ÖYKÜ

Gökhan Erdoğan  







Hâlâ Nasıl Yaşıyorum?


Karanlık gecenin, karanlık bir sokağından geçti önce. Işıklar sönük, her adım attığında ise yağan yağmurun izleri olan birikintilerden adımlarının sesi dağılıyor dar sokakta. Serin bir rüzgar dalgası uzamış düz saçlarının arasından geçti ve sırasını bir sonraki serin dalgaya bıraktı. Uzun boyundan daha uzun olan kahverengi hırkasına iyice sarındı ve yaşadığı apartmana girdi. Dar sokaktaki onlarca cansız apartman ve dairenin bir tanesinde de o yaşıyordu. Apartmanın içi küf kokuyor, mimarisi ise bir deniz fenerinin içini andırıyordu. Dönerek yükselen merdivenleri her zaman olduğu gibi sayarak çıkmaya başladı. Bu basamakları neden her defasında saydığını kendisi de bilmiyordu, belki apartmana hükmeden küf kokusunu unutmak istiyordu, belki, ya geçen defa yanlış saydıysam diye tekrardan teyit etmek istiyordu basamak sayısını kim bilir. Saydı, saydı her kata on sekiz merdiven ile çıkılıyordu, toplamda elli dört merdiven vardı. Dairesinin önüne geldi ve siyah kot pantolonunun cebinden anahtarı aramaya başladığı esnada bir kadın kapıyı açtı. Kadın siyah ve uzun bir elbise giymiş, saçlarını düzleştirmiş ve bu haliyle adeta korku filmi setinden kaçıp buraya gelmiş gibi Soner'in karşısında dikiliyordu. Soner ürken gözlerle,

-Sibel, senin burada ne işin var?

Kadın korkunç bir gülümseme ile cevapladı,

-Neden, bir sorun mu var sevgilimin evine gelemez miyim?

- Tabii, gelirsin ama içeriye nasıl girdin?

- Boşver bunları, içeri gel.

Soner kapıyı kapatıp korkak adımlarla kadının peşinden gitti ve salona geçtiler.

Salonda harika bir sofra kurulmuştu, her çeşit yemek, şarap ve yakılmayı bekleyen mumlar. Soner gülümsedi,

- Sürpriz yapmak istedin sanırım.

- Evet, bu gece sana büyük bir sürprizim var.

Soner sofrayı görünce bir an sakinleşse de Sibel’in yüzündeki şeytani gülümsemeyi tekrar görmesiyle bedeni yeniden korkunun hücresinde hapsoldu. Sibel,

- E hadi, otursana.

Sibel ve Soner aylardır birliktelerdi ve Sibel hiç huyu olmayan şeyler yapıyordu. Her şeyden önce şeytani gülümsemesi yetiyordu akan giden zamanı korkunç bir filme dönüştürmeye. Soner sevgilisini ilk defa böyle görüyordu, sanki Azrail ruhunu almaya Sibel'in kılığında gelmiş gibi. Soner masaya oturdu, Sibel mumları yakıp ışıkları kapadı ve içeride mumların ince ışığından başka bir şey kalmadı. Soner,

- Işıkları açsak mı sevgilim?

- Yo, hayır. Böyle iyi.

- İyi misin sen?

- Hiç olmadığım kadar.

Sibel'in yüzünden şeytani gülümseme hiç eksik olmuyordu. Soner ürkek bir halde Sibel ise gayet keyifli ve yavaş yavaş bir müddet yemek yiyip şaraplarını içtiler. Birkaç bardaktan sonra Sibel sessizliği bozdu,

- Gelelim asıl sürprize, hazır mısın sevgilim?

- Bilmiyorum.

Sibel acımasız bir kahkaha attı ve harfleri uzatarak,

- Aaa tüm heyecanı kaçıyor ama böyle.

- Neyin heyecanı Sibel?

Sibel masanın altından siyah bir çanta çıkardı, çantanın içinden ise bir maymuncuk.

- Kapıyı bununla açtım hah hah ha. Bir hırsız gibi.

Sonra çantanın içerisinden korkunç eşyalar sıralanmaya başladı: Büyük bir bıçak, kelepçeler ve kalın, siyah bir bez.

Soner donakalmıştı. Sibel çantayı tekrardan masanın altına koyup konuşmaya devam etti,

- Sakın korkma sevgilim, kendini bana bırak.

Soner'in kendisini bırakmaktan başka yapabileceği hiçbir şey yoktu. Kıpırdayamıyordu çünkü. Sibel Soner'in iki elini de oturduğu koltuğa kelepçeledi, sofrayı masanın üzerinden yere döktü. Düşen ve kırılan eşyalardan sonra Sibel'in bıçağı masanın üzerinde Soner'e en yakın noktaya vurma sesi duyuldu. Pat! Soner kekeleyerek sordu,

- Sibel, ne.. ne.. neler oluyor.

- Şşş sakın korkma. Şimdi sadece kalbini söküp buradan gideceğim. Hem bak, canın yanmasın diye sana bez de getirdim. Ben kalbini sökerken sen de bezi ısırırsın sevgilim.

- Sibel, yapma. Ben, ben seni seviyorum hayır yapma.

- Beni sevme Soner. Ben basit bir rüyayım sadece.

- Sevmenin gerçeği düşü olmaz ki, ben seni uyanınca da severim. Hem belki bir rüyada tekrar karşılaşırız. Sibel yapma.

- Biz seninle bu dünyada bir daha karşılaşamayız sevgilim. Diğer dünyada belki hah hah ha. Şimdi al bakalım şu bezi.

Soner yeniden donup kalmıştı. Ne hareket edebiliyor ne de ağzındaki bezi atabiliyordu. Sibel sert bir bıçak darbesiyle göğsüne girdi Soner'in. Yüzünde hâlâ o şeytani gülümseme vardı. Soner'in canı yandı önce, sonra büyük bir boşluk hissetti. Sibel yerinden söktüğü kalbi çantasına koyup uzaklaştı ve Soner hâlâ nasıl yaşadığını düşünürken ağlıyordu.

Uyandığında elindeki mektubu gördü. Önce mektubu unutup göğsüne baktı. Kalbi içeride atıyordu. Her şey bir rüyaydı demek. Sonra elindeki mektuba baktı ve her şeyin aslını hatırladı. Bir ayrılık mektubuydu bu. Sibel'in Soner’den ayrılmak istediği yazılıydı. Soner yatağında doğruldu ve rüyasında olduğu gibi, hâlâ nasıl yaşadığını sordu kendisine.


içindekiler    üst    geri    ileri   




 36