POETİK METİN

Sabahattin Umutlu    







şiir bilhassa kimsesizlerin kimsesidir


ali kitapçı’ya
ayşe deniz’e
ve güvercinlere
 

"artık anlaşılacak bir şey kalmadığında herşey anlaşılır"
                                                                                        umberto eco

"hakikatin yalan, yalanın da hakikat gibi göründüğü bir dönemeçteyiz şimdi"
                                                                                                                                    adorno

"ah kimselerin vakti yok / durup ince şeyleri anlamaya"
                                                                                                 gülten akın.

"görünen o ki insan olmamıza daha var ve bu ihtimal şimdi hiç olmadığı kadar  
tehlikede, belki de süresizce önlenmekte..."
                                                                                            judith butler, kırılgan hayat



her yer şiirdir şimdi şimdi her yer hakikat


iktidarların eliyle ya da doğal yollarla gelen insanların ve diğer canlıların yaşam ve ölüm hakkına bir müdahale içeren ‘ölümün elinden olmayan ölümler, her yıkım her katliamdan sonra bir teorizasyon süreci de başlar.  tozlu raflardan indirilir teoriler stratejiler ve taktikler. açılır teşhis çantaları ve eski bir yazılımın yeni sürümü "teşhisçi" yaklaşımlarla sürülür vicdanlara.

yastır. karadır. kara yaslara bürünür gerçek. kararır an ve ansızın göğsümüze inen bir yumrukla dolaşırız sokaklarda. içtiğimiz su su değildir. ses neyse de söz söz değil. ne uyku uyku. ne gitmek gitmektir ne kalmak kalmak. ne de şiir şiir…

keder ile heder arasında oracıkta bir tarifsizliğin tam ortasında asılı kalır saatler. spotlarda ve neon ışıkları altında bir uzaklaşma bir mesafeli duruşa saklanır yitirdiğimiz canlar hayatlar. gelir gider arasında hayal ile gerçeğin. kara yaslara bürünür bürünmesine de hakikat an karadır. hakikat yine hakikat. ve bir beden fazlayızdır bir ömür az…

uzun süren bir ağıttır dersim. halepçe’den maraş’a munzur kanlı bir çığlık. sivas’tan kalkan "kurum" roboski’de görülür. geçer ortasından bir taksim lice’de silvan'da cizre’de gölgesi görülmeyen bir barikat olur gezi. güvercinler arasında dolaşırken bir çocuk bir zaman bir saat : onsıfırdört. bir patlamayla uçuşan beden ve kararan an…

paris katliamı sonrasında ise ülkemizde de çevirisi yayımlanan (paris, 14 kasım 2015) bir makalesinde "yas yasaya dönüşür" der judith butler. keder ile yüzleşmenin acıyla hem hal olmanın zorluğundan bahseder yasın yasaya dönüştüğü yerde. kolektif duygudaşlığın yitip kolektif lince dönüştüğü yerde keder ile başa çıkmanın imkansızlığından. sokakların muhaliflere yasaklandığı sokağa çıkmanın ölümün adıyla anıldığı insanların sadece orada olduğu için evlerinin içinde infaz edildiği şair sinemacı pasolini’ den sonra hepimizin tehlikede olduğu - birinin uykusunun diğerinin kabusu olduğu yerden. devlet eliyle iktidarın güvenlikçi politikalarının meşrulaştırılmasından özgülüklerin kısıtlanmasından bireyler üzerindeki baskının kuşatmanın artırılmasından yasın yasaya yani korku imparatorluğuna dönüştürülmesinden.

iktidarların kendilerini bir "öteki" üzerinden meşrulaştırdıkları çok eskilere dayanan bir durumdur. coğrafyanın başka başka yerlerinde ötekileştirilmeye maruz kalanlar ötekiler değişir o kadar. amerika‘da zenciler ,israi’lde filistinliler. türkiye’de kürtler. dünyada aborjinler. güneyde ve kuzeyde başka başka ötekiler. her iktidarın ötekisi kendine'dir diyebilir miyiz peki. bu yolla kurtulabilir miyiz ötekilerin varlığından. yeryüzünün sınırlarını aşarak devletlerin sınırlarını aşındırmasından. farklı kültürleri ve yaşam biçimleriyle bir gün her yerde bir tehlikeye dönüşmesinden. bir sorudur ufkumuzda her daim. kim kimin ötekisidir. tarihte ve her yerde ötekisiz bir iktidar görülmüş müdür…

o kadar kesin çizgiler var mıdır diye soranlara ne mi söyleyelim öyleyse. şöyle. bize ne diyebilir miyiz birinin iktidarının öteki üzerinde baskıya korkuya zulme dönüşmesinden. birinin "refahının" öteki için açlığa yoksulluğa sürgünlüğe dönüşmesinden.

yasın yasaya yasanın yasağa iktidarın bazı aygıtları aracılığıyla özneler için mağluplar için baskıcı sıkıcı bir yaşantıya dönüşmesinden bahseder teorisyenler filozoflar. bahsederken de sürekli bir analizle hep bir tespitte ve yönlendirmede bulunurlar. oysa hep eksik kalmaktadır bir şeyler. ya bir eksik ya bir fazla ya da çok fazla. görünürde her şey kusursuzdur oysa. hayatın her anı teorize edilerek steril şık doğrucu yaklaşımlarla içinde bulunduğumuz durum "realite ve her şey" hiç boşluk bırakmaksızın mükemmel modern bir ambalajla kullanımımıza sunulurlar. sonrası… şık steril ekranlarda muhabbet. fiyakalı sözler. çöplük. mezarlık. kıyıya vuran ceset...

oysa bazen hayat kağıdı aşar. ve çoğunlukla da öyle ilerler tarih dediğimiz serüven. bedenden bedene geçer yayılarak ve paylaşılarak. yas biter ve keder isyana dönüşür. belki de özgürlüğün neşesiyle kendi dilinde alttan alta sessizce biçimsizce bir şiirle dile gelir hakikat… her yer şiirdir şimdi. şimdi her yer hakikat…


     12 ocak 2008’e dair

     seni yitilmişliğinde buldum...
     ilk kez öpüştüm o güne değin (aklımda kalan).
     sen şaşırdın;
     ben ise seni daha önce öptüğüme emindim oysa.
     oysa henüz karşılaşmıştık otogarda.
     sen çocuksu ispatlayışlıklar sıralıyordun ardı ardına.
     inadına kalorifer peteğinin üzerine koyuyordun ayağını.
     35 numara iz bırakıyordun metronun 06 zihninde.
     ilk defa seninle gördüm ankaray’ı ankara’yı.
     metrodan inip yüksele çıktık;
     sonra kocatepe camii'ne doğru yol aldık.
     sen sırtıma dokundun yolda yürürken,
     sırtım sana; anlaştık,
     dokunuşumuzla anlaştık inadına.
     kapıcı dairesine tıkıştırılmış arkadaşlıkla tanıştırdın birdal’ın  evine
                                                                                                          girdiğimizde;
     ev acı içki, izmarit ve pink floyd kokuyordu.
     pink floydu da ilk defa o gün kokladım.
     ilk defa o gün öpüştüm;
     ilk defa tanıdım raydan çıkmayı,
     ankaray’ı,
     ankara’yı...


bundan tam yedi yıl önce yazılmıştır yukarıdaki dizeler. ankara katliamında yitirdiğimiz yüz üç canımızdan biri berna koç tarafından. henüz otuz altı yaşındaydı. daha önce bir aşkla yollarının kesiştiği kente bir yolculuk daha yapmak istemişti düşlerinin ankara’sına. bu kez daha kalabalık daha coşkulu ve daha gür bir sesle iktidarların savaş çığlıklarına karşı barışı haykırmak için gitmişti. izmir’de doğmuş ve izmir’de sürdürmüştü daha başlarken sessiz yenik kimsesiz ömrün yolculuğu. bir şiirle mi başlamıştı. o yolculuğun kendisi miydi şiir. kimi kimsesi şiir olanın…

"ben berna diyorum, berna koç. sıcak bir temmuz günü, 3 temmuz 1979’da doğmuşum, 36 yaşındayım yani. çoğunuzun adını annesi ya da babası koymuştur. bana berna adını kim vermiş, ilk kim berna diye seslenmiş, bilmiyorum. bildiğim annemin beni doğurduktan iki gün sonra karşıyaka’da bir karakolun bahçesine bırakıp ortadan kaybolduğu. babamı ise hiç bilmiyorum. şimdi düşünüyorum da, iyi ki iki günlük bir bebek olarak terk edildiğimin farkında değildim, yoksa zaten oracıkta ölürdüm bu acıyla."

içine fırlatıldığımız yaşadığımız coğrafya için o bir kader diyen ibn-i haldun’a soralım bir kez daha aşınırken sınırları bedenin içacılarıyla bir gezegenin geçilirken içinden aşınıp duran ve isyana dönüşen coğrafya yoksa bir keder midir…son bir sorumuz var butler’ e : isyana dönüşmeyen yas isyana dönüşmeyen keder "kader" midir… peki ya kimsesizlik… sınırları kimsesizliğin. kimin kimlerin kimsesidir şiir…



vicdanların ölümüdür kıyıya vuran insanlık

"söyle, anlaşılmaz adam, kimi seversin en çok, ananı mı, babanı mı bacını mı, yoksa kardeşini mi?
ne anam, ne de babam var, ne bacım, ne de kardeşim.
dostlarını mı?
anlamına bugüne kadar yabancı kaldığım bir söz kullandınız.
yurdunu mu?
hangi enlemdedir bilmem.
güzelliği mi?
tanrısal ve ölümsüz olsaydı, severdim kuşkusuz.
altını mı?
siz tanrıya nasıl kin beslerseniz, ben de ona öylesine kin beslerim.
peki, neyi seversin öyleyse sen, olağanüstü yabancı?
bulutları severim... işte şu... şu geçip giden bulutları... eşsiz bulutları!"

                                                                                            yabancı / charles baudlaire

"insanlık öldü" "kıyıya vuran insanlık" "vicdanların ölümü" hepsi de spekülatif sözler. olsa olsa günlük gazete başlıkları. kıyı ve vurulan yerde mi başlar biter "insanlık" sınırlarda ölümü vicdanın. adı : aylan küdi. oysa hiç kıyısız yaşar bazı çocuklar ve kıyıya vuramadan vurulurlar çocukluğundan. bitmez tükenmez acısıyla uğur kaymazlar… ve ankara garında uçuşan bedeni muhammet veysel’in… ve ilk anarşist sendikacsısı  bu ülkenin anarko sendikalist babası ali kitapçı’dan ayrı düşmesi düşürülmesi artun siyah’ın …

bunca doğrunun doğruculuğun steril teorinin arasında kıyıya vuran dünyadır. dünyalardır oysa. bir çocuğun dünyası rüyası hayalleridir. yazılmamış yazılmadan orada oracıkta iki nefes iki heves iki kurşun iki dalga arasında öylece yaşanmış… insanlık mı. çoktan aşınmış ve aşılmış fazladan bir  kelime… iki şarapnel parçası şiirler. anın anların karardığı yerdir. ve hala karadır an. an karadır. kimileri için çoktan görülüp gömülmüş bir hayal kimileri için canlanan bir hafıza. kederidir unutamamanın. kıyıya vurmak ve kıyıya vuramadan vurulmak bir kader değildir. belki bir keder. iki keder arasında. arasında keder ile hederin çırpınıp durmaktadır hafıza… söyleyelim öyleyse coğrafya bir "kader" midir. aşındırılarak aşılmış bir keder midir yoksa. uğruna ölümlere gidip gelinen, uğruna savaşlarda milliyetçi militarist olunan uğruna mahpus yatılan ve infaz yakılan ve bazen uğruna dövüşülen bir sınır çarpışması coğrafya bir kader midir hala.. ve batık hayallerin yolculuğu, düşülen özgürlük hayallerinin. arzuların kesişip buluştuğu çarpışıp vuruştuğu sınırlar…

bazen yok hükmündedir coğrafya. hızla geçilen tabelalar. mezar taşları da olsa bir hafızadır coğrafya. kuşatma altında bazen sürekli kırılan parçalanan bombalar arasında yaşatılan bir hafıza. günlerce gecelerce uzun süren bir abluka. kıyıya vuran  her çocuğun bedeninde suya düşen teoriler. şiirler.. tıpkı auschvwitz toplama kampındaki gibi her katliamla birlikte bir sayı olarak ifade edilen canlar. bir sayı bir rakam var ki hiç unutulmaz : fahrenheit 451. yani yanma ısısı kitapların  ve bu yangına direnişi hafızanın... aylan bebekle kıyıya vuran çocukluğun. roboski’nin. reyhanlı’nın. soma’nın. suruç’un ankara’nın. paris’in. tek bir canlı ile bin canlının yası arasında bir fark var mıdır. olmamalıdır. çünkü tek tek tüm canlılara yönelir yok etme eylemi. adı toplu kıyım olsa da her ne kadar orada tek tek dünyalar hayaller ölür. tekillikler öznellikler şiirler ölür…

faşizmin ucu bucağı var mıdır.. çocukların ömrüne şiire sıçrayan kan roman kahramanlarına tiyatronun sahnesine sinemanın perdesine sıçramamış mıdır…

ve sürer suç ortaklığı toplum derler adına. iktidarların zoruyla yerinden yurdundan edilenin –ötekinin- sıkboğaz edildiği mağduriyetlerin görmezlikten gelindiği kolektif bilinçaltının faşizanlaştığı duygudaşlığın yittiği ölümün sıradanlaştığı canlının sadece bir sayıya dönüştüğü bir yerde o yerlerde gözlerinizle görürsünüz onu. olanı biteni. sonu. gözlerinizin önünde cereyan eder her şey.  yavaş yavaş kaplumbağa hızıyla ve göstere göstere. tıpkı marquez’in o ünlü romanı "kırmızı pazartesi"deki roman kahramanı belediye başkanı santiago nazar‘ın ölümü gibi.. kırmızı pazartesi’den kanlı cumartesi’ye evrilir dünya evrilir saatler.. yıllar yıllar geçse de üstünden koordinatları değişse de ölümün geriye kalan sızı ve keder aynı işler her yerde.. paslı bir bıçak ile kanırtarak içten içe...



imkansız gelecek 'mutlak şimdi'

"birisi bir camı açar, birden haykırır
sen de varsın ey hayat
tıpkı ölüm gibi"

                                            turgut uyar


başka başka dillerde dile gelse de aynı yürek çarpıntısı ve aynı şiddetle ilerler tarihte ve her yerde içimize çöreklenen o ağrı o keder.. bir onmaz yaradır geçmek gitmek bitmek bilmez bir karabasandır üstümüzde. yerle gök günle gün arasına mutlak bir şimdiye hapseder bizi.

geçmiş ile gelecek arasında kopan ve hep gerili duran o ip. ve halkaları o paslı zincirin. mutlak bir şimdiyi gösterir keder ile heder arasında asılı saatler…o ahraz dile sonsuza kadar süreceği söylenen mutlak şimdiye mahkum eder bizi iktidarlar. ve hala yüzlerimizdedir izleri o korku imparatorluğunun.. oysa farkındayız biliyoruz sonsuz olmadığını hiçbir korku imparatorluğunun..

ve bir sorudur : mutlak bir şimdiye hapsolmanın kaderi kederi ve hederi …bir çıkış yolu aranır keder ile heder arasındaki o mutlak şimdiden.. isyana dönüşen keder içinde bulunur o yol..

bir teneffüs daha yaşasaydı karatahtaya kalkacak çocuklar arasında okunur adı: 128 muhammet veysel ! burada. kararır an tarihte ve her yerde. an karadır. ölümün yüzünün ezberlendiği sabahın ilk saatlerinin giderek bir sayı olarak anılan ölü çocuk yüzleriyle başladığı ve sonlandığı coğrafyada an karadır. bir yüz daha eklenir ölü çocuklar albümüne. bir çift göz. ve o bakış.. görürüz o bakışlarda önce giden devlet çocukluğundan vurulan dersinde öldürülen çocukların gözlerini. uğur kaymazlardan berkin elvanlara bir film şeridi geçer. bir ışık sarar dünyayı. tüm yollar tüm işaretler gösterir ki ol tarihte o yerden isyan ile çıkılır.. dili tutulan kimi zaman. geri çekilen kimi zaman.çekildiği yerlerde yokluğunu bırakan bir isyanın diliyle. görünmez bir barikattır o gezer yeryüzünde yer yer türkiye’de taksim'de lice'de roboski'de. reyhanlı’da cizre silvan nusaybin'de . ve yaşam biçimlerine bir tehdit olarak paris'te görülür kimi zaman. ablukaya alınmış o yerde cizre'de buz kalıpları arasında bekleyen dokuz gündür gömülmeyi bekleyen bir çocuğun cansız bedeninde gezinir. güvercinler arasında ankara'da da o yerde bir çocuğun bedeninde gezinir kimi zaman. adı : muhammet veysel’dir. uğur kaymazlardan berkin elvanlardan bir bakışı gezdirir gözlerinde. ve son dersine girememiştir devletin. şimdi yerinde bir deniz oturur..

burada sözü otuz altı yaşında bir çocuğa berna koç'a bırakalım öyleyse.

"hiçbir şey yapamasam nefes alırım en azından. bilincim açık öylece nefes alırım. okunaklı yazı yazamasam dahi, okunaklı alırım nefesimi. sıkıntım var! sızıntım var diğer kaba doğru akıyor içimdeki tümleçler"

şiir bilhassa kimsesizlerin kimsesidir
devrim de öyle..


dizin    üst    geri    ileri  




  4  

 SÜJE  /  Sabahattin Umutlu  /  yirmi beş kasım iki bin on beş     13