Sabah saat sekiz. Miss Ada Moss siyah bir demir karyolada yatıyor, gözlerini
tavana dikmiş. Bloomsbury’de, bir evin en üst katında, arkada bir oda; is
kokusu, pudra kokusu, akşam sokaktan alıp yediği kızarmış patateslerin
kâğıdının kokusu birbirine karışıyor.
“Ah, Tanrım,” diye düşündü Miss Moss, “üşüyorum. Niye sabahlan hep böyle her
yanım buz gibi uyanıyorum, bilmem. Dizlerim, ayaklarım, sırtım — hele
sırtım; sanki bir buz tabakası. Eskiden ne kadar sıcak uyanırdım. Hani
zayıflıktan da değil — gene eskisi kadar topluyum. Hayır, akşamlan iyi,
sıcak bir yemek yemiyorum da, ondan.”
Tavandan sıra sıra İyi, Sıcak Yemekler geçmeye başladı, her birinin yanında
da bir şişe Hayat Veren Siyah Bira...
“Hatta şimdi kalkıp,” diye düşündü, “şöyle kuvvetli, bol bir kahvaltı
etsem...” Tavanda Kuvvetli, Bol Kahvaltılıklar yemeklerin arkasına takıldı;
kocaman, beyaz, kesilmemiş bif jambon, hepsini önüne katmış, sürüyordu. Miss
Moss ürperdi, yorganın altında yok oldu. Birden, kapıdan içeri ev sahibi
kadın daldı.
“Size bir mektup, Miss Moss.”
“Ah,” dedi Miss Moss, aşın bir dostluk vardı sesinde, “çok teşekkür ederim,
Mrs. Pine. Ne kadar iyisiniz, zahmet oldu size.” “Ne zahmeti olacak,” dedi
ev sahibi. “Belki beklediğiniz mektuptur diye düşündüm.”
“Ya,” dedi Miss Moss, canlı bir sesle, “evet, belki de odur.” Başını yana
eğip mektuba gülümseyerek baktı. “Hiç şaşmam buna.”
Ev sahibinin gözleri büyüdü. “Ben şaşarım, doğrusu, Miss Moss,” dedi, “ben
şaşarım. Hem onu, lütfen, şimdi açmanızı rica edeceğim. Benim yerimde hangi
ev sahibi olsa, size bunu yapar, hem de hakkıdır. Bu böyle gidemez, Miss
Moss, hayır, gidemez. Kaç hafta oldu, önce işe girdim dediniz, sonra
girmedim, derken postada bir mektup daha kayboldu, sonra bilmem kim
Brightou’a gitmiş dediniz, salıya yüzde yüz dönecek — bıktım artık, daha
fazla katlanamam buna. Hem niçin katlanayım, Miss Moss, sorarım size, böyle
bir zamanda, fiyatlar yükselip dururken, üstelik zavallı, sevgili oğlum da
Fransa’dayken, niçin katlanayım? Kız kardeşim Eliza, daha dün söylüyordu — ‘Minnie,’
diyor, ‘çok yufka yüreklisin. Şimdiye kadar kaç kere kiraya vermiştin bile o
odayı,’ diyor, ‘böyle bir zamanda insan kendi başının çaresine bakmazsa,
başkaları hiç aldırmaz,’ diyor, ‘Kolejde okumuş, West End konserlerinde
söylemiş olabilir,’ diyor, ‘ama sen Lizzie’ciğini dinle,’ diyor, ‘değil mi
ki, kendi ördüklerini kendi yıkayıp odasında, havluluğun üstünde kurutan bir
insan,’ diyor, ‘bu işin sonunun nereye varacağını kestirmek kolay. Çoktan
halletmeliydin sen bunu,’ diyor.”
Miss Moss bunları duyduğunu gösterecek bir hareket yapmadı. Yatakta doğrulup
mektubu açtı, okudu:
“Sayın Bayan,
Mektubunuzu aldık. Şimdilik yeni bir yapımımız yok, resminizi sıraya koyduk,
gerekirse bildiririz.
Saygılarla, BACKWASH FILM CO.”
Bu mektubu aldığına sanki pek sevinmiş gibi bir tavır takınmıştı Miss Moss;
ev sahibine cevap vermeden önce onu bir daha okudu.
“Evet, Mrs. Pine, bütün bu söylediklerinize pişman olacaksınız. Bir artist
acentesinden geliyor bu mektup, önümüzdeki cumartesi sabahı, saat onda, gece
giysisiyle, orada olmamı istiyorlar.”
Ama ev sahibi kadın ondan çok daha hızlıydı. Mektubu elinden kapıverdi.
“Ya, öyle mi! Öyle mi gerçekten!” diye bağırdı.
“Ver mektubu. Çabuk geri ver onu bana, pis, kötü kadın,” diye bağırdı Miss
Moss; geceliğinin arkası ta aşağı kadar yırtık olduğu için yataktan
kalkamıyordu. “Ver mektubumu.” Ev sahibi yavaşça kapıya doğru geriledi,
mektubu düğmeli korsasının üstüne bastırmıştı.
“Demek iş buna gelip dayandı, öyle mi?” dedi. “Evet, Miss, Moss, bu akşam
saat sekize kadar kirayı ödemezseniz, kimin pis, kötü kadın olduğunu görürüz
— hepsi bu kadar.” Gizemli bir tavırla başını salladı. “Bu mektup bende
kalacak.” Sesi yükseldi. “Belki işe yarar ilerde!” Sesi alçaldı, boğuklaştı:
“Hanımefendi.”
Kapı çarpılıp kapanınca Miss Moss yalnız kaldı. Yorganı üstünden fırlatıp
attı, yatağın kenarına oturdu; çok kızmıştı, tir tir titriyordu; etli, beyaz
bacaklarındaki düğüm düğüm olmuş, yeşilimsi mavi damarlara bakarak öylece
durdu.
“Hamam böceği! Başka bir şey değil. Hamam böceği karı!” dedi Miss Moss.
“Mektubumu kapmayı gösterirdim ben ona— hem de nasıl!” Geceliğini çıkarmadan
giyinmeye başladı.
“Ah, şu kadının parasını verebilseydim, öyle bir söz söylerdim ki ona, bütün
hayatınca unutmazdı. İyice okurdum canına.” Bir çengelli iğne almak için
konsola gitti; kendini aynada görünce belli belirsiz bir gülümsemeyle başını
salladı, “Eh geçkin kız,” diye mırıldandı, “bu kez iyice başın belaya girdi,
şüphesiz.” Aynadaki insan ağzını burnunu çarpıtmış, çirkinleştirmiş, ona
bakıyordu.
Miss Moss söylendi, “Budala, sen de,” dedi. “Ağlayacaksın da ne olacak
sanki: sadece burnun kızaracak. Hayır, hayır, giyin, dışarı çık, talihini
dene — oturmakla iş bitmez.”
Karyolanın demirine asılı duran çantasını aldı, karıştırdı, salladı, içini
dışına çevirdi.
“Önce bir ABC’de şöyle güzel bir çay içip kendime gelir, sonra giderim
nereye gideceksem,” diye karar verdi. “Bir şilin, üç peni param var — evet,
tam bir şilin, üç peni.”
On dakika sonra, maviler içinde, şişman bir hanım göğsünde bir demet yapma
menekşe, başında gene menekşelerle süslü, siyah bir şapka, elinde beyaz
eldivenler, ayağında üstleri beyaz botlar, kolunda bir çanta, çantanın
içinde de bir şilin, üç peni, kalın sesiyle, bir şarkı mırıldanıyordu:
Sweet-heart, remember when days are forlorn
It al-ways is dar-kest before the dawn.
[ Sevgilim, kötü günlerinde hatırla bunu
En koyu karanlık güneş doğmadan az öncekidir. ]
Ama aynadaki insan yüzünü buruşturdu; Miss Moss dışarı çıktı. Yol boyunca
yürüdü. Tuhaf, satıcı ağzı bağırışıyla, güğümlerinin çarpışmasından çıkan
seslerle, sütçü çocuk, müşterilerini dolaşıyordu. Brittweiler’s Swiss
House’un önünde kaldırıma biraz süt döküldü; yaşlı kuyruksuz, kahverengi bir
kedi, yerden bitiverdi, sessiz bir açgözlülük içinde sütü içmeye başladı.
Bunu seyrederken Miss Moss tuhaf bir duyguya kapıldı — gevşedi — sanki.
ABC’ye geldiği zaman kapıyı ardına kadar açık buldu; bir adam içeri girip
çıkıyor, üst üste yığılmış tepsileri taşıyordu; saçını yapan bir garson
kızla para kutularını açan kasacı kızdan başka kimsecikler yoktu içerde.
Miss Moss tam ortada duruyordu, ama kızlar onu görmediler.
“Benimki geldi dün gece,” dedi garson kız; şarkı söyler gibi konuşuyordu.
“Ah, öyle mi — ne iyi!”
“Ya, değil mi,” dedi garson kız. “Küçük, güzel bir broş getirdi bana. Bak,
üstünde ‘Dieppe’ yazıyor.” :
Kasacı kız broşa bakmak için garson kızın yanıma koştu, kolunu onun boynuna
doladı.
“Ah, öyle mi!” dedi kasacı kız; kasaya koştu; geçerken az kaldı Miss Moss’a
çarpacaktı. “Ne kadar hoş!" Sonra, tepsileri taşıyan adam girdi içeri, Miss
Moss’un yanından kıvrılıp geçti.
“Bir bardak çay içebilir miyim, Miss?”
Garson kız saçını yapmaya devam etti. “Ah,” dedi, “daha açık değiliz.” Dönüp
kasacı kıza tarağını salladı.
“Açık mıyız, şekerim?”
“Ah, hayır,” dedi kasacı kız. Miss Moss dışarı çıktı.
“Charing Cross’a giderim. Evet, oraya,” diye düşündü. “Ama çay içmeyeceğim.
Hayır, kahve içerim. Kahve daha canlandırıcıdır... Utanmak nedir bilmiyor bu
kızlar! Âşığı gelmiş dün gece; bir broş getirmiş, üstünde ‘Dieppe'
yazıyormuş.” Karşı kaldırıma doğru yürüdü...
“Önüne baksana şişko, uyuma!” diye bağırdı bir taksi şoförü. Miss Moss
duymazlıktan geldi.
“Hayır, Charing Cross’a gitmeyeceğim,” diye düşündü. “Doğru Kid and Kadgit’e
giderim. Dokuzda açar onlar. Hem erken gidersem belki Mr. Kadgit’e sabah
postasıyla bir şeyler gelmiştir... Böyle erken geldiğinize pek sevindim,
Miss Moss. Az önce bir artist acentesinden haber geldi, bir hanım arıyor,
şeyi oynamak için... Siz tam onun aradığı tipsiniz. Bir kart vereyim, gidip
görüşün. Haftada üç pound, üstelik her şey de onlardan. Ben sizin yerinizde
olsam, hiç bekletmeden doğru oraya koşarım şimdi. Talihiniz varmış da böyle
erken geldiniz...”
Ama Kid and Kadgit’de, kapının önündeki muşambaları silen gündelikçi
kadından başka kimse yoktu.
“Kimse gelmedi daha. Miss,” dedi gündelikçi.
“Ah, Mr. Kadgit burada değil mi?” dedi Miss Moss: kova ile fırçanın
üzerinden atlayıp geçmeye davrandı. “Öyleyse bekleyeyim biraz, olur mu?”
“Bekleme odasında bekleyemezsiniz. Miss. Orayı temizlemedim daha.
Cumartesileri on bir buçuktan önce gelmez Mr. Kadgit. Hele bazen hiç
gelmez." Gündelikçi kadın yerleri sile sile ona doğru ilerledi.
“Tanrım — ne kadar sersemim,” dedi Miss Moss, “cumartesi olduğunu unuttum."
Beit and Bithems’in en hoş yanı, canlı, eğlenceli bir yer olmasıydı. Bekleme
odası arı kovanı gibiydi, konuşmalar bir uğultu halinde yükseliyordu; kimi
arasanız bulurdunuz orada; aşağı yukarı hepsini de tanırdınız. Erken
gelenler sandalyelere, geç gelenler de onların kucaklarına otururdu;
erkekler ya tam bir kayıtsızlık içinde duvarlara yaslanıp bekleşirler, ya da
kendilerine çekidüzen verip kadınların karşısına geçerlerdi.
“Merhaba,” dedi Miss Moss, pek neşeli görünüyordu. “İşte gene buluştuk!”
Genç Mr. Clayton, bastonunu banjo çalar gibi tutup şarkıya başladı:
“Bekliyoruz, Robert E. Lee gelecek.”
Miss Moss eskimiş, sinmiş bir ponpon çıkarıp burnunu pudralarken, “Mr.
Bithem burada mı?” diye sordu.
“Ah, evet, şekerim,” diye bağırdılar hep bir ağızdan. “Yüzyıllardır burada.
Hepimiz onu bekliyoruz, bir saatten fazla oldu.”
“Tanrım!” dedi Miss Moss, “Bir şeyler var mı bari, ne dersiniz?”
“Ah, birkaç iş var, ama Güney Afrika’ya gidilecek,” dedi genç Mr. Clayton.
“Haftada yüz elli veriyorlar, iki yıl sürecek, işte böyle!”
“Ah!” diye bağırdılar hep bir ağızdan. “Görülmemiş bir şeysiniz siz, Mr.
Clayton. Ne iç açıcı, değil mi? Ne cana yakın, değil mi, şekerim? Ah, Mr.
Clayton, beni güldürüyorsunuz. Ne komik, değil mi?”
Esmer, üzgün bir kız Miss Moss’un koluna dokundu.
“Dün güzel bir iş kaçırdım,” dedi. “Altı hafta taşrada dolaşacak, sonra West
End’e gidecektik. Biraz daha iri olsaydım, yüzde yüz alacaklardı beni,,
acentede öyle dediler. Azıcık toplu olsaydın, tam sana göreydi o rol
dediler.” Miss Moss’a baktı; şapkasının kenarındaki kirli, koyu kırmızı gül,
sanki bu acı darbeyi onunla birlikte yemiş de ezilmişti.
“Ah, şekerim, ne kadar üzücü bir şey,” dedi Miss Moss, umursamaz görünmeye
çalışıyordu. “Neydi bu iş — sorabilir miyim?”
Ama esmer, üzgün kız onun aklından geçenleri okumuştu; yorgun gözleri
koyulaştı, kinlendi.
“Ah, sana yaramaz, şekerim,” dedi. “Genç birini arıyorlardı; anlıyorsun —
esmer bir İspanyol tipi — benim gibi, ama biraz daha toplu olacak, o kadar.”
İç kapı açıldı, kolları sıvalı gömleğiyle Mr. Bithem göründü. Bir eli
kapıdaydı, söyleyeceklerini bitirince hemen içeri gireceği belliydi, öbür
elini havaya kaldırdı.
“Beni dinleyin, bayanlar...” Bir duraladı, sonra ünlü gülümseyişiyle devam
etti: “ve oğullarım.” Bekleme odası bu söze öyle bir güldü ki, adam onları
susturmak için iki elini de havaya kaldırmak zorunda kaldı. “Boşuna
beklemeyin bu sabah. Pazartesi gelin; birkaç iş çıkacak pazartesiye kadar,
öyle sanıyorum.”
Miss Moss umutsuzluk içinde ileri atıldı. “Mr. Bithem, acaba bir haber
aldınız mı...”
“Durun hele,” dedi Mr. Bithem yavaşça, şöyle bir baktı; Miss Moss’u sadece
haftada dön kere görüyordu, aşağı yukarı — kaç haftadır? “Önce, kimsiniz?”
“Miss Ada Moss.”
“Ha, evet, evet; elbette, şekerim. Daha bir şey yok, şekerim. Bugün yirmi
sekiz kadın istediler, ama genç olacak, zıp zıp sıçrayacak, neler neler —
ya? Sonra bir yerden de on altı kadın istediler — onlar da kumda dans
edecek. Bak, şekerim, bu sabah işim başımdan aşkın. Pazartesi gene gel;
ondan önce gelmenin bir yararı yok.” Gülümsedi, Miss Moss’un sırtını okşadı.
“Manda yürekli olacaksın, şekerim,” dedi Mr. Bithem, “manda yürekli
olacaksın!”
North-East Film Kumpanyası’nın merdiveni ta tepeye kadar tıklım tıklımdı.
Miss Moss kendini güzel, küçük bir bebeğin yanında buldu, kirazlarla süslü
beyaz bir dantel şapka giymiş otuzluk bir bebek.
“Ne kalabalık!" dedi. “Bir şey mi var?”
“Bilmiyor musunuz, şekerim?” dedi bebek; kocaman, soluk gözlerini açtı.
“Dokuz buçukta bir haber yollamışlar, güzel kızlar aranıyor diye. Saatlerdir
bekliyoruz. Daha önce oynamış mıydınız bu kumpanyada?” Miss Moss başını yana
eğdi. “Hayır, oynamadım sanıyorum.”
“Çok iyi bir kumpanyadır,” dedi bebek. “Bir arkadaşımın arkadaşı var burada
da, günde otuz pound alıyor... Siz çok oynadınız mı filmlerde?”
“Mesleğim artistlik değil benim,” dedi Miss Moss. “Şarkıcıyım ben, sesim
contralto’dur. Ama son zamanlarda hayat o kadar zorlaştı ki, arada sırada
artistlik de yapıyorum.”
“Ya, değil mi, şekerim,” dedi bebek.
“Müzik Koleji'nde okudum ben,” dedi Miss Moss. “Şarkıcılıktan gümüş madalyam
var. West End konserlerinde sık sık söylerdim. Ama, işte, hem bir değişiklik
olur, hem de bir talihimi denerim dedim...”
“Ya, değil mi, şekerim,” dedi bebek.
O sırada merdivenin üst başında güzel bir daktilo kız göründü.
“Hepiniz North-East için mi bekliyorsunuz?”
“Evet,” diye bağırdılar hep bir ağızdan.
“O işten vazgeçilmiş. Şimdi bir telefon geldi içerden.” “Ama buraya bak!
Bizim masraflarımız ne olacak?” diye bağırdı bir ses.
Daktilo kız onlara şöyle bir baktı, sonra kendini tutamayıp güldü.
“Ah, para alacak değildiniz ki zaten, North-East kalabalık sahneler için
gelenlere hiçbir zaman para vermez.”
Bitter Orange Kumpanyasında, sadece küçük, yuvarlak bir pencere vardı.
Bekleme odası yoktu; Miss Moss pencereyi vurunca, bir kız başını uzatıp,
“Evet?” dedi; başka hiç kimse görünmüyordu ortalıkta.
“Prodüktörü görebilir miyim, lütfen?” dedi Miss Moss. Kız penceredeki
parmaklığa dayandı, gözlerini yarı yarıya yummuştu, bir an sanki uykuya
daldı. Miss Moss gülümseyerek bakıyordu. Kız sadece kaşlarını çatmakla
kalmadı, kötü bir şey koklamış gibi burnundan da soludu. Birden pencereden
uzaklaştı; biraz sonra bir kâğıt getirip Miss Moss’un önüne attı.
“Doldurun bunu!” dedi. Pencereyi vurup kapadı.
Miss Moss okudu: “Uçak kullanır mısınız — pike yapabilir misiniz — otomobil
kullanır mısınız — vahşi bir ata binebilir misiniz — silah atar mısınız?”
Kendisine bu soruları sorarak yol boyunca yürüdü. Sert sert esen soğuk
rüzgâr Miss Moss’a saldırdı, yüzüne çarpıp geçti, açıkça alay etti onunla; o
sorulara cevap veremeyeceğini rüzgâr da biliyordu. Square Gardens’da, küçük
bir tel sepet bulup, kâğıdı içine attı. Sonra, burnunu pudralamak için,
sıralardan birine oturdu. Ama cep aynasında gördüğü insan korkunç derecede
çirkindi, ağzını burnunu oynatıyordu; artık bu kadarına dayanamazdı Miss
Moss; bir güzel ağladı. Ağlayınca açıldı, neşesi yerine geldi.
“Evet, bu da geçti,” diye içini çekti. Oturacak bir yer bulmuş olmam,
ayaklarımın yerden kesilmesi bile ne mutluluk. Açık havada, burnumun
kızarıklığı da çabucak geçer... Burası çok güzel. Serçelere bak. Ciik. Ciik.
Ne kadar yakınıma sokuluyorlar. Birileri burada yem veriyor bunlara
herhalde. Hayır, size verecek hiçbir şeyim yok, küçük utanmazlar sizi...”
Gözlerini kaldırıp çevresine bakındı. Şu karşıdaki koca yapı da ne — Café de
Madrid mi yoksa? Tanrım, nasıl da yuvarlandı küçücük çocuk! Zavallı, minik
yavru! Ama aldırma—kalk bakalım gene... Bu akşam saat sekize kadar... Café
de Madrid. “İçeri girip otururum, bir kahve içerim, olur biter,” diye
düşündü Miss Moss. “Tam artistlere göre bir yer orası. Hani talihim de
dönebilir... Esmer, yakışıklı, kürk ceketli bir bay, bir arkadaşıyla
birlikte gelip benim masama oturur, belki. ‘Hayır, dostum, bütün Londra’yı
altüst ettim, tek bir contralto yok. Çok zor bunu söylemek; bir bak
istersen.” Miss Moss dudaklarının arasından şu sözlerin dökülmekte olduğunu
duydu: “Bağışlayın, ben bir contralto’yum da, hem bu parçayı kaç kere
söylemiştim... ‘Çok güzel! Stüdyoma gelin, sesinize bir bakalım.’ ...Haftada
on pound... Neden sinirli olayım? Hiç de sinirli değilim. Hem niye
gitmeyecekmişim yani, Café de Madrid’e? Saygıdeğer bir kadınım ben — bir
şarkıcıyım, bir contralto’yum. Bugün hiçbir şey yemedim de, ondan
titriyorum... ‘Belki işe yarar ilerde, hanımefendi’... Peki, Mrs. Pine. Café
de Madrid. Akşamları konserler olur orada... ‘Niye başlamıyorlar?’ Contralto
daha gelmemiş... ‘Bağışlayın, ben bir contralto’yum da; bu parçayı pek çok
kereler söylemiştim.”
Café iyice loştu. Erkekler, palmiyeler, kırmızı pelüş koltuklar, beyaz
mermer masalar, önlüklü garsonlar; Miss Moss hepsinin arasından geçerek
ilerledi. Daha yeni oturmuştu ki, çok iri bir adam gelip karşısındaki
sandalyeye çöktü; küçük şapkası tepesinde minik bir yat gibi ilerliyordu.
“İyi akşamlar!” dedi.
Miss Moss neşeli sesiyle cevap verdi: “İyi akşamlar!”
“Güzel bir akşam,” dedi iriyarı adam.
“Evet, çok güzel. Ne kadar hoş, değil mi?”
Adam sucuğa benzeyen parmağını büküp garsonu çağırdı — “Bana büyük bir viski
getir” — sonra Miss Moss’a döndü. “Siz?”
“Ben konyak istiyorum, bir sakınca yoksa.”
Beş dakika sonra, iriyarı adam masanın üstüne abanıp sigarının dumanını
kadının yüzüne üfledi.
“İnsanın aklım başından alan bir kurdele,” dedi.
Miss Moss kıpkırmızı oldu, başının tam tepesindeki bir damarın, kalbinin
atışına uyarak şişip inmeye başladığım duydu.
“Pembeyi çok severim de,” diye cevap verdi.
İriyarı adam parmaklarıyla masaya vurarak onu iyice inceledi.
“Hem tıkız, hem de dolgun olmalı, bayılırım öylesine,” dedi.
Miss Moss neşeli bir kahkaha attı, kendi de şaştı bu kahkahasına.
Beş dakika sonra, iriyarı adam ayağa kalktı. “Evet, ben mi sizinle
geliyorum, yoksa siz mi benimle geliyorsunuz?” diye sordu.
“Ben sizinle geleceğim, bir engel yoksa,” dedi Miss Moss. Minik yatın arkası
sıra yelken açıp Café’den dışarı doğru ilerledi.