerçek bir bıçak değildir. Performansta her şey gerçektir. Bıçak,
gerçek bıçak ve kan kandır.”
Performans sanatı, 1960 başlarında başlayan gençlik hareketlerinin sanata
bir uzantısı. Düzene başkaldırı, düzenin sınırlarına başkaldırı, sanatın
alışılageldiğimiz sınırlarına ve normlarına da başkaldırıyı performans
sanatında gerçekleştirir.
Yurdumuzda az sayıdaki performans sanatçılarımızdan biri Zeliha Demirel.
Sanat yaşamına resimle başlayan, özellikle renkleri çok iyi ve ustalıkla
kullanan başarılı bir ressam. Ancak son yıllarda adını performans
sanatında duyuran ve bunu da aynı ustalıkla sürdüren sanatçılarımızdan
biri. Süje’nin bu sayıki konuğu Demirel. Kendisiyle bu az bildiğimiz ama
yakından tanıdığımız performans sanatı üzerine konuştuk..
[ Semih Özcan ] Resimde oldukça ileri düzeydesin. İyi bir ressamsın. Zor,
Türkiye için pek tanınmayan hatta dünyada muğlaklığını sürdüren
performans sanatı alanına yönelmenin nedeni ne oldu? İlk ne zaman ve
neden bu alana kaydın? ‘’Beni en çok rahatsız eden popüler kültürdür ve
buna bağlı olarak yaşamın getirdiği ve indirgediği içi boşalan her şey…Fast-food
yaşam biçimi..’ diyorsun bir röportajında. Hatta bu sözlerine benzer bir
yaklaşım Tayvanlı performans sanatçısı Tehching Hsieh de getiriyor.
‘’Hayat bir ömür boyu hapis cezası" diyor o da. Bulunduğun ve
yaşadığın/yaşadığımız ortama bir tepki miydi bunun nedeni?
[ Zeliha Demirel ] Bu sorunuza gerçek dünya gününden mi yoksa sürreal geçmiş
ve şimdiki senkronize zamandan mı cevap vermeliyim bilmiyorum. Çocuktum
rüyalarımda sürekli saç tellerimden renk renk boyalar aktığını gördüğüm
çok olurdu ya da aynanın içinde kayboluşum geri gelişim. Yine çocuktum
bahçeli bir evde oturuyorduk, 5-6 yaşlar ateşle çok oynardım, merak
ederdim, bir gün eteklerimi tutuşturdum elbisem eteklerinden yanmaya
başlayınca ne olacaktı… şimdi düşününce korkunç geliyor. Yani bu yaştan
bakınca artık bazı şeylerin doğuştan verildiğine inanıyorum. İnsan
yaşadığı sürece çeşitli bedensel, zihinsel ve ruhsal hallerden geçiyor,
şimdi siz bu soruyu sorunca ben de geriye dönük olarak somut bir bellek
oluşturmadığım duygusunda buldum kendimi. Hafızam beni yanıltmıyorsa 10
yıl kadar önceydi bir yandan resim yaparken diğer yandan başka bir ifade
diline yönelişim ve bu birdenbire gelişti. Arkadaşlarla çay sigara
sohbeti yaparken aynı zamanda karma bir sergi düzenleyip orada bir de
sergiyi daha da izlenir kılmak için farklı bir sunum yapalım gibi
fikirler çıktı. Bu arada ben içselleştirmiş olmalıyım ki daha önceki
bilgi ya da görgü birikimlerimden, kendimi resmin içine dahil ederek
boyayayım siz de yardımcı olun dedim. Bunu o zamanlar Beyoğlu’nun arka
sokaklarında arkadaşlarımın zar zor harçlıklarıyla ve emekleriyle ayakta
tutmaya çalıştıkları yarı bodrum bir atölye-galeri’de gerçekleştirdik. Ve
ortaya hiç hesapsız anın enerjisiyle ve motivasyonuyla “Mono Baskı”
olarak adlandırdığım güzel ve özgün bir çalışma çıktı. Daha sonrasında
Janset Karavin ile birlikte İstiklal Caddesi’nde sokak performansları
yaptık. Sonra diğer çalışmalar peş peşe geldi.. oldu…
İçinden geçtiğimiz çağ ne yazık ki acıya yazgılı ve bu çağın tanığı olmak
tam ortasına denk gelmiş olmak… Bütün insanlık tarihi için bu
söylenebilir tabi ki. Beden insanın tek sermayesidir ve ben de sesimi
beden diliyle ifade etme yolculuğunu seçtim ne mutlu…
Tehching Hsieh doğru söylüyor içinden geçtiğimiz çağ, belki de bütün
insanlık tarihi bizim gibileri dinlemiyor, sesimizi duyuramıyoruz ve
hatta dinlemediği gibi, kusuyor ve sistemden çıkış yok… Hayattan çıkış
yok demeyeceğim ben hayatı iyisiyle kötüsüyle seviyorum. Sözün özü,
toplumsal alana duyduğum vicdan.
[ Semih Özcan ] Büyük olasılıkla bıktığın ‘performans sanatı nedir’ sorusunu
sormayacağım ama sanırım soracağım soru ister istemez konuyu o noktaya
sürükleyecek. performas sanatının muğlaklığını vurguladım. Burada tek
bildik ölçütümüz beden ve mekan..beden ve mekanın sınırlarını zorlamak.
Bir de özellikle tiyatrodan farkını ortaya koyan ‘miş gibi’’ yapmamak
ölçütü. Yani gösteride ne oluyorsa gerçek ve bedenin ve mekanın
sınırlarını zorlamalı. Bu noktadan baktığımızda çoğu gösteriyi bu alana
dahil edebiliriz. Bir yanıyla happening de dahil edilebilir, hatta kimi
tehlikeli spor gösterileri de. (Ki dünyada bunun örnekleri de çok. Bıçak
gibi öldürücü olabilecek kimi aletlerle de bedenin dayanıklılığı test
edildi bu tür gösterilerde.) Gezi’de Erdem Gündüz’ün başlattığı ‘duran
adam’ eylemi de bir performans sanatı örneklerinden biriydi. Senin
performans sanatı anlayışın ne? Sınırların, kıstasların var mı?
[ Zeliha Demirel ] Performans sanatının ne olduğu ya da olmadığı konusunda
pek çok tanımlama yapıldı yapılıyor. Performans sanatının ilişkisinin ve
ayrımının bulunduğu akımlar ve disiplinlerle sınırlandırılmış durumda
şimdilik bu tanımlamalar. Gelecekte neler olacak göreceğiz hep birlikte.
Bu alanda sözünü söylemek isteyen sanatçılar olanakları dahilinde
sesleniyorlar. Bedenin ve mekanın sınırlarını zorlamak kişiye göre
değişiyor, yani herkesin anatomik yapısı, zihin ya da ruh halleri farklı
farklı… Sınırları insan kendi koyuyor çoğu zaman, kendine de işletiyor bu
sınırları. Gençken daha keskin ifadeler, daha ham enerjisi yüksek
söylemler oluşturuyor insan, yaş ilerledikçe daha esnek ve daha demlenmiş
oluyor her şey. Sınırlarıma gelince şiddetin estetize edilmesinden yana
değilim, şiddet bugün gerek televizyonda gerek sosyal medyada estetize
olarak sunuluyor. Bir performans sanatçısı arkadaşım demişti ki;
“Sınırları olan sanatçı değil, pastacıdır.”
Yeniden şimdiki zamandaki tanımına dönecek olursak; performans sanatının
disiplinler arası yapısının yanında sanatçının bedenine odaklanarak
eylemler gerçekleştirmesi, performansların Happening ve Vücut Sanatı’yla
yakınlığını gündeme getirmektedir. Happening ‘oluş’ anlamına gelmektedir
ve isminden de anlaşılacağı gibi bir an için vardır ve seyircinin
belleğinde yaşamını sürdürür, tekrarlanmaz. Performans ise
tekrarlanabilmesi özelliğiyle happeninglerden ayrılır.
Sanatçı bedenine yoğunlaşan performatif etkinliklerde “vücut sanatı”
performans sanatına yaklaşır fakat vücut sanatı sanatçının bedeninde
yaptığı değişiklikleri içerirken, performans sanatı beden üzerinden
sosyal yaşantıda değişiklikler yaratmayı, seyircinin belleğine ulaşmayı
hedefler. Ayrıca performans sanatı Fluxus, ‘video sanatı’, feminist
sanat’, ‘arazi sanatı’ ve ‘kavramsal sanat’ ile yakın ilişkidedir. Çünkü
burada sanatçıların bedensel çabaları, performansları söz konusudur.
[ Semih Özcan ] Az önceki soruyu biraz geliştirmek istiyorum. performans
sanatının beden ve mekan gibi iki önemli dayanak noktası var ama
geçenlerde yaptığın televizyon röportajında artık beden dilinin aşılması
gerektiğini belirttin. Bir de, bunu sosyal medya sayfalarından da net
olarak görebiliyorum, müthiş bir gözlem gücün var. Çevreni ve çevrendeki
insanları, mekanları çok iyi gözlemliyorsun ve bunlara getirdiğin
eleştirileri çoğu zaman kendini de içine katarak, ironik bir biçimde
alaycılığa vurdurarak ortaya seriyorsun. Kafanda beden dilini de aşan,
mekanları (ve sanırım kalıpları da) zorlayan yeni ve farklı bir
performans anlayışı mı var? Gözlemci yapın bir arayışın ayak sesleri mi?
[ Zeliha Demirel ] Hayatla ve sanatla samimi diyalog kuran insanlar herkesin
göremediğini görür diye düşünüyorum. Toplumun özellikle kadınlar
üzerindeki ikiyüzlü davranışı, bütün değerlerin çok kolay bir şekilde
parayla alınır, satılır olması, savaşlar, dijitalleşen dünya, kendine
dahi yabancılaşan insan, … daha bir sürü trajedi… ruhu sanat hamuruyla
yoğrulmuş insanları acıtıyor… Kalıpları, tabuları, kapıları, mekanları
zorlayan çalışmalar yapmak istiyorum, ancak her istediğimi yapabilmek
için ne yazık ki olanak yok. Kendimi gözlemlerime dahil etme noktasına
gelince; iğneyi önce kendime batırıyorum çünkü acıyı hissetmeden,
hissettiremeyiz.
[ Semih Özcan ] Resimlerinde renk başlı başına bir ağırlık taşıyor. Renkçi
bir ressamsın. Ve bunu da ustalıkla yapıyorsun, bu özelliğin tablolarına
ayrı bir güzellik katıyor. Bu renkçiliğini performans gösterilerine de
yansıtıyorsun. Hatta dikkat ettim günlük giysilerinde de yani yaşamında
da var bu renkçilik ve renklilik. Özellikle de kırmızının ağırlığı ayrıca
vurgulanmalı. Aslında performans gösterilerinin çoğunda yine resim
yapıyorsun bence. Ancak bu kez tuval olarak kendini kullanıyorsun. İlk
mesleğinin , inşaat mühendisliği olduğundan da yola çıkarsak bu daha da
anlamlaşıyor. Renklerle hep yakın oldun işin gereği. Ve onları
konutlardan dış mekanlara çıkardın ve şimdi de o mekanları zorluyorsun.
Soruyu biraz da mizahi tarzda sormak istiyorum izninle. Renklerle bu alıp
veremediğin ne? Karşı çıktığın bu fast-food yaşam tarzına farklı renkler,
ara tonları yaratarak seçenek mi arıyorsun yoksa cafcaflı yaşama cafcaflı
renkler kullanarak bir eleştiri mi getiriyorsun?
[
Zeliha Demirel ] Resim dedik de iki yıldır bedenim dışında resim
yapmıyorum, ne zaman yeniden tuvale resim yaparım bunu bilmiyorum.
Renklerin benimle alıp veremediği nedir, özellikle de kırmızının, ben de
hayat yolculuğumda bu sorunun cevabını arıyorum. Renkleri hem seviyorum
hem de giyim kuşamdaki kullanışım bir anlamda, siyah bir güruha dönüşen
kalabalıklara protesto. Gençlere sürekli siyah pompalanıyor, moda ile,
medya ile, kitle iletişim araçları ile…
[ Semih Özcan ] Performans sanatı 60’larda o yılların gençliğinin sanattaki
ideolojik yansıması olarak ortaya çıktı. 68’de patlama yapan bir
ideoloji. Bir tür başkaldırı sanatı. O yıllardan günümüze performans
sanatının gelişimi hangi yönde oldu? Oldu mu? Düzenle örtüştü mü
başkaldırının dozu daha da arttı mı? Dünya genelinde soruyorum…
[ Zeliha Demirel ] Her şeyin ideolojik bir alanın içinde olduğunu hepimiz
biliriz. Temel yanılgımız, ideoloji denilince, bunu salt politik bir
sonuç olarak algılama yanılgısından kaynaklanıyor. Diğer bir söylemle;
politika denilince bunu ideolojinin tümü sanma yanılgısı. İdeoloji
denildiğinde sadece politikayı anlayan bir daralma söz konusu. Önce bunu
aşmamız gerek. Performans sanatı sizin de dediğiniz gibi başkaldırı
sanatı. Değişen her şeyle birlikte performans sanatı da değişiyor,
gelişmesine doğru bakabilmek için bütün dünya sanatını taramak gerek. Bu
soruya zaman içinde sanat tarihçileri yanıt vereceklerdir. Her şey hızla
markalaşıyor en büyük ve temel sorunlardan biri bu ve bu sorun performans
sanatının sonunu da getirebilir. Tam tuval resmi ya da ikonaklast diye
tanımladığımız sanat epey gerilerde kaldı ya da çoktan bitti derken,
birden tuval resmine dönülebilir. Bunları yaşayıp göreceğiz…
[ Semih Özcan ] Kafama takılan bir başka önemli konu şu. Performans sanatı
bedeni ve özellikle de mekanın sınırlarını zorlamayı kendine amaç
ediniyor ancak günümüzde klasik sanat sunumlarının bile kitlelere
ulaşması daha doğrusu anlaşılabilmesi tartışmalı. Özellikle açık
mekanlardaki gösterilerde yaptığınız gösterinin izleyenlerce nasıl
karşılanacağı, ne tür tepki yaratacağı ister istemez oto-sansür yaratmaz
mı? Yani her mekanda dilediğinizce özgür olunabilir mi? Ki önümüzde kötü
bir örnek var bu tür olumsuz tepki konusunda. Pipa Bacca.. İtalyan
performans sanatçısı ve aktivist. 8 Mart 2008’de Milano’dan başlayıp
Tel-Aviv’de noktalanması planlanan bir yolculuğa çıkıyor, üzerindeki
beyaz gelinlikle. ‘Barış Gelini’ adını verdiği bu performans gösterisi
başarıya ulaşamıyor çünkü Kocaeli’de tecavüze uğrayarak öldürülüyor.
Demek istediğim sınırları zorlayan bu tür gösteriler kimi mekanlarda
tehlike oluşturmuyor mu ve bu da gösteriyi yapan kişiyi ister istemez bir
otosansüre zorlamıyor mu? Örneğin senin yaşadığın olumsuz tepkiler de
oldu mu?
[ Zeliha Demirel ] Yaşadığımız engellerin, zorlukların, müdahalelerin çoğu
yine yaşadığımız kültürle ve erk ile alakalıdır. Kadın bedeni bizde hala
tabudur, kadın bedenini alan olarak ele aldığımız her çalışma mutlaka
erkeklerin koyduğu, kadınların da riayet ettiği geleneklerden,
kurallardan, yasalardan örülü duvara çarpar. Pipa Bacca’nın başına gelen
budur.
Karşılaştığım engellerden biri de translar karşısında alınan
ikiyüzlülüktür. (Performanslardan bazılarında birlikte çalıştığım
arkadaşım trans.)
Bir diğer engel her türlü ötekini kavrayıcı kapsayıcı çalışmalar
yaparsınız ve ötekileştirilen siz olursunuz.
Bir diğer ve hatta en önemli engel, sokakta performans yaptığınız zaman
ve sanata sığ ve kaba bir gözlük ve gerçeklikle yaklaşan erk tarafından
yönetilmekten kaynaklı sıklıkla performansların resmi görevlilerce
kesintiye uğratılmasıdır.
Gezi parkında gerçekleştirdiğim performans, ani müdahale ile kesilmişti
misal ya da İstiklal Caddesi’nde yaptığım performans zabıta müdahalesi
ile kesintiye uğramıştı.
Hedef gösterilirsiniz, çünkü kadın bedeni erk’in çeşitli korkularını
çağrıştırır.
Daha pek çok şey var söylenecek bu konuda…
Siyasal ortamlar bizim coğrafyamızda sanata yakın duran duraklar
değildir. Bu nedenle sanatçıyı iki yönlü etkiler. Birincisi, karşı
duruşunu haykırmak için sanatçının bu ortamlarda bir çıkış deliği
aramasında kışkırtır; bazen bulur bazen bulamaz sanatçı. İkincisi,
siyasal ortamın mutlak baskısı vardır ve bu baskı sanatçının bazen
yaptıklarını yok saymaya, yok etmeye, yasaklamaya kadar gider. Bu yönüyle
elbette sanatçı sözünü söyleyemez. Fakat siyasal ortamların unuttuğu bir
durum vardır ki; eseri ya da sunumu sanatçının zihninden silemezler.
Uygun ortam ya da bir solucan deliği bulduğunda ya da açtığında sanatçı
yine sözünü söyleyecektir.
[ Semih Özcan ] Ve son olarak yine kafama takılan iki küçük teknik soru.
İlki, gösterilerinde önceden yazılmış bir metin var mı, o an doğaçlamayla
mı olay gelişiyor. Benim izlediklerim üstelik sağlam bir metne dayanıyor
gibi. Bir de performans sanatı bireysel gibi görünüyor ama (ki arada az
da olsa birkaç kişilik olanları da var) çoğu gösterilerinde en azından
yardımcı olan kişiler var. Öğrenmek istediğim, performans sanatı
gerçekten bir birey işi mi yoksa ekip işi mi? Yani tıpkı bir tiyatro
topluluğunda olduğu gibi bu işin de bir ekipçe mi kotarılması mı
gerekiyor?
[ Zeliha Demirel ] Performansların teknik özelliklerine odaklanıldığında,
performans sanatçılarının çalışmalarının bireysel veya kolektif olarak
her iki yapıda da meydana geldiğini söyleyebiliriz. Metin hem olabilir
hem olmayabilir. Benim çalışmalarımın bazılarında önceden kurgu ve metin
vardır, bazıları tamamen anın enerjisi ile oluşur. Kurgu yapmış olsak
bile o anda her şey değişebilir.
Performans sanatı müzik, dans, drama ve tiyatro gibi disiplinlerden
beslenmiş ve onları beslemiştir. Esnek yapısı itibariyle sınırları erimiş
ve bu disiplinlerle Performans sanatı birbirinin içine karışmıştır. Onu
diğer disiplinlerden ayıran en belirgin özelliği, bir tiyatro gibi
koreografi içermemesi, sahne ve belirli bir mekân olmaksızın her yerde
hayat buluyor olmasıdır. Müziği içerisine dâhil edebilmektedir fakat
müzik sanatından farklı olarak notalara, sesin özelliklerine yoğunlaşmaz.
Kavramsal bir takım neden ve sorunlardan hareketle seyirciyi de işin
içerisine katma amacındadır. Her an her yerde hayat buluyor olması ile
hayatla arasındaki sınırları yıkmaktan yanadır.