Erich Fromm’un adını ilk kez üniversite yıllarımda duymuştum. Bir sınıf
arkadaşımla o zamanlar Ankara’nın belki tek kitap çarşısı olan Zafer
Çarşısı’na gitmiştik. “Bir kitapla ilgili çok övgü duydum, mutlaka
okumalıyım,’’ demişti. İlk girdiğimiz kitapçıdan aldık kitabı; elinden
alıp bir süre inceledim merakla. Henüz tanıştığım bu bilgeye ilişkin
hiçbir bilgim yoktu. Birkaç gün sonra arkadaşıma kitabı nasıl bulduğunu
sormuştum. “Saçma sapan bir şey,’’ demişti. “Anne sevgisi, baba sevgisi,
bunları anlatmış,’’ diyerek sürdürdü görüşlerini, yüzünü asarak. Yalnızca
bunu anlatsaydı da değerli olurdu ama daha fazlasının olduğuna adım gibi
emindim. İlk fırsatta kitaplığıma katmalıydım Sevme Sanatı’nı; öyle de
yaptım. Sözcüğün en gerçek anlamıyla beni çok sarsan bir kitaptı. Sonra
Fromm’un ulaşabildiğim her kitabını okudum; Freud okulundan yetişmesine
karşın onun sevgiye ilişkin tezlerini çürüten yapıtlarıyla düşünce
sistemimde devrimler oldu arka arkaya. “Hocamdır’’ dediğim bu bilgenin
benim dünyamda çok özel bir yeri vardır.
Alman sosyal psikolog, psikanalist ve düşünür Erich Fromm’un (23 Mart
1900 – 18 Mart 1980) ilk kez 1956’da yayımlanan Sevme Sanatı adlı
yapıtında incelediği konu, sevmenin bir sanat olduğudur.
“Sevmek bilgi ve çaba gerektiren bir sanat mıdır?’’ yoksa “tümüyle
rastlantısal ve şans eseri başımıza gelen bir durum mudur?’’ Sevme
Sanatı, insanlar ikinciye inandırılmış olsa da birinci yol üzerine bir
yapıttır; Fromm, kitap boyunca bu eksende işler düşüncelerini. Çarpıcı
olan da budur aslında; alışılagelmiş, toplumlarda sevgi adına şaşmaz bir
kuralmış gibi anlatılagelen ne varsa ters- yüz etmeyi başarır bilimsel
verileriyle.
Sevmek, insan ilişkilerinin yazılı olmayan tarihinde nice aykırılıkları
yaşayan insanoğlunun çok azının algılayabildiği, yaşamın sahnesine
taşıyabildiği görkemli bir sanattır üstelik.
İnsanlar bilinçlerine gerçek anlamıyla oturmuş olmasa da sevgiye yine de
önem verirler.
Fromm’a göre sevmek sanat olduğundan, bu sanatı öğrenmek için emek
harcanmalıdır. İnsanlar sevgiye çok önem vermelerine karşın sevginin
öğrenilecek bir şey olduğunu düşünemezler. Bunun belli başlı üç nedeni
vardır:
İnsanlar sevmek için değil de sevilmek için çaba harcarlar ve sevgi
sorununun böyle çözüleceğine inanırlar. Böyle düşünen insanlar diğerleri
beğensin diye güzel giyinir, kabul görmek için güler yüzlü davranır.
Fromm’a göre ise asıl olan sevmektir.
İkincisi; insanlar sevmeyi bir yeti sorunun olarak değil de nesne sorunu
olarak görürler. Çağımız insanı sevmek için gerekli nesneyi bulması
gerektiğine inanır. Halbuki Erich Fromm’a göre sevmek bir yetidir ve
nesnesinin ne olduğu da o kadar önemli değildir.
Üçüncüsü; çağımız insanı âşık olma gibi bir duyguyla sevgi içinde olma
gibi uzun süreli birlikteliği aynı şey sanır. Oysa cinselliği amaçlayan
yakınlaşmalar bir süre sonra bıkkınlığa dönüşecektir kaçınılmaz olarak.
Romantik aşk bir yana cinsel aşkta durum tam da budur. Bununsa sevme
sanatıyla hiçbir ilgisi yoktur; rastlantıya bağlı gelişmiş bir ilişki
türüdür.
Sevgide başarısızlığın nedenlerini aramak için atılacak ilk adım,
sevmenin bir sanat olduğunu kabullenmektir. Sevmeyi öğrenmek istiyorsak;
müzik, resim, marangozluk, doktorluk ya da mühendislik sanatlarını
öğrenmek için ne yapıyorsak aynısını yapmamız gerekir.
Bir sanatı öğrenme sürecini ikiye ayırabiliriz: İlki kuramsal ustalaşma;
ikincisi, uygulamada ustalaşmadır. Doktorluğu öğrenmek için önce insan
bedenine ve hastalıklara ilişkin her şeyi bilmeliyiz. Tüm bu kuramsal
bilgileri öğrenmiş olmamız, doktorluk sanatında ustalaştığımız anlamına
gelmez. Bir sanatta usta olabilmek için, kuramsal bilgilerin sonuçlarıyla
uygulamadan elde edilecek sonuçları bir araya getirip doyurucu bir bütün
oluşuncaya kadar uğraşmalıyız. Sevme sanatında da durum aynen budur.
Günümüz insanı sevme sanatını öğrenmeye çalışmaz. Çünkü; çağımızda sevgi
tâ derinden özlenen bir şeyken, öbür şeylerin hepsi sevgiden daha önemli
sayılır- Başarı, ün, para, güç- Yani bazı şeyler sevme sanatının önüne
geçer.
Fromm’a göre sevginin en büyük özelliği başka biri tarafından
öğretilememesidir. Dışarıdan yalnızca sevginin öğrenilmesi için
uygulanması gerekenler söylenebilir. Bunlar; disiplin, üstüne düşme,
sabır ve ilgidir.
Disiplin, çağımızda kullanıldığı gibi dışarıdan dayatılan ve yapılmak
zorunda olunan bir şey değildir. Burada sevgi konusunda disiplin derken,
tüm yaşam boyu sevginin bir disiplin olarak sürüp gitmesi anlaşılmalıdır.
Üstüne düşmek tutumu; çağımızda yapılması gerçekten zor işlerden biridir.
Çünkü insan sürekli uyaran alır ve dikkatini bir yerde toplamakta güçlük
yaşar. Ama üstüne düşmek sevgi sanatının öğrenilmesi için olmazsa
olmazlardandır. Yani kişi sevme sanatını öğrenebilmek için sevgiye diğer
bütün her şeyden daha fazla yoğunlaşmalıdır.
Sabır, bir sanatta, tabii ki sevme sanatında da, usta olabilmek için çok
gereklidir. Ancak günümüz toplumunda sabretmek de en az disiplin ve
üstüne düşme kadar zor bir iştir. Çünkü çağımız insanı her şeyi çabucak
yapabilmeye çalışmaktadır. Böyle olmadığındaysa zaman kaybettiğini
düşünür. Artan zamanında ise ne yapacağını bilemez.
Sevme sanatını öğrenebilmek için; zihnimize duyarlı olmalı, narsistik
inançlarımızı aşarak nesnel olabilmeli ve sevgiye inancı uygulamalıyız.
İnanç, sevgiyle ilişkisi açısından, insanın kendi sevgisine inanması,
kendi sevgisinin başkalarında sevgi yaratabilmesi, güvenilir bir sevgi
olması demektir. İnanç her an uygulanarak öğrenilebilecek bir şeydir. Bu
yüzden gözüpek olmayı gerektirir. Yani kişi risk alabilmelidir.
İnsan nasıl bedenine karşı duyarlıysa zihnine karşı da öyle duyarlı
olmalı ve o an orada ne hissettiğini nesnel bir biçimde ortaya
koyabilmelidir. Bunun için insanın kendine yoğunlaşması ve kendini
dinlemesi gerekir. Bu da kişilik düzeyinin gelişmiş olması demektir.
Fromm’a göre sevgi için toplumsal yapıda önemli, kökten değişiklikler
yapılmalıdır. Toplum öyle bir düzenlenmelidir ki insanın toplumcu sevecen
yaradılışı, toplumsal varlığından koparılmamalı aksine onunla
bütünleşmelidir. İnsan en yüksek ölçüde kârı paylaşacağına,
yaşantılarını, işi paylaşmalıdır.
Kitapta dikkat çeken bir diğer konu sevgi nesneleri kısmındaki ‘kendini
sevme’ konusudur. Kendini seven insan erdemli bir birey değildir, aksine
diğer insanları sevmez ve küçük görür. Bu düşüncenin karşısındaki görüş
ise kendini sevmeyen insan diğer hiçbir şeyi yeteri kadar sevemez ya da
bu durum tam tersidir. Dış dünyaya olan ilgimin, sorumluluğumun,
saygımın, bilgimin başladığı noktada bunların hepsini kendime de
yöneltmiş olmam gerekir. Ama bu konuda o kadar kalıplaşmış düşüncelerimiz
var ki bunun bilincinde olunsa bile kendini seven insanla ilgili
düşünceler, yıkılması zor yargılar ve genişletilmesi zor pencerelerdir.
Köklü bir değişime gidilmedikçe belki de bencillikle karıştırılmaya
mahkumdur.
Gitgide anamalcılığa dönen ve daha da dönecek olan yaşam biçiminde bu
sevginin uygulama kısmı açıkçası çok da ümit vaat etmiyor. Hepimizin
isteyelim veya istemeyelim, onaylayalım veya onaylamayalım her şeyin
alış-veriş mantığına bürünmesine göz yumuyor ve buna ayak uyduruyoruz.
Yaptığımız her şeyin bir karşılığı olmalı ve bu karşılığı almalıyım
mantığından sıyrılamıyoruz. Dolayısıyla diğer her şeyden olduğu gibi
sevgiden de karşılığında beklediğimiz bir şeyler mutlaka oluyor. En doğru
yoldan sevgiye sevgi ya da kabul görme şeklinde bir karşılık bekliyoruz.
O zaman yalnızlığı sevgiyle gideremiyoruz, yalnızlığı sadece aştığımızı
sandığımız geçici şeylere yöneliyoruz yani özgürlüğümüzden kaçıyoruz.
“Saygı, korkmak ve çekinmek değildir. Sözcüğün kökenine göre, bir insanı
olduğu gibi görebilme yetisini, onu özgün bireyselliği içinde fark
edebilmeyi belirtmektedir. Saygı, diğer kişinin, dilediğince büyüyüp
gelişmesine duyulan ilgi anlamına gelir.’’
Sevgi, sevgi yaratan bir güçtür; güçsüzlükse, bunu başarmaktan yoksundur.
Bu düşünce, Marx tarafından çok güzel açıklanmıştır: “İnsanı’’ der, Marx,
“insan olarak düşünün, dünyayla ilişkisi de insanca olsun; o zaman
sevgiyi yalnızca sevgiyle değiştirebilirsiniz; güveni güvenle.’’
Oysa çağımız insan, Huxley’in sıraladığı; “Birey hissederse toplum
sendeler” ya da “Bugün sahip olabileceğin eğlenceyi yarına bırakma”
sloganlarıyla yönlendirilen bir kişidir. Günümüzde insanların mutluluğu
‘eğlenmeye’ dayanmakta, eğlenmenin altındaysa almanın, tüketmenin
doygunluğu yatmaktadır. Sevgiye ilişkin durum da zorunlu olarak çağdaş
insanın bu toplumsal yapısına göre biçimlenmiştir. Sistemin doğurup
büyüttüğü otomatlar sevgiyi de tüketimin bir parçası haline getirerek onu
bir nesneye, metaya dönüştürmektedir.
Şu söz, Sevme Sanatı’nın en güzel özeti gibidir: “Bize çiçekleri
sevdiğini söyleyen bir kadının, çiçekleri sulamayı unuttuğunu görürsek,
onun çiçek 'sevgisi'ne inanmayız. Sevgi, sevdiğimiz şeyin büyümesi ve
yaşaması için gösterdiğimiz 'etken ilgi'dir.’’
Özetle sevgi, kişinin var oluş sorununun en gerçekçi ve kalıcı yanıtıdır.
__________________
Kitabın Adı : Sevme Sanatı
Yazarın Adı : Erich Fromm / Çev. Yurdanur Salman
Yayıncı : Payel Yayınevi / İstanbul (125 sayfa)
dizin
üst
geri
ileri
26
SÜJE
/
Kenan
Kalecikli
/
yirmi sekiz kasım iki
bin on yedi /25