Ulvi Arı 'TÜRKİYE’DE EN ÇOK
İCRA EDİLEN SANAT MİMDİR. ÇÜNKÜ
KİMSE KONUŞMUYOR.'
Pantomim sanatının dünyaca tanınan ismi ve temsilcisi Marcel Marceau,
1992 yılında İstanbul Tiyatro Festivali için Türkiye’ye de gelmiş ve
gördüğü ilgiden memnun olmamıştı. Bu nedenle de Türkiye’de pantomim
sanatının tanınmadığını, bilinmediğini söylemişti. Ulvi Arı aynı
düşüncede değil. ‘’Aksine’’ diyor ‘’pantomim en çok Türkiye’de tanınıyor
ve biliniyor. Çünkü kimse konuşmuyor, el kol işaretleriyle anlaşıyor. ‘’
Pantomim, tiyatro sanatının en ‘marjinal’ bir kolu. Söze ve dekora
dayanmaksızın bir kişinin ( nadiren, kişilerin) yalnızca beden dili ve
yüz mimikleriyle yaptığı canlandırmaya deniyor. Kökeninin Mezopotamya’ya
kadar dayandığı belirtilse de genelde doğu kültürüne has bir sanat dalı
olduğunu söyleyebiliriz. Batıda, özellikle antik Yunan ve Roma
Tiyatrosu’nda belirgin olarak sözün ağırlığı göze çarpar. Doğu kültüründe
ise mimikler ve beden dili ön plana geçer. Hatta doğu kültüründen
esinlenerek Anadolu’da eskiden görülen seyirlik köy oyunlarını da
pantomim sanatının tarihselliği içinde görmek mümkün. Yalnızca Doğu’da
değil, Afrika kültüründe, ritüellerinde, mask gibi kültürel
materyallerinde de pantomimin izlerine rastlanır. Kısaca batı kültürü söz
ağırlıklıdır ama doğu kültürde yaşam söz niteliğindedir. Yaşam biçimi
sözün yerini almıştır. Doğu’da suskunluk da bir konuşma biçimidir. Bu
anlamda Doğu mistisizmi de buna somut bir örnek değil midir?
Türkiye’de pantomim sanatını ilk başlatan ve tanıtan kişi kuşkusuz Erdinç
Dinçer’dir. Özellikle 70’li yılların başında ve ortalarında, gerek Devlet
Tiyatrolarında gerekse o dönemin, İsmail Cem döneminin TRT’sinde her Cuma
sunduğu ‘Gece Sineması’ programıyla gerek kendinden gerekse dünya
gösterilerinden örnekler vererek pantomim sanatının tanınmasını sağlayan
kişidir. Erdinç Dinçer o dönemki TRT programlarında yalnızca pantomim
değil, dünyanın farklı tiyatro kültürlerinden de örnekler verirdi.
Örneğin, bu toplum, Japon ‘kabuki’ ve ‘no’ tiyatrosunu da yine Erdinç
Dinçer sayesinde tanımıştır.
Günümüzde az sayıda temsilcisi kalan pantomim sanatını yurdumuzda inatla
sürdürenlerden biri Ulvi Arı. Öyle ki bu konuda (Özdemir Nutku’nun
deyişiyle Türkiye’de ilk, dünyada 4. Sırada olan) pantomimin kitabını da
yazdı (2008 yılında..)
Ulvi, Ankara’lı, yakından tanıdığım bir arkadaş. Her ne değin tiyatro
yaşamını iyi bilsem de en iyisi onu kendi ağzından tanımak.
[ Semih
Özcan ] Ulvi, tiyatroya nasıl
başladın? Özellikle şunun için de soruyorum. Sen hep, Ankara’nın varoş
semti niteliğinde olan Çinçin’de yaşadığını, oradan yetiştiğini övünerek,
onurla söylersin. Ki takdir ettiğim bir yönün de bu; Çinçin’den tiyatroya
giden serüven nasıl oldu?
[ Ulvi Arı ]Evet, Çinçin’de büyüdüm. İyi ki de orda büyüdüm. Küçüklüğümde
hep solcu ve alevi abilerle birlikte oldum. Sonra 70’li yıllarda Yılmaz
Güney bir haber gönderdi. Oturduğumuz bölgeyle ilgili ortak bir kitap
yazalım diye. Kabul ettik. Her birimiz bir özelliğini yazdı; örneğin bir
arkadaş genelevleri gözleyip yazacaktı, bir diğeri temizlikçi kadınları
yazdı. Ben de tuttum mezarlıklarını yazdım. Sonra bunları Yılmaz Güney’e
ilettik. O da bunlardan yararlanarak Soba Pencere Camı ve İki Ekmek
İstiyoruz kitabını yazdı. Yine o dönemler Deniz’ler, Mahir’ler gelirdi
mahallemize. Biz de onlara bakıp ‘vay bee, Denizler, Mahirler geldi’ diye
gıpta ederdik. Sonra ortaöğrenime geldiğimde ilkokul öğretmenim beni
tiyatroya götürdü ilk kez. Çok hoşuma gitti ve tiyatrocu olmak istedim.
Öğretmenime de söyledim bunu. O da elimden tuttu, İşçi Kültür Derneği
diye bir yere götürdü. Yılmaz Onay, Tamer levent, Ömer Polat, Teoman
Gülen, Cüneyt Çalışkur, Erkan Yücel, Yeşim Dorman..anlayacağın tam bir
komünist yeri. Behice Boran’ın yeriymiş. Hatta ilk gittiğimde Behice
Boran beni iki kez öptü. Saydığım bu değerli, usta tiyatrocu abilerimin
hepsi de hocam oldular. Böylelikle tiyatroya başlamış oldum. Önceleri
İşçi Kültür Derneği’nde amatörce sonra da Ankara’nın birçok özel
tiyatrolarında çalışmaya başladım.
[ Semih
Özcan ] Tiyatroculukta çok
başarılı olduğunu biliyorum. Örneğin Melih Cevdet’in ‘İçerdekiler’
oyununda çok üstün bir performans çıkardın. Ses tonun ve diksiyonun da
çok iyi. Buna karşın, niye daha zor ve zor izleyicisi bulunan bir alana
pantomime girdin? Çocukluğunda televizyonda Erdinç Dinçer’i çok mu
izledin? Hani aklıma şimdi ikimizin de ortak arkadaşı olan Tevfik’in (Şenyuva)
bir sözü geldi. Kendisi tiyatronun geleceği olmadığına dahası bittiğine
inanır ve bu konuda da beni sinir etmek için takılırdı. Birinde, şimdi
aklımda değil, bir Fransız yazarının bir sözünü söylemişti bana: ‘Tiyatro
bir delidir, opera zincirli delidir. ‘ Tiyatro ve opera böyle olduğuna
göre (karşılıklı gülüşüyoruz) pantomime ne oluyor, söylemek istemiyorum.
Gerçekten bu işe nasıl bulaştın?
[ Ulvi Arı ]Tevfik bana da takılırdı. O da bana ‘ben pantomimciyim’
dediğimde, ‘hastir lan sizden olsa olsa ‘bando..mimci’ olur derdi, biraz
da askeriyenin bando takımlarını kastederek.. Şimdi şöyle oldu; 1984
yılında Erdinç Dinçer Devlet Tiyatrolarında bir pantomim sınavı açtı. Ona
girdim, kazanan altı kişiden biri bendim. Böylelikle Devlet
Tiyatrolarında pantomime başlamış oldum. Sonra Cüneyt Gökçer Erdinç
Dinçer’i sürdü, biz de otomatikman açıkta kalmış olduk. Bu süreçte Erdinç
Dinçer’in asistanı oldum. O da beni çok destekledi. Hep yanımda oldu.
Sonra yine pantomim konusunda özel tiyatroculuğumuz başladı. Ünal’la
birlikte, Ünal Pekel, Ankara Gösteri Sahnesi’ni kurduk.
[ Semih
Özcan ] Ankara Gösteri Sahnesi’ni
biliyorum. Pantomim ağırlıklı ama diğer tiyatro oyunları da
sergilemiştiniz. Hatta az önce sözünü ettiğim 'İçerdekiler’i Anadolu
Gösteri Merkezi’nde sahneye koymuştunuz. Peki, Devlet Tiyatroları yapısı
içinde bir derece de, özel tiyatro yapısı içinde pantomimi izleyicilere
kabul ettirme sürecinde sorun yaşadınız mı?
[ Ulvi Arı ] Pek yaşadık sayılmaz. Hatta ara sıra izleyiciler arasında
anketler yapıyorduk ‘nasıl buldunuz?’ diye. ‘Güzel ama para verilmezdi’
gibi yanıtlar alıyorduk. Bu arada pantomim konusunda Milli Kütüphaneye
gittik bir gün. Mim konusunda araştırma yapacağımızı söyledik. Kadın bizi
mimarlık bölümüne yönlendirdi.
[ Semih
Özcan ] 2014 yılı Ekim ya da
Kasım ayıydı sanırım. İstanbul’da olduğum bir dönemde seni telefonla
aradım biliyorsun. Kadıköy’de seni bir yerlere çağırıp hem laflamak hem
de bikaç duble bişeyler içmek amacındaydım. O an hastalığından söz ettin
bana ve ‘yarın ikinci beyin ameliyatına gireceğini söyledin. Konuşman çok
kötüydü, zor konuşabiliyordun. O ana dek haberim yoktu, sonradan iyice
öğrendim, felç geçirdiğin bir dönem de oldu. Hastalığınla ilgili
biraz bilgi verebilir misin? Neydi konan teşhis?
[ Ulvi Arı ]Beyinde tıkanıklık var, dediler. Hareketlerimde özellikle de
konuşmamda sorun vardı. Zor konuşuyor hatta konuşamıyordum. Birkaç
ameliyat oldum. İlaçlar, tedavi derken şu an atlattım. İyi sayılırım.
Tıbba göre 7 ile 15 yıl yaşatan bir hastalıkmış ama şu an atlattım
diyebilirim.
[ Semih
Özcan ] Önemli bir sağlık
sorunu ve ciddi tedavi masrafları gerektiren bir hastalık. Bu süreçte
sanırım ekonomik sorunların da oldu. Bu evreyi nasıl atlattın? O dönemde
senin için bir gece de düzenlendi bildiğim kadarıyla.
[ Ulvi Arı ]O gece olmadı.Şunu açıklıkla söyleyeyim. Bana o süreçte İsrail,
Kanada, İran, Avustralya’dan sanatçı arkadaşlardan, sanatseverlerden
destek geldi, Türkiye’den gelmedi.
[ Semih
Özcan ] Düzenlenen geceye katılacağını söyleyen
sanat çevresi gelmedi mi?
[ Ulvi Arı ] Yoo, hepsi geldi. Büyük bir sanatçı katılımı oldu. Barbaros
Şansal, ki benim en sevdiğim dostlarımdan biridir, geceyi o sunacaktı..o
da geldi. Ama davetiye alan kimse olmadı ve gece iptal edildi.
[ Semih
Özcan ] Oysa yine aynı yılın yani 2014’ün
başlarında da Selçuk abinin, Selçuk Uluergüven’in cenazesindeydik
seninle. O zaman hiçbir şeyin yoktu. Durumun gayet iyiydi. Hatta
Caddebostan Kültür Merkezi’nde yapılan törende sen de bir konuşma
yapmıştın. Onunla ilgili de epey anıların var. Burada da anlatır mısın?
Şunun için özellikle soruyorum. Selçuk abi de ilginç bir kişiydi. En
önemlisi düşüncelerinden ödün vermeyen, kimsenin karşısında eğilmeyen bir
kişiliği vardı. Hatta o günkü törende Zihni Göktay, babasının vali
olduğunu bunu da çoğu kimsenin bilmediğini, ilk kez açıkladığını
söylemişti. Hatta, Ankara’da tiyatro oynadıkları günlerde, içeri
alındıkları zaman ‘söylese kurtulacağız. Ama ağzını açmıyor ve biz sabaha
kadar nezarethanede kalıyoruz’ demişti. Selçuk abiyle Ankara’da ortak
tiyatro yaptınız mı?
[ Ulvi Arı ] Ankara’da yapmadık ama İstanbul’da yaptık. Ama Ankara’da çok
iyi bir yakınlığımız, dostluğumuz vardı. Benim çok yakın bir abimdi. Daha
doğrusu benim; yaşamımda her konuda benim yanımda olan, beni
destekleyen üç tane manevi babam vardır. Bunlardan ikisi şimdi yaşamıyor
biri sağ. İlk ikisi Erdinç Dinçer ve Selçuk Uluergüven.. maalesef ikisi
de aramızda yok. Şu an yaşayansa Yılmaz Onay. Bunlar benim yaşamımda her
şeyim, en yakınımdaki insanlar, manevi babam oldular.
Söyleşinin bu yerinde Ulvi’nin bir anısı aklıma geliyor, hınzırca
gülümsüyorum:
[ Semih
Özcan ] Ankara’da zaten çok iyi bir tiyatro kariyerin vardı.
İstanbul’a gittikten sonra iyice ilerlettin. Çeşitli televizyon
programlarına, dizilere çıkmaya başladın. Seni tanıyan bir kitle
olmuştur. Onlarla ilgili bir anın vardır herhalde. Seni gördüğü an
hatırlayan insanlar yok mu?
[ Ulvi Arı ]Olmaz olur mu? Ankara’da Kızılırmak sinemasında oyun
sergilediğimiz günlerdi. Bir gün oyun sonrasında arkadaşlar ve bizi
izleyen bir grup ‘hadi bara gidelim’ dediler. İyi de, ışıkçısı, setçisi,
dekor derken cepte para kalmadı. Hiç yok. O sırada gruptan bir kız ‘bende
var. Ben size borç veririm’ dedi ve bana bir miktar para verdi.
Böylelikle bara gidebildik. Birkaç yıl önce İstanbul’da gide gele ahbap
olduğumuz bir doktor arkadaşın yazıhanesindeyiz, yanımda eşim Asuman da var.
Doktor arkadaş, ofiste bulunan bir kıza tanıtıyor beni "Ulvi Arı.
Tanıştırayım. Kendisi pantomim sanatçısıdır.’’ ‘’Çok iyi tanıyorum’’ dedi
kız, ‘’yıllar önce borç para vermiştim. Hala ödemedi’’.
[ Semih
Özcan ] Kitabına da aldığın bir konuyu burada da açmak istiyorum.
Genelde pantomim sanatçıları sahnede bi,r tip yaratırlar ve onun
üzerinden giderler. Örneğin Marcel Marceau ‘bip’i yarattı, sen de
‘ulvik’i. Kimdir Ulvik?
[ Ulvi Arı ]Ulvik darbelerin çocuğu. 12 Mart’ta 10 yaşında, 12 Eylül’de 20
yaşında. Sürekli darbelerle ezilmiş. Bu nedenle hep ezilenlerin yanında,
mağdurların yanında olan bir tip. Örneğin hep kadınları tutar, 'ikinci
sınıf vatandaş muamelesi' gördükleri için..
[ Semih
Özcan ] Evet, bu konuda Ulvik’le ilgili kitapta en çok hoşuma giden
nitelemen ‘milli takımdan başka takım tutmaz, hep yenildiği için’ oldu.
Kitaptan söz etmişken, bu kitabın arkası gelecek mi? Ya da bir ara
düşünüyordun, genişletilmiş ikinci baskısı olacak mı?
[ Ulvi Arı ]Gelecek ama şöyle..şu an yeni yeni hastalığı atlatıp kendine
geldim. Ekonomik anlamda da toparlanmaya başladım. Biraz daha iyi bir
duruma geleyim, kitabı çok daha geniş hacimli olarak yeniden basacağım.
Şöyle ki; Erdinç Dinçer bana ölmeden önce üç önemli armağan verdi. Biri,
pantomim üzerine önemli bir video. İkincisi 30 kadar oyun ve özellikle
İtalyan ve diğer Avrupalı sanatçılarla birlikte hazırladığı bir
antropoloji kitabı. Beni, pantomim üzerine kitap basmaya yönlendiren de o
oldu. Ancak onun bir isteği vardı. Kitap hazırladığımda onun oyunlarını,
kitabını da bu çalışmanın içine alacak, öyle basacaktım. Hatta bana
verdiği videoyu CD’ye çevirip kitapla birlikte vermemi istedi. Şimdi bu
kitap genişletilerek yeniden basıldığında içinde bunlar da olacak.
Oldukça geniş kapsamlı, kalın bir kitap olacak ve kitapla birlikte CD de
olacak.
[ Semih
Özcan ] Mustafa Ekmekçi’nin bir sözü vardı, ‘en çok kitap
İstanbul’da satılır, en çok kitap Ankara’da okunur’ diye. Benzer durum
tiyatro için de geçerli. Belki kent olarak büyüklüğü nedeni ile en çok
tiyatro salonu (ki şimdilerde o da bitti) İstanbul’da var – ya da vardı-
belki ama, nitelikli tiyatronun yapıldığı, usta tiyatrocuların yetiştiği
yer Ankara. Hani Ekmekçi’nin o sözünden esinlenerek ‘tiyatro İstanbul’da
gösterime girer, Ankara’da üretilir’ diyebiliriz. Gerçekten de zaten
Devlet Tiyatrolarının başkentte olması başlı başına büyük bir avantaj –
idi-.. Konservatuar ve hiç de ondan aşağı kalmayan Dil Tarih Tiyatro
bölümü ve yıllarca neredeyse akademik düzeyde sanatçı yetiştiren iki dev
özel tiyatro; AST ve AHT.. Ancak, Ankara’da yetişen bu kesimin büyük
bölümü son yıllarda tiyatronun içine düştüğü çıkmaz nedeniyle bir umut,
İstanbul’a yerleşti. Biraz da tiyatronun gitgide yok olup dizi film
sektörünün tek ekmek kapısı olması da buna neden…sen de İstanbul’a
gidenlerdesin. Ancak şu an İstanbul da dibi gördü, deniz bitti. Şu an ne
yapıyorsun? İstanbul bundan sonra da seni, tiyatronu, pantomimi
taşıyabilecek mi?
[ Ulvi Arı ]İstanbul’da yaşamak şu dönem zor. Ama kız da konservatuarı
kazandı. Buradan da ayrılamayız. Ancak Şaban Taşçı adında bir arkadaşla
Manisa’da Petek Organizasyonu, Petek Sanat’ı kurduk. Tiyatro üzerine bir
şirket kurduk senin anlayacağın. Yine pantomim ağırlıklı. Buradan tüm
Manisa’yı; İzmir’i hatta Ege’yi kasaba kasaba, köy köy dolaşıyoruz. İlgi
gördü de. Örneğin sen röportaj yapalım diye beni öğleye doğru telefonla
aradığında cevap veremedim çünkü Manisa’nın bir köyünde oyundaydım o
sırada. Her günümüz dolu. Şimdilik çok iyi gidiyor.
[ Semih
Özcan ] Yetişkin oyunu mu, çocuklara yönelik mi?
[ Ulvi Arı ]Yetişkin de var ama ağırlık çocuklarda. Bu kez farklı bir tür
deniyoruz ve çok tutuldu. Çocukları 50’şer kişilik gruplar halinde salona
alıyoruz. Onlara da makyaj yapıyoruz. Yani onlar da birer pantomimci
oluyor ve oyuna onlar da katılıyor. Yani, hiperaktif bir oyun
sergiliyoruz. Doğa, çevre koruması, beslenme, temizlik gibi konuları
çocuklara oyun içinde benimsetiyoruz. Bu haliyle birçok kuruluş, şirket
sponsor olup destek de veriyor.
***
Ulvi’yle söyleşimiz burada bitiyor. Bitmiyor aslında yalnızca susuyor ve
konuşmayı onun bundan sonraki yaşamına, mimiklerine, beden diline
bırakıyoruz. O, kendi deyimiyle bir ‘kelaynak’, kendisi de bir mim
sanatçısı olan Taner Barlas’ın deyimiyle bir Don Kişot olmayı inatla
sürdürüyor. Çünkü o yıllarca içine attıklarını kendine özgü diliyle
anlatmayı aralıksız sürdürüyor. Marcel Marceau diyor ya; ‘bir
pantomimciyi konuşmaya zorlamayın. Susturamazsınız’. Ulvi de çocuklardan
başlayarak tüm toplumu birer pantomimci yapma uğraşında. Konuşmaya
zorlandıklarında hiç susmasınlar diye….