ÖYKÜ

Şeyda Gökoğlu  







BİR SADE KAHVE


“Ben gerçek olana inanırım hayal ürünü hiçbir şey beni ilgilendirmez.”

Arkasına yaslandı, boynunda asılı olan gözlüğünü daha iyi görebilmek için burnunun üzerine yerleştirdi. Pencereden gelen ışık yer yer parmak izleri oluşmuş gözlük camlarının üzerinde hayal kırıklığı ile kitabın üzerine yansıdı. Etrafıyla ilgisini keserek dizlerinin üzerindeki kitabı kendine yaklaştırarak kaldığı yerden okumaya devam etti. Bir sayfa, iki sayfa derken üçüncü sayfaya geldiğinde gömlek cebindeki kurşun kalemini çıkararak, önemli bir keşif bulmuşçasına kitabın satırları üzerinde gezdirerek sayfanın bir yerine birkaç kelime karaladı. Az önce gönderme yaptığı karısı elindeki telefonu bırakmadan,

“Bir âlim edasıyla altını çizdiğin cümlelerde hayal ürünü, hatırlatırım! Üstelik birkaç sayfa sonra sana kitabın yazarı şöyle seslenecek : ‘İnsanların kitaplara bir takım çizgiler çizmeye, kelimeler yazmaya hakkı yok…’* Bakma bana gözlüklerinin üzerinden. Okumaya devam et göreceksin” dedi gülerek ve elinde tuttuğu telefonunda tatil sitelerini gezerek gelecek yaz için planlar yapmaya koyuldu.

Bazı sayfalarda dakikalarca kalıyor bazılarını hemen geçiyor, ekranda gördüklerine göre yüzünde kimi zaman hayranlık, kimi zaman küçümseme duygusu yayılıyordu. Bir süre sonra sıkıldı ve elindeki telefonu bırakarak mutfağa geçti. Mutfaktan kitap okuyan eşine seslendi;

“Hayatım bak ne diyorum seneye her zaman ki gibi deniz tatili yapmayalım. Şöyle dağlara doğru gidelim, oksijeni bol ormanlık dağlara… Karadeniz turu yapabiliriz. Yürüyüş de yapmış oluruz, ciğerlerimiz temizlenir hem de... Yaylalarda bir ev tutar, yazı orada geçirebiliriz. Güzel fikir değil mi?”

Kadın bir süre kocasından yanıt bekledi gelmeyince tekrar konuşmaya başladı,

“Aslında şöyle de olabilir. Kendimize göre şöyle ufak bir karavan alıp tüm sahil şehirlerini dolaşarak bir tatil planı yapabiliriz.”

Adam, tok bir sesle cevap verdi;

“Aç tavuk kendini buğday ambarında sanırmış.”

Kadın önce alınganlık göstermek istedi sonra vaz geçti. Kendince kurduğu hayallerinin içinde eğleniyordu. Kocasının da kendisine eşlik etmesi onu daha keyiflendirecekti. Kocasının lafına aldırmadan,

“Tavuk demişken, bir çiftlik mi kursak? Ne güzel her şey doğal, ne yediğimizi, ne içtiğimizi biliriz. Bir de içine şöyle güzel bir ev yaptık mı hafta sonlarının keyfine doyum olmaz. Maaile toplanırız.”

“İki de inek alırım sana ha hahaa…” diye gülerek karısıyla dalga geçti.

“Neden olmasın şekerim, boş boş oturuyorsun sana da iş çıkar işte!” dedi kadın. Konuşmasını sürdürecekti ki içerden gelen telefon sesi ile sustu. Kocası biriyle konuşuyordu, kulak misafiri oldu.

“…yok, yok henüz olmadı. Bekliyorum…..Tabi, tabi… Birkaç güne çıkar atamam. İmzadan çıkacak yakında. Onu yapmıyorlar, benim adım geçiyordu zaten….. Anladım….. İyiler iyiler sağ ol. Bakalım bekleyeceğiz…. Çocuklarda iyiler. Büyük oğlan Amerika’da işte. İyi iyi….Kalır, kalır gelmez. İşleri iyi.. Evet, evet… Yok bana bir yükü, kendi ayakları üzerinde duruyor…”

Kadının telefonu çalmaya başlayınca konuşmanın gidişatını dinleyemedi,

“Aloo… Ahhh oğlum! Nasılsın annem. Biz iyiyiz, merak etme. Sen ne yapıyorsun ev buldun mu? İşin nasıl? Maaşını düzenli alabilecek misin? Ah annem yaaa gittin oralara, ne vardı burada kalsaydın. Çıkardı buralarda iyi bir iş. Bak şimdi kira ödeyeceksin….. Tamam, tamam üzülmüyorum sadece seni merak ediyorum. Kuzenin Tuğçe’de bu hafta işe başladı. Yazık kızcağıza sen yıllarca oku git bir mağazada satış elamanı ol. Olacak iş değil! Neyse senin keyfin yerinde olsun o yeter bize.. Bak bir şey lâzım olursa söyle babanla atlar geliriz, getiririz. Tamam annem ben de öpüyorum seni. Baban telefonla konuşuyor, o da iyi, söylerim selamını.”

İçi acıyordu, oğulcuğunu bir gün olsun gözünün önünden ayırmazdı ama zaman geçiyor, büyüyor ve sorumluluklarını üzerine alması gerekiyordu. Giderken de “ben size artık daha ne kadar yük olacağım?” demişti. Haklı.. Şimdi başka bir şehirde iş bulmuş ayaklarının üzerinde durmaya çalışıyordu. Bir üniversite, iki yüksek lisanstan sonra az bir maaşla iş bulabildiğine şükrediyordu. Oysa onun için ne hayalleri vardı. Yurt dışına gidip doktora yapacak, iyi bir iş bulup doyduğu topraklara tutunup yaşayıp gidecekti. “Olsun buna da şükür, çocuk aklını yitirecekti evde oturmaktan” diye mırıldandı. Kocasının telefon görüşmesi de bitmişti. Son zamanlarda birçok acı gerçeği yaşıyorlardı. Kocasını görevden almışlar, o kadar bilgisine tecrübesine bir masayı dahi çok görmüşler, “gerek duyarsak biz sizi ararız” deyip uğurlamışlardı. Kimseye bir şey söylemiyor, düşüncelerini kendine gizliyor, kendini bazen saatlerce odasına kapatıp, duvarda asılı diplomalarını, başarı belgelerini, hatıra fotoğraflarını inceliyor düşüncelere dalıyor sonra yanıma gelip bir köşede sürekli kitap okuyordu. Arada sırada gelen telefonlara cevap veriyor bazı görüşmelerde hiçbir şey olmamış gibi konuşuyor, sürekli terfi alan, başarıdan başarıya koşan bir insan gibi içindeki umutlarını koruyordu. Doğru mu yapıyordu? Belki kendini belki de karşısındakini aldatıyordu. Ne doğruydu ki! Ona neden böyle davrandığını sormuyordum. Yaşama sevincini yitirmemeliydi.

Gerçek dediğimiz birçok şey gün gelip hayal oluyormuş meğer! Son yaşadığımız yıllar, üzerimize bir toz bulutu gibi çöküp geleceğimizi görmemizi engelleyen yıllardı. Hatta bazen öyle bir hal alırdı ki kum fırtınası içindeymişiz gibi ideallerimizin üstünü örter ve olduğumuz yerde kalırdık. Sadece nefes almak için çabalar, yaşadığımıza sevinirdik. Gece ve gündüz döngüsü olan bir evrenin canlıları olarak aynı döngüyü yaşamlarımızda yaşamamak kaçınılmazdı. Koşullar farklı olsa da her ailede böyle olası durumlar olabiliyordu. Biz de onlardan birini yaşıyorduk. Bu dönemde tek yapmamız gereken, ideallerimizi bir bohçaya koyup rafa kaldırmak oldu. Bir tek ben olayların dışındaydım, birebir etkilenmiyor, dolaylı yoldan onların sıkıntılarına ortak oluyordum. Bu nedenle arada sırada kendimce hayaller kurarak onları keyiflendiriyor ve rafa kaldırdığımız ideallerimizin tozunu alıyordum. Adına ne dersek diyelim ister hayal, ister ideal, isterse alınyazısı olsun, üzerine karşılıklı içilecek acı bir kahve iyi gidecekti.

“Hayatımmm! Kahve yapıyorum. Sadeydi değil mi?”

______________________

* Oğuz Atay, Tutunamayanlar, Sf.367


içindekiler    üst    geri    ileri   




 51