DENEME

Muazzez Uslu Avcı  







BENCE ve SENCE
ACININ TARİFİ ve TARİHİ nedir?



''Acının tarifi nedir Sence?''

+Ufff, olabilir bence? Yanına biraz da ah kattık mı acısından yenmez!

+Peki acının tarihi nerede ve nasıl başlamıştır sence?

-Bilinçle başlamıştır bence

+Ne demek bilinçle? Bilinci olmayan canlılar da acımaz mı Sence?

-Acır tabi, ama onların acısı karşı karşıya geldikleri şiddetten duydukları fiziki acı olmalı. Mesela, kesilen koyunun duyduğu acı, avlanan kuşun duyduğu acı gibi...

+Yani, acının kesin bir tarifi yok Sence?

-Acı da tarif edilmez yaşanırmış ama gene de insan yaşadığı şeyi mânâlandırabilme, anlatabilme yeteneğine sahiptir. Hayatın anlamı nedir? gibi Bence...

+Yani sence ; kim neresinden nasıl tutuyorsa manası kendine gibi mi?

- Bilemiyorum, acının fosili var mı ki bilelim? Bence acı tarif edilmez yaşanır.

+Tarihdeki savaşlara, yıkımlara, felaketlerde bakarak bir acı tarihi yazmak mümkün olamaz mı Sence?

-Tarihe baksak şölen yeri. Nasıl yendik ama, nasıl yuttuk ama, nasıl imparatorduk ama... Tarih riya, tesellidir bize, mitos, masal ve rüya Bence.

Gökten üç elma düşsün beklerken, kökten elma ağacı devrildi kafamıza.

Kıssalı hikayeler yazıldı en çok acı adına. mutluluk payı ateşe, acı payı küle verildi.

+Ben tarih diyorum sen hikaye anlatıyorsun

-Tarih de biraz hikayedir bence?

+Acı yenilir içilir mi sence?

-Şahidim; yiyen içen var. Başkalarının acısını yiyerek mutluluk hormonu biriktirmiş niceleri var. Acılı adana nasıl yapılır? Kimse acımaz mı mesela? Karagözlü dana, kıvırcık koyun acımaz mı Sence?

+Acıyordur mutlaka, dilsiz olmasalar söylerlerdi. Gerçi gözleriyle söylüyorlar ama acı yemenin mutluluğu gözlerimizi kör ediyor olmalı bence...

-Acı sesi güzelleştirir diyorlar, Acı insanı olgunlaştırırmış aynı zamanda. Öyle midir Sence?

+Biberlere sormadık niye acıdır. Olgun olunmalı zaten, itibar görmez ham şalak kelek bostanda. Bostan sahipleri sevmez olgun olmayan keleği. Danaları da sevmez. Ama çok sever acılı adanayı.

Kelek dedim de; kelek bostana kafa tutandır bence. İstemez olgunlaşmayı, bilir ki olgunluktan sonra gelen ölümdür. Bilgedir kelek, bakmayın olgunlaşmadığına.

-''Ah felek zalım felek...'' Tabi ki felek bostancıdan yanadır, kelekten yana olacak değil ya!

+Acının tarifini istedi geçen komşum, balkonda çamaşır asarken.

-Verdin mi peki ?

+''Nasıl tarif vermeliydim ki, herkesin kendi el yordamı var. Kimi acıyı fazla kaçırır, kimi ekşiyi. Benim acı tarifim size uymaz ki'' dedim.

''Olsun sen ver bir tadalım'' dedi, komşum.

''Bir tutam yalnızlık, bir tutam haksızlık, bir tutam umutsuzluk, bir tutam pişmanlık, bir tutam aptallık. Koyup kalbinde karıştırıyorsun bunları, kalp ateşinde pişirmeye bırakıyorsun. Sonra kaynamaya başlayınca göz kapakların kaynamanın itmesiyle açılıp tane tane su damlası düşmeye başladığında olmuştur'' diyorum ''Ne var bunda ayol! O malzemelerden bizde de var kolaymış'' diyor. ''Ama oranı diyorum, oran önemli! İyi tutturdun mu acından yenilmezsin''

-Hem acının tarifçesi her tarihte değişir, öyle değil mi Sence de?

+Tarih tepeden tırnağa kan, biraz vicdan beslemiş diğerkâm. İnsanın yarası bencillik. Benliğini yeniden yaratmalı insan, belirlemecilik değil aslolan...

-Doğadan henüz kopmamış ilkel olan bilmez ki ''acıtmak ayıp.''

Taş yontmuş, taş cilalamış alet kullanmış.

Taş yerinde durmamış ki... Onu vur, bunu avla, şu arsayı çevir...

Bilinç biriktirip, dillendiğinde, acıttığını ancak anlamış olabilir mi Sence?

+Tarihin acı tarifçesine bakacak olursak, en çok köleler, sonra kadınlar acımış olamalı bence.

-İnsan acıya da alışırmış. Gerçi, madem alışıyormuş, niye sızlanmış ve niye ayaklanmışlar ki Sence?

+Taş taşımak, taş yontmak, taş cilalamak derken, kendi taşlarıyla birbirinin kuşunu vurmuş insanlık.

Tutsaklık, kölelik, sömürü derken, zayıflar olmuş en çok acı yiyen.

İlk çağ'da, doğadan kopup doğayı dizginlemeye çalışan insan, Orta çağ'da en çok kendi kendinden korkmuş.

- Ama en önemlisi de herkesin en çok korkacağı birini bulmuşlar, adını tanrı koymuşlar. Bilinmez sonsuzluğun korkusundan tanrının arkasına saklanmışlar.

+ Haklısın Acı biter mi hiç, tanrı da sevmiş acı çektirmeyi.

Zayıfı tokatlayıp, kayırmış güçlüyü. Acılardan acı beğendirilmiş zayıfa, hem de tanrı adına! Orta çağın karanlık acısı çok can yakmış. O şeytan, bu cadı, şu dinsiz, bu ipsiz...Kazanların fokurtusunu duya duya, ateşlerin çatırtısını duya duya, giyotinlerin gıcırtısını duy duya... iliklerine kadar acımış nice insan...

-İnsan ne garip, kendi yarattığı tanrıdan kendi ödü kopan yaratık. Ödü kopunca da kendi ırkını tanrıya rüşvet olarak kurban vermiş.

+En çokta kurbanlar acımıştır mutlaka... Hayvan bile bilir kesileceğini acı çeker.

Kurban edileceğini bile bile nasıl katlanır acıya insan? Ya kurban edenler? Kurbanların acıdığını bile bile, sırayı savdıkları için sevinmişler kendi vahşetlerine...

-İnsan işte, acımış acıtmış... Acılarını da bölmüşler çağlara tarihlere: İlkti, Ortaydı, Yeniydi, Yakındı, Gelecekti...

+Hangi çağ en acılıydı acaba sence? Zamana kalsa; acı çekene göre uzun, çekmeyene göre kısaymış...

-Çağ gitmiş, çağ gelmiş, gün gitmiş, gün gelmiş... Her çağın itiraz edenleri sayesinde değişen toplumların eski acıları dinmiş ama, yeni acı sayfaları açılmış. Eski çağlarda en çok fizik acısını duyan insanın, biriktirdiği bilinç ve kültür onu daha karmaşık yapmış. Fizik acısı kadar ruh sancısı da gelmiş dile modern zamanlarda bence.

+Ah! Bu modern zaman da ne kırılgan bir zaman! Sinsice sızıyor insanın içine hüzün. Onca zaman sürü halinde yaşamış insana '' Sen önemlisin, sen biriciksin, sen bireysin'' demişler. Hüzünlü şairler, çılgın ressamlar, maceracı hikayeciler iham vermiş. Yeni çağ inşa edilmiş. Ben biriciğim, ben önemliyim diyerek kendini avutmuş. Benim biricikliğim senden daha mühim! Böylece icat edilmiş ''ben ve hüzün'' Dev gibi sanayiler, dev gibi şirketler doğdukça insan küçülmüş de küçülmüş. Acının bir çok halini görmüşler.

Zayıfı ezen güçlü her çağda farklı kılıkla çıkmış. Hayvanlığını aşan insan aşamayanları ezmiş, güçlü güçsüzü köle etmiş. Velhasıl, insan hem doğayı, hem kendini acıtmış...

Elinin ulaşamadığı, yerleri, esir almış, işgal etmiş, yağmalamış...

Acıtmış acıtmış acıtmış. Yeni uygarlıklar inşa etmek için kandan kemikten harç yapmış...

-Git git git ne kadar gidersen git acı da seninle geliyor.

Bence, dünya yara açanlar ve yaralananlar olarak ikiye bölünmüş sanki. Yara açanlar hep bizim acımızdan kâr etti. Savaşı icat ettiler, işgali icat ettiler, sömürüyü icat ettiler...

+Ve gelinen modern çağın acısı ikiye ayrıldı. Öteki ve Biz.

İnsan acısını yiyen canavarlar her çağın belası.

''Gözü mavi kafası yuvarlak olmayan insanlar bizim ırkımızdan değil'' diye, tarifsiz acılar çektirilen, gaz odalarında boğulan, fırınlarda yakılan insan acılarını gördü bu dünya. Hepsi sömürü adına!

Belki dünya insanı doğururken kötü evlatları olsun istememişti.

''Kucağımda hepinize yetecek kadar yemek, hepinize yatacak kadar yer, hepinizi sulayacak kadar suyum var.

Üstelik sizi eğlendirmek için envai çeşit çiçeklerim, kuşlarım, kelebeklerim var.

Ağzınız tatlansın diye, allı morlu meyvelerim var... '' demek istemiştir.

Ama insan işte; Doğa ananın sunduğu cömertlik gözlerini doyurmamış.

Benim daha çok olsun diyenler, kanaat edenleri ezmiş, acıtmış hep...

Acının ne tarifi ne tarihi bitti. İnsanın bitmeyen evrimi, bir gün tarihin tarifini değiştirecektir. BENceler ve SENceler birbirini acıtacak ayrımlar değil, görüş zenginliği, fikir katkısı ve insanın insana anlam katması üzerinden olmalı değil mi Sence?

-Haklısın Bence de!


dizin    üst    geri    ileri  


 



 20 

 SÜJE  /  otuz altıncı sayı