"Bir bulut başını almış gidiyordu görüyordum" der İlhan Berk
'Deniz
Eskisi' kitabının bir dizesinde. Tarlabaşı’nın gidişi de buna benzer. O
da insanlarıyla birlikte bir kültür, yaşam eskisi olarak var olma hakkı
tanınmadığı için alıp başını giden bir buluttur artık.
Tarlabaşı’nın daha yakından tanımak hem onu çevresiyle yani Galata, Pera,
Beyoğlu’yla birlikte incelemekten geçer hem de tarihine inmekten..hatta
İstanbul’un kentsel yapısını iyi bilmekten.
Demirtaş Ceyhun çoğu yazısında İstanbul’dan söz ederken ‘’Fatih
İstanbul’u 1453’de fethetmiştir ama Türklerce işgal edilmesine izin
vermemiştir kesinlikle’ der.(1) Doğrudur. Ya da şöyle diyelim, Osmanlının
Osmanlılaştıramadığı, Türkleştiremediği bir kenttir İstanbul.
‘Kozmopolitliği’ de buradan gelir.
Şimdiye dek yazılan tarih kitaplarına ve İstanbul üzerine olan kitaplara
baktığımızda hep Osmanlı’nın saray tarihiyle karşılaşırız. İstanbul’la
ilgili olan sayısız yayın da Osmanlının etkin olduğu tarihi yarımadayla,
Babıaliyle (Yüce Kapı) sınırlıdır. Ancak tarihi yarımadanın tam
karşısında bir bölge var ki, işte o noktada Osmanlının sınırları
zorlanır.. Babıali’nin yapısının tam karşıtı diyebileceğimiz, içinde her
türlü etnik köken barındıran, içinde toplumun her kesiminden insanların
sivil yaşayışlarına göre yaşam biçimleri kurduğu ve bu nedenle
Osmanlılaşamayan, İstanbul’un kentsel dokusuna da damgasını vuran bölge:
Galata-Pera-Beyoğlu.
Galata ve Pera çevresi, Osmanlı döneminde Bizans yapısını hiç
bozmamıştır. Günümüze uzanan süreçte de, bu bölge; Avrupa’nın hemen her
bölgesinden insanların yaşadığı, Türklerle birlikte Rum, Ermeni, Kürt son
yıllarda da Suriye ve diğer Arap ülkelerinden mültecileri de kapsayan
kendine özgü mozaiği sürekli korumuştur. Burası bir yerde Osmanlıdan
farklı olarak çok uluslu ikinci bir kent olarak var olmuştur ki İstanbul
geneline de bu yapıyı egemen kılmıştır. Çok kültürlü, çok uluslu
kozmopolit bir İstanbul, İstanbul kent yapısı içinde her zaman ağırlıklı
olmuştur.
‘’İstanbul kendi duvarları içinde kendinden bölünerek her zaman ‘başka
yer’i içinde barındırmış,kendi bağrında toplamıştır. O gün bugündür
yabancı, sadece kentin dışında değil, aynı zamanda içinde de oturandır.
…….
…. Bu kent alternatif ve çelişmezliğin katı karşıtlıkları üzerinde kurulu
geleneksel mantığa gerçek bir meydan okumadır. İstanbul, kendi ile
başkasının ayrışamaz bir şekilde birbirine karıştığı; farklı halk ve
kültürlerin kendi yeri ile yaban arasındaki geçişlikte komşuluk yaptığı,
yaşayan bir aporia ( çıkmaz, olanaksız poros) olmuştur.’’ (2)
Tarihi yarımadanın yani Babıali’nin tam karşısında yer aldığını
söylemiştim Galata, Pera ve çevresinin. Babıali’ye karşın bu bölgenin
kapısı yoktur. İçinde her ırktan, her kesimden insan yaşar. ‘Kapı’ bir
anlamda ‘sınır’ demektir, sınır çizgisi içerir. Pera’nın sınırları da
yoktur. Her tür gelişime, yeniliğe açıktır. Zaten Pera, Yunanca sözcük
anlamında da ‘öte yaka, öteki taraf’ demektir. ‘Ötekileştirmeyi’ baştan
kabullenmiştir. Sınırsızlığı da buradan gelir:
‘’Beyoğlu’nda San Antuan’da ney dinleyebilir, Çin Yılbaşı’nı
kutlayabilir, Picasso sergisi gezebilirsiniz ya da hep görmek istediğiniz
Tolstoy tablosuna rastlar, genç bir İtalyan sanatçının enstalasyonlarını
görürsünüz, bir Kazak filmi seyredip sabaha kadar sokak festivalinde
salsa yapabilirsiniz; belki bir gün bir dans okulunun önünden geçerken
tango öğrenmeye karar verir, Asmalı’da bira içerken bir Kolombiyalıdan
hiç duymadığınız gerçekleri dinleyebilirsiniz, yeni çıkan bir kitabı
hevesle kapıp eve gitmeyi beklemeden mangalda pişmiş kahvenizle sırtınızı
duvara verip okumaya başlayabilirsiniz; aşıklar sokakta kavga eder,
sokakta öpüşüp barışırlar burada, çakırkeyif üniversite öğrencileri çok
eskilerden bir şarkıyı söyleyerek geçer, homoseksüeller korkmadan elele
tutuşabilir, birileri fazla kaçırmış deliler gibi ağlıyordur, bir gün
nükleer reaktörleri bir gün hayvan haklarını, neye karşıysanız, neden
rahatsızsanız onu protesto edersiniz, bütün seslere açıktır Beyoğlu,
kapılarını kimseye kapamaz.
Ama Beyoğlu yıkılıyor, sinemalar, parklar yıkılıyor, yerlerine alışveriş
merkezleri yapılıyor. Bunlar ve belki ağaçlar değildir her şey, ama
alışveriş merkezlerinde hayat yoktur, kültür yoktur, çok azını andığım şu
renklerin hiç biri yoktur. Rant adına ya da değil, hedefi ne olursa
olsun, bütün bu değişim ve sahte yenileme projeleri özgürlüğe karşıdır.’’
(3)
Sınır koymaz bu bölge hiç bir yaşam alanına, kesime, bireye ama bu
varlığını korumak da zorundadır. Günümüze dek de inatla korumak için
savaşımını sürdürmektedir inatla. Anlayacağınız kapısı yoktur bu bölgenin
ama kalesi vardır: Galata… Galata Kule’si, Cenevizlilerin o dönemlerde
kurdukları – Haliç kıyılarına dek uzanır- kalenin gözetleme kulesidir.(
Bu arada 30 yıl kadar önce yaptığım araştırmalarda şaşırarak öğrendiğim,
2-3 yıl kadar önce de bir televizyon kanalındaki bir yarışmada soru
olarak yine karşıma çıkan ilginç bir bilgiyi de meraklısına not olarak
ileteyim. Her ne değin satranç oyununu Çinlilerin bulduğu söylenirse de
onu Avrupa’da geliştiren Cenevizliler olmuştur. Ve satrançtaki kale, işte
bu bizim Galata’nın simgesi niyetine konmuştur.)
Galata 12 61 yılından bu yana Cenevizlilerin. Osmanlı da fetihten sonra
Galata’yı karşısına almamış, bir vergi karşılığında özerkliğini
korumuştur. Galata Cenevizlilerindir ama hiç bir zaman da tam anlamıyla
İtalyan da olmamıştır. Fetih öncesi önemli bir Rum nüfus zaten vardı
fetih sonrasındaysa buna Türkler, Ermeniler ve Yunanlılar da eklenmiştir.
Ve o günden bu yana Galata, Pera, Beyoğlu ve Tarlabaşı deyim yerindeyse
her türlü yeniliğe (bunda moda biçiminde Batı etkisinin de payı vardır)
açık bir muhalif yaşam biçiminin, muhalif kent kimliğinin merkezi ve
itici gücü, öncüsü olmuştur.
Bu gelişim içinde, zamanla Tarlabaşı daha çok toplumun ekonomik yönden
dar gelirli, alt tabakadaki insanların yurdu olmaya başladığında, bu
bölge daha da farklı bir boyut kazanmış, Galata ve Pera genelindeki
muhalif yapı burada daha radikal, protest yaşam alanına dönüşmüştür.
Bunda 1855 tarihinde Beyoğlu Belediyesi’nin kurulmasının hemen ardından,
sokaklarda yapılan kamu düzeni çalışmalarının da payı olsa gerek. Çünkü
bu çalışmalarda, örneğin yol yapım çalışmaları, seçkin mimari
yapılanmalara gidilmesinde hem Tarlabaşı ihmal edilmiş hem de yine kamu
düzeni adı altında örneğin seyyar satıcılar yasaklanarak, çoğunlukla dar
gelirlilerin yaşadığı bu bölge dışarıda bırakılmıştır. Bu anlamda,
Tarlabaşı, Babıali’nin karşıtında gelişen Beyoğlu içinde, varlığını
korumaya çalışan ayrı bir yaşam kültürü oluşturmuştur.
Ülkemizdeki illerdeki, ilçelerdeki cadde, sokak, bulvar adlarını bir
düşünün. Çoğu resmi adlardan öteye geçmez. En sivilimiz bile bir
‘ağırbaşlılık’ taşır. İstanbul hele hele bu bölge öyle mi ya..cıvıl
cıvıldır, sivil sivildir bulvar, sokak adları. Bir başka deyişle hemen
her ilimizin caddesinde, bulvarında hatta sokağında ‘cumhuriyet’ kesin
vardır. Burada ise cumhurun sokaklarıyla karşılaşırız.
Önümüzdeki bölümden itibaren bu bölgenin tarihine ve sokaklarına dalıp,
eşsiz bir gezintiye çıkmaya başlayacağız. Yaşamın dehlizlerini birlikte
dolaşacağız. Çünkü o dehlizlerde kimi hüzünlü kimi eğlenceli, bugüne iz
bırakan sayısız anılar bizi bekliyor olacak.
Hızla betonlaştığımız bugünlerde o anılara, o sokaklara çok ihtiyacımız
var.Ve bu geziye bir an önce çıkmak zorundayız. Çünkü Ara Güler’in de
dediği gibi
‘’Betonlaşmış bir sokağın anısı bile olamaz.’’
(4)
________________________________
1) ‘İstanbul Sokakları, 101 yazardan 100 sokak’, Haz. Murat Yalçın, Yapı
Kredi Yayınları, 8.basım,Şubat 2015/İstanbul, s.93 2) ‘Jacques Derrida İle Birlikte Pera Peras Poros, Haz. Onay Sözer- Ferda
Keskin, T.İş Bankası yayınları, Temmuz 2012/İstanbul,s.1-2 3) ‘Galata,Pera,Beyoğlu:Bir Biyografi’, Brendan Freely-John Freely,Çev.
Yelda Türedi, Yapı Kredi yayınları,2.baskı, Şubat 2015/İstanbul, s.7-8 4) ‘İstanbul Sokakları…a.g.y. s.43