Sahil kenarında kendi kendine yürümek, Meltem’in yeni adeti. Uzun
zamandır kendisine sunabildiği tek hediye uzun boş zamanlar. Hapishaneden
çıkalı, dört ay oldu. İçerideyken zaman esnek, kuru anlamasız ne derseniz
deyin bir şekilde geçiyordu. Dışarıda farklı bir boyutla aniden
yüzleşince, zamanın, mekanın, algıların, yediğinin içtiğinin anlamı bir
an da değişti. Sabıkalı çalıştırmak zorunda olan fabrikalarda kadrolar
doluymuş. İşsizlik, evde tıkılıp kalmak ve bundan acayip bir haz duymak.
Meltem alışık olduğu nem kokusunu evin arka bahçesindeki briketlerden
alıyordu. Arka bahçeye bir kaç sandalye atmış, kuş sesleri, hiç meyveye
dönmeyecek asma dalı, evin arkasında başka evlerin tuhaf sesleri ile
hapishanenin tanıdık ortamını yakalar gibi oluyordu. Demek evlerin arka
tarafları kavga sesleriyle doluydu. Hapishanelerde yaşamların arka
taraflarıydı. Küf ve kavga arka tarafların sakladığı mahremi ve sırrıydı.
Kuş yavruları yuvadan düşüyordu. Ana serçe boşu boşuna feryat
koparıyordu. Yavru serçeler düşer düşmez yaralanıyordu. İri karıncalar
saldırıya geçiyordu.
Meltem on dört yıl içeride kaldı. Bu arada annesi çok hastalandı. Vurduğu
eşi, Meltem’i feci borçlandırmıştı. Yıllarca bir işletme sahibiyken,
yiyecek ekmeğe muhtaç kaldılar. Meltem’i gücendiren ve öfkelendiren şey,
borç ya da şiddet değildi. Kendi hastalığına rağmen onu kabul eden eşine
yıllarca minnettar yaşamıştı. İşletmeye alınan Nurhan, Zeki ’nin kanına
girmeseydi, bu minnet dolu haz dolu yaşam sürüp gidecekti. Meltem, önce
varlıktan yokluğa, oradan da özgür bir yaşamdan esarete bir anda pek çok
boyutu sırayla yaşadı. Şimdi yine özgürlük. Ama insan işte, küf kokusunu
arıyor, kavga seslerini duymak istiyor. Borçlarla ve eşini yaralamakla
birlikte on dört yılın yatarını yatıp çıktı. Diyabet, kısırlık, yüzünde
sonradan beliren lekelerle güzelliğinden pek eser kalmamıştı. Onu seven
tek kişiyi de yaralayıp dışarıda yarım bırakmıştı. Eşi, bir bacağı aksar
şekilde sağ solda iş aramış, sonunda anasından kalma evine kapanıp,
bunalımlı yarı aç yarı tok yaşamaya çalışıyordu.
Meltem bu yaşadıklarının hiç birini kendinden beklemiyordu. Gurbetçi bir
kardeş arada hasta anne için para göndermese, yine yiyecek ekmeği yoktu.
Babasından diyabet haricinde bir miras kalmamıştı ki kendisine. El açıp
dilenecek hali yoktu. Tuvalet beklemek, evlere temizliğe gitmek,
odacılık, aklına böyle işler geliyordu. İktisat mezunuydu. Ama sabıkalı
birini kim işe alacaktı? Artık yaşadığı boyut değişmişti. Yaşadığı sınıf
alt tabakaydı. Yaşadığı ev eskimişti. Her şeyden önce gücünü toplaması
gerekiyordu. Onun ne yapması gerektiğine dair bir üçüncü göze ihtiyacı
vardı. Ortaya serilecek bu tabloyu birileri görmeli ve ona şuradan git
demeliydi. Deniz kenarında kendince kararlar almaya uğraştı. Bir
psikologa gitmeye, oradan alacağı güçle de, eşi Zeki’yi görmeye gitmeyi
kararlaştırdı. Uzak maviye bakıp, “günler senden alacağım var,
kanatlarıma mavi renk değmeli.” Tıpkı Zeki’nin dediği gibi. Zeki ile
flört zamanında, deniz kıyısında, sahil boyunca, özgürlüğün serin bir
rüzgar olup kanatlarına değeceğini hayal ettikleri zamanları hatırladı.
Meltem için zorlu bir yaşam, yıllarca diyabet, yüzündeki çiller,
babasızlık derken Zeki’nin Meltem’in karşısına çıkması, bir şeylerin
değişeceğine dair bir ışıktı.
Psikologa kısa zamanda çok şey anlatmaya çalıştı. Yazmak düşünden,
okuduğu romanlardan, yazmaya kalkıştığı romanlardan, okuduğu en ilginç
makalenin Hindistan’a ait olduğuna karar verişinden söz etti. Konuşurken
Meltem kendinde bir şey fark etti. Sesi başka türlü çıkıyordu. Ne bu
kadar değişimden yana olduğunun farkındaydı, ne geçmişe özleminin, ne de
bu kadar güçlü olduğunun. Sesi dalgalanıyordu. Psikolog da bunu fark
etmişti. O zaman psikologa kendini şöyle savundu. “Yaşamım boyutlar ve
sınıflar atladı. Sesim de boyutlarda dolaşırken, farklı yankılanıyor.”
Zor yıllar, başarılı umutlu öğrencilik, yetimlik, mutlu evliliği,
aldatılmak, öfkeden körelen gözlerine perdenin inişini, on dört yılını,
her şeyi bir çırpıda anlatmak için uğraştı. Konuşurken kendi
cümlelerinden bir şeyler yakalamaya başladı. “Zeki ve ben”, diyordu.
“İkimiz de birbirimize karşı suçluyuz.” Derken konu nasıl oldu yine
Hindistan’a geldi. “Paryalar Hindistan da en alt tabakadır”, diye
anlatmaya başladı Meltem. “Sosyal sınıflar arasında bir geçiş
imkânsızdır. Fakir biri hep fakirdir. Zengin hep zengin.” Okuduğu bir
haberi anlattı. Sınıf atlamaya çalışan aile kızları aileleri tarafından
öldürülüyormuş. Sonra evliliğiyle kanatlandığı zamanı ve şimdi alt tabaka
bir yaşama düşmesini, kanatlarının kırılmasına benzetti. Onuru için kendi
kanatlarını kopardığından. Psikolog genç bir erkekti. Kadını ağzı açık
dinledi. Kıyafetleri kötü, ağzı bir dolu laf yapan bir kadın, karşısında
renkten renge dönüyor dalgadan dalgaya koşuyordu. Konuşmak Meltem’e
kanasıya su içmek gibi gelmiş, susmak istemiyordu. Zaman dolunca daha
hiçbir şey anlatamadığını söylemişti. Yaşanmışlıklar, terapi zamanından
taştı. Meltem dışarı çıkıp kendine yaşanmışlıkları anlatmaya devam
ediyordu. Mırıltılı, yer yerde yüksek çıkan bir sesle geçmişi kendine
tekrar anlatırken kendini bilincinin de altına atmış, adımlarının nereye
varacağını bilmeden yürüyordu. Yollar tanıdık gelmeye başladı. Zeki ile
yaşadıkları ilk eve geldiğini bir an duraklayarak fark etti. Çıplak,
cılız ışık huzmeleri ve küf kokusu Meltem’i çağırıyordu. Yıllarca içeride
teneffüs edilen koku evcimen, ılık bir özleme doğru çekilmekle eş
anlamlıydı. “Şimdi o evde kimler vardır? Ben ve Zeki gibi, uzak mavilerin
serin rüzgârından pay alan düşler kurdular mı birlikte. Sıfırdan
başlamıştık. İyi fikirler, ucuz bir masa, köhne bir dükkan, küf tabi ya!”
Küflüydü ilk dükkan. Dükkandan şirkete kadar uzanan yolda ara ara duyduğu
küf kokusu. Sonra toz. Küçük dükkanın arka tarafı kondulardan oluşuyordu.
İş geç saatlere kaldığında, kondulardan kavga sesleri yükselirdi. “Zeki
biz asla böyle olmayacağız”, derdi. “Saygım var sana. Sen değerinin
insanısın Meltem, dünyam..” neler derdi başka? Sonra kondulardan uzak
başka dükkanlar, belki daha az küf kokulu, en son bir şirket kurmak… Her
şey ne kadar güzeldi. Çocuk yok. Olsaydı sefalet çekerdi. Eski evde
tanımadığı insanların gölgeleri; kavga var mı? Onlar da mutlu mu? Belki
kadının yüzünde lekeler vardır. Zeki’nin yüzünde de çiçek bozuğu izler.
Onun yüzü, Meltem’in doğurganlığı, çorak karaya çoktan vurmuş mavisi
yitiren bir şeydi. “Ne düş ne gerçek. Adı şey olan ne? Adı konmadan
yaşanan biriken çorak şey.” Eski evin yanından teğet geçip gitti. İki
semt ötede de Zeki’nin annesinden kalan ev. Eski evin ışıkları on dört
yıl boyunca hiç mi değişmedi? Işıkların zayıflığı değil, bilincinin
kendine ayna olması, tanıdık bir şey aramanın dürtüsü ayaklarını
sürükleyip durdu. “Hâlâ yaşanmışlıkları kendime anlatıyor muyum”, diye
kendini yokladı. Bu sefer gözleri, bilincinin aynası ve aynısı, bu sefer
Meltem dışarıdan yaşanmışlıkları dinliyor gibiydi. Kendinde kat ettiği
yolun içinde kalmış yol ona yürüyordu. İç içe hayatlardan, iç içe
yaşanmışlıklardan yürüyordu. Yol belki de göçmen kuşlara çıkıyordu.
Mavinin uzak kobalt soğukluğunu duymak, yokluk.. taştan katı sokağına
gelirken, kendine yabancı vücut ağrıları duymaya başladı. Aksamaya
başladı. Zeki’nin katmerli acısından kırık kanat sokağından geçiyordu.
Gözleri buğulandı, Zeki’nin yüksek tansiyondan muzdarip, astigmat
sokağından yürüyordu. Bir an saplanan kurşunu duydu. Zeki’ye on dört yıl
önce sıktığı kurşunla tekrar vuruldu. Kanadından vuruldu. Evin kapısında
kanatları kanadı. Kapının buzlu camında, kırılan uzakları, dökülen
mavileri, acıtan serini gördü. Geri dönecekti. Zeki kapıyı aniden açtı.
Zeki Meltem’e önce öfkeli baktı. Sonra “dur”, dedi. “Dur gitme.”
Karşılıklı konuşacakları bir on dört yıl vardı. Birbirlerini eksikli
bıraktıkları yıllar. Zeki’nin bir böbreği gitti. Bir bacağı da aksıyordu
artık. Meltem içeride defalarca şeker komasına girdi. Yüzündeki lekeler
attı. Annesinin kalbi çok zorlandı. Nurhan yaralandığı gün Zeki’yi terk
etti. Değmezmiş. Deniz kıyısında sahil boyunca özgürlük, kanatlar, serin
rüzgârın hikâyesi vardı. Evlilik ev baskısından kurtulmanın ilk kanat
takışı. Zeki ile Meltem ortak bir şirket kurduklarında tatil planları
yapıyorlardı. Şimdi Zeki yaşama zor tutunmuş, bir kahvehanede çay
dağıtıyordu.
Meltem içinde gücü duydu. “Kalk yeniden! Yeri gelir tuvalet temizleriz”,
dedi, Zeki, “yeri gelir evlere temizliğe gideriz”, dedi, Meltem…
“Merdiven yıkarız” dedi Meltem… “Yeniden başlarız”, dedi, Zeki. Çatıya
bir güvercin kondu. İçerisi küf kokuyordu.