"artık anlaşılacak bir şey
kalmadığında herşey anlaşılır"
umberto eco
"hakikatin yalan, yalanın da hakikat gibi göründüğü bir dönemeçteyiz
şimdi"
adorno
"ah kimselerin vakti yok / durup ince şeyleri anlamaya"
gülten akın.
"görünen o ki insan olmamıza daha var ve bu ihtimal şimdi hiç olmadığı
kadar tehlikede, belki de süresizce önlenmekte..."
judith butler, kırılgan hayat
her yer şiirdir şimdi şimdi her yer hakikat
iktidarların eliyle ya da doğal yollarla gelen insanların ve diğer
canlıların yaşam ve ölüm hakkına bir müdahale içeren ‘ölümün elinden
olmayan ölümler, her yıkım her katliamdan sonra bir teorizasyon süreci
de başlar. tozlu raflardan indirilir teoriler stratejiler ve taktikler.
açılır teşhis çantaları ve eski bir yazılımın yeni sürümü "teşhisçi"
yaklaşımlarla sürülür vicdanlara.
yastır. karadır. kara yaslara bürünür gerçek. kararır an ve ansızın
göğsümüze inen bir yumrukla dolaşırız sokaklarda. içtiğimiz su su
değildir. ses neyse de söz söz değil. ne uyku uyku. ne gitmek gitmektir
ne kalmak kalmak. ne de şiir şiir…
keder ile heder arasında oracıkta bir tarifsizliğin tam ortasında asılı
kalır saatler. spotlarda ve neon ışıkları altında bir uzaklaşma bir
mesafeli duruşa saklanır yitirdiğimiz canlar hayatlar. gelir gider
arasında hayal ile gerçeğin. kara yaslara bürünür bürünmesine de hakikat
an karadır. hakikat yine hakikat. ve bir beden fazlayızdır bir ömür az…
uzun süren bir ağıttır dersim. halepçe’den maraş’a munzur kanlı bir
çığlık. sivas’tan kalkan "kurum" roboski’de görülür. geçer ortasından bir
taksim lice’de silvan'da cizre’de gölgesi görülmeyen bir barikat olur gezi.
güvercinler arasında dolaşırken bir çocuk bir zaman bir saat :
onsıfırdört. bir patlamayla uçuşan beden ve kararan an…
paris katliamı sonrasında ise ülkemizde de çevirisi yayımlanan (paris, 14
kasım 2015) bir makalesinde "yas yasaya dönüşür" der judith butler. keder
ile yüzleşmenin acıyla hem hal olmanın zorluğundan bahseder yasın yasaya
dönüştüğü yerde. kolektif duygudaşlığın yitip kolektif lince dönüştüğü
yerde keder ile başa çıkmanın imkansızlığından. sokakların muhaliflere
yasaklandığı sokağa çıkmanın ölümün adıyla anıldığı insanların sadece
orada olduğu için evlerinin içinde infaz edildiği şair sinemacı pasolini’
den sonra hepimizin tehlikede olduğu - birinin uykusunun diğerinin kabusu
olduğu yerden. devlet eliyle iktidarın güvenlikçi politikalarının
meşrulaştırılmasından özgülüklerin kısıtlanmasından bireyler üzerindeki
baskının kuşatmanın artırılmasından yasın yasaya yani korku
imparatorluğuna dönüştürülmesinden.
iktidarların kendilerini bir "öteki"
üzerinden meşrulaştırdıkları çok eskilere dayanan bir durumdur.
coğrafyanın başka başka yerlerinde ötekileştirilmeye maruz kalanlar
ötekiler değişir o kadar. amerika‘da zenciler ,israi’lde filistinliler.
türkiye’de kürtler. dünyada aborjinler. güneyde ve kuzeyde başka başka
ötekiler. her iktidarın ötekisi kendine'dir diyebilir miyiz peki. bu
yolla kurtulabilir miyiz ötekilerin varlığından. yeryüzünün sınırlarını
aşarak devletlerin sınırlarını aşındırmasından. farklı kültürleri ve
yaşam biçimleriyle bir gün her yerde bir tehlikeye dönüşmesinden. bir
sorudur ufkumuzda her daim. kim kimin ötekisidir. tarihte ve her yerde
ötekisiz bir iktidar görülmüş müdür…
o kadar kesin çizgiler var mıdır diye soranlara ne mi söyleyelim öyleyse.
şöyle. bize ne diyebilir miyiz birinin iktidarının öteki üzerinde baskıya
korkuya zulme
dönüşmesinden. birinin "refahının" öteki için açlığa yoksulluğa
sürgünlüğe dönüşmesinden.
yasın yasaya yasanın yasağa iktidarın bazı aygıtları aracılığıyla özneler için mağluplar
için baskıcı sıkıcı bir yaşantıya dönüşmesinden bahseder teorisyenler
filozoflar. bahsederken de sürekli bir analizle hep bir tespitte ve
yönlendirmede bulunurlar. oysa hep eksik kalmaktadır bir şeyler. ya bir
eksik ya bir fazla ya da çok fazla. görünürde her şey kusursuzdur oysa.
hayatın her anı teorize edilerek steril şık doğrucu yaklaşımlarla içinde
bulunduğumuz durum "realite ve her şey" hiç boşluk bırakmaksızın mükemmel
modern bir ambalajla kullanımımıza sunulurlar. sonrası… şık steril
ekranlarda muhabbet.
fiyakalı sözler. çöplük. mezarlık. kıyıya vuran ceset...
oysa bazen hayat kağıdı aşar. ve çoğunlukla da öyle ilerler tarih
dediğimiz serüven. bedenden bedene geçer yayılarak ve paylaşılarak. yas
biter ve keder isyana dönüşür. belki de özgürlüğün neşesiyle kendi
dilinde alttan alta sessizce biçimsizce bir şiirle dile gelir hakikat…
her yer şiirdir şimdi. şimdi her yer hakikat…
12 ocak 2008’e dair
seni yitilmişliğinde buldum...
ilk kez öpüştüm o güne değin (aklımda kalan).
sen şaşırdın;
ben ise seni daha önce öptüğüme emindim oysa.
oysa henüz karşılaşmıştık otogarda.
sen çocuksu ispatlayışlıklar sıralıyordun ardı ardına.
inadına kalorifer peteğinin üzerine koyuyordun ayağını.
35 numara iz bırakıyordun metronun 06 zihninde.
ilk defa seninle gördüm ankaray’ı ankara’yı.
metrodan inip yüksele çıktık;
sonra kocatepe camii'ne doğru yol aldık.
sen sırtıma dokundun yolda yürürken,
sırtım sana; anlaştık,
dokunuşumuzla anlaştık inadına.
kapıcı dairesine tıkıştırılmış arkadaşlıkla tanıştırdın birdal’ın
evine girdiğimizde;
ev acı içki, izmarit ve pink floyd kokuyordu.
pink floydu da ilk defa o gün kokladım.
ilk defa o gün öpüştüm;
ilk defa tanıdım raydan çıkmayı,
ankaray’ı,
ankara’yı...
bundan tam yedi yıl önce yazılmıştır yukarıdaki dizeler. ankara
katliamında yitirdiğimiz yüz üç canımızdan biri berna koç tarafından.
henüz otuz altı yaşındaydı. daha önce bir aşkla yollarının kesiştiği
kente bir yolculuk daha yapmak istemişti düşlerinin ankara’sına. bu kez
daha kalabalık daha coşkulu ve daha gür bir sesle iktidarların savaş
çığlıklarına karşı barışı haykırmak için gitmişti. izmir’de doğmuş ve
izmir’de sürdürmüştü daha başlarken sessiz yenik kimsesiz ömrün
yolculuğu. bir şiirle mi başlamıştı. o yolculuğun kendisi miydi şiir.
kimi kimsesi şiir olanın…
"ben berna diyorum, berna koç. sıcak bir temmuz günü, 3 temmuz 1979’da
doğmuşum, 36 yaşındayım yani. çoğunuzun adını annesi ya da babası
koymuştur. bana berna adını kim vermiş, ilk kim berna diye seslenmiş,
bilmiyorum. bildiğim annemin beni doğurduktan iki gün sonra karşıyaka’da
bir karakolun bahçesine bırakıp ortadan kaybolduğu. babamı ise hiç
bilmiyorum. şimdi düşünüyorum da, iyi ki iki günlük bir bebek olarak terk
edildiğimin farkında değildim, yoksa zaten oracıkta ölürdüm bu acıyla."
içine fırlatıldığımız yaşadığımız coğrafya için o bir kader diyen ibn-i
haldun’a soralım bir kez daha aşınırken sınırları bedenin içacılarıyla
bir gezegenin geçilirken içinden aşınıp duran ve isyana dönüşen coğrafya
yoksa bir keder midir…son bir sorumuz var butler’ e : isyana dönüşmeyen
yas isyana dönüşmeyen keder "kader" midir… peki ya kimsesizlik… sınırları
kimsesizliğin. kimin kimlerin kimsesidir şiir…
vicdanların ölümüdür kıyıya vuran insanlık
"söyle, anlaşılmaz adam, kimi seversin en çok, ananı mı, babanı mı bacını
mı, yoksa kardeşini mi?
ne anam, ne de babam var, ne bacım, ne de kardeşim.
dostlarını mı?
anlamına bugüne kadar yabancı kaldığım bir söz kullandınız.
yurdunu mu?
hangi enlemdedir bilmem.
güzelliği mi?
tanrısal ve ölümsüz olsaydı, severdim kuşkusuz.
altını mı?
siz tanrıya nasıl kin beslerseniz, ben de ona öylesine kin beslerim.
peki, neyi seversin öyleyse sen, olağanüstü yabancı?
bulutları severim... işte şu... şu geçip giden bulutları... eşsiz
bulutları!" yabancı / charles baudlaire
"insanlık öldü" "kıyıya vuran insanlık" "vicdanların ölümü" hepsi de
spekülatif sözler. olsa olsa günlük gazete başlıkları. kıyı ve vurulan
yerde mi başlar biter "insanlık" sınırlarda ölümü vicdanın. adı : aylan
küdi. oysa hiç kıyısız yaşar bazı çocuklar ve kıyıya vuramadan
vurulurlar çocukluğundan. bitmez tükenmez acısıyla uğur kaymazlar… ve ankara garında
uçuşan bedeni muhammet veysel’in… ve ilk anarşist sendikacsısı bu
ülkenin anarko sendikalist babası ali kitapçı’dan ayrı
düşmesi düşürülmesi artun siyah’ın …
bunca doğrunun doğruculuğun steril teorinin arasında kıyıya vuran
dünyadır. dünyalardır oysa. bir çocuğun dünyası rüyası hayalleridir.
yazılmamış yazılmadan orada oracıkta iki nefes iki heves iki kurşun iki
dalga arasında öylece yaşanmış… insanlık mı. çoktan aşınmış ve aşılmış
fazladan bir kelime… iki şarapnel parçası şiirler. anın anların karardığı
yerdir. ve hala karadır an. an karadır. kimileri için çoktan görülüp
gömülmüş bir hayal kimileri için canlanan bir hafıza.
kederidir unutamamanın. kıyıya vurmak ve kıyıya vuramadan vurulmak bir
kader değildir. belki bir keder. iki keder arasında. arasında keder ile
hederin çırpınıp durmaktadır hafıza… söyleyelim öyleyse coğrafya bir
"kader" midir. aşındırılarak aşılmış bir keder midir yoksa. uğruna
ölümlere gidip gelinen, uğruna savaşlarda milliyetçi militarist olunan
uğruna mahpus yatılan ve infaz yakılan ve bazen uğruna dövüşülen bir
sınır çarpışması coğrafya bir kader midir hala.. ve batık hayallerin
yolculuğu, düşülen özgürlük hayallerinin. arzuların kesişip buluştuğu
çarpışıp vuruştuğu sınırlar…
bazen yok hükmündedir coğrafya. hızla
geçilen tabelalar. mezar taşları da olsa bir hafızadır coğrafya. kuşatma
altında bazen sürekli kırılan parçalanan bombalar arasında yaşatılan bir
hafıza. günlerce gecelerce uzun süren bir abluka. kıyıya vuran her
çocuğun bedeninde suya düşen teoriler. şiirler.. tıpkı auschvwitz toplama
kampındaki gibi her katliamla birlikte bir sayı olarak ifade edilen
canlar. bir sayı bir rakam var ki hiç unutulmaz : fahrenheit 451. yani
yanma ısısı kitapların ve bu yangına direnişi hafızanın... aylan bebekle kıyıya vuran çocukluğun. roboski’nin.
reyhanlı’nın. soma’nın. suruç’un ankara’nın. paris’in. tek bir canlı ile
bin canlının yası arasında bir fark var mıdır. olmamalıdır. çünkü tek tek
tüm canlılara yönelir yok etme eylemi. adı toplu kıyım olsa da her ne
kadar orada tek tek dünyalar hayaller ölür. tekillikler öznellikler
şiirler ölür…
faşizmin ucu bucağı var mıdır.. çocukların ömrüne şiire sıçrayan kan
roman kahramanlarına tiyatronun sahnesine sinemanın perdesine sıçramamış
mıdır…
ve sürer suç ortaklığı toplum derler adına. iktidarların zoruyla yerinden
yurdundan edilenin –ötekinin- sıkboğaz edildiği mağduriyetlerin
görmezlikten gelindiği kolektif bilinçaltının faşizanlaştığı
duygudaşlığın yittiği ölümün sıradanlaştığı canlının sadece bir sayıya
dönüştüğü bir yerde o yerlerde gözlerinizle görürsünüz onu. olanı biteni.
sonu. gözlerinizin önünde cereyan eder her şey. yavaş yavaş kaplumbağa hızıyla
ve göstere göstere. tıpkı marquez’in o ünlü romanı "kırmızı
pazartesi"deki roman kahramanı belediye başkanı santiago nazar‘ın ölümü
gibi.. kırmızı pazartesi’den kanlı cumartesi’ye evrilir dünya evrilir
saatler.. yıllar yıllar geçse de üstünden koordinatları değişse de ölümün
geriye kalan sızı ve keder aynı işler her yerde.. paslı bir bıçak ile
kanırtarak içten içe...
imkansız gelecek 'mutlak şimdi'
"birisi bir camı açar, birden haykırır
sen de varsın ey hayat
tıpkı ölüm gibi"
turgut uyar
başka başka dillerde dile gelse de aynı yürek çarpıntısı ve aynı şiddetle
ilerler tarihte ve her yerde içimize çöreklenen o ağrı o keder.. bir
onmaz yaradır geçmek gitmek bitmek bilmez bir karabasandır üstümüzde.
yerle gök günle gün arasına mutlak bir şimdiye hapseder bizi.
geçmiş ile gelecek arasında kopan ve hep gerili duran o ip. ve halkaları
o paslı zincirin. mutlak bir şimdiyi gösterir keder ile heder arasında
asılı saatler…o ahraz dile sonsuza kadar süreceği söylenen mutlak şimdiye
mahkum eder bizi iktidarlar. ve hala yüzlerimizdedir izleri o korku
imparatorluğunun.. oysa farkındayız biliyoruz sonsuz olmadığını hiçbir
korku imparatorluğunun..
ve bir sorudur : mutlak bir şimdiye hapsolmanın kaderi kederi ve hederi
…bir çıkış yolu aranır keder ile heder arasındaki o mutlak şimdiden..
isyana dönüşen keder içinde bulunur o yol..
bir teneffüs daha yaşasaydı karatahtaya kalkacak çocuklar arasında okunur
adı: 128 muhammet veysel ! burada. kararır an tarihte ve her yerde. an
karadır. ölümün yüzünün ezberlendiği sabahın ilk saatlerinin giderek bir
sayı olarak anılan ölü çocuk yüzleriyle başladığı ve sonlandığı
coğrafyada an karadır. bir yüz daha eklenir ölü çocuklar albümüne. bir
çift göz. ve o bakış.. görürüz o bakışlarda önce giden devlet
çocukluğundan vurulan dersinde öldürülen çocukların gözlerini. uğur
kaymazlardan berkin elvanlara bir film şeridi geçer. bir ışık sarar
dünyayı. tüm yollar tüm işaretler gösterir ki ol tarihte o yerden isyan
ile çıkılır.. dili tutulan kimi zaman. geri çekilen kimi zaman.çekildiği
yerlerde yokluğunu bırakan bir isyanın diliyle. görünmez bir barikattır o
gezer yeryüzünde yer yer türkiye’de taksim'de lice'de roboski'de.
reyhanlı’da cizre silvan nusaybin'de . ve yaşam biçimlerine bir tehdit
olarak paris'te görülür kimi zaman. ablukaya alınmış o yerde cizre'de buz
kalıpları arasında bekleyen dokuz gündür gömülmeyi bekleyen bir çocuğun
cansız bedeninde gezinir. güvercinler arasında ankara'da da o yerde bir
çocuğun bedeninde gezinir kimi zaman. adı : muhammet veysel’dir. uğur
kaymazlardan berkin elvanlardan bir bakışı gezdirir gözlerinde. ve son
dersine girememiştir devletin. şimdi yerinde bir deniz oturur..
burada sözü otuz altı yaşında bir çocuğa berna koç'a bırakalım öyleyse.
"hiçbir şey yapamasam nefes alırım en azından. bilincim açık öylece nefes
alırım. okunaklı yazı yazamasam dahi, okunaklı alırım nefesimi. sıkıntım
var! sızıntım var diğer kaba doğru akıyor içimdeki tümleçler"
şiir bilhassa kimsesizlerin kimsesidir devrim de öyle..