ÖYKÜ

Hatice Çakı   







ARSIZLIĞIMIN NEDENİ


Şimdi çocukluğumun bütün kahramanlarıyla vedalaşmaya gidiyorum. Son bir öpücük konduracaktım alnına, elimi başına dayayacak ve sevgi dolu bir minnetle ona bakacaktım. Sevmediğim kasvetli şehre bu duygularla yolculuk yaptım, dedemi son bir kez görmek için.

En baştan biliyordum, insanlık var olduğu günden beri ölüm gerçeği olagelmişti. Yine de bu merete hazırlık yapamıyordunuz. O geçirdiği bir kaza sonucu sağ ayağı ile sol ayağı arasında birkaç santim fark oluşmuş ve tökezleyerek yürümeye başlamıştı ama hiç umursamamıştı. Yaz tatillerinde bana, hiç üşenmeden her gün gazete almaya giderdi. Çünkü yaşadığı zamanları duyumsayarak yaşıyordu. At üstündeki serüvenlerini de doyasıya yaşamıştı. Yıllarca içtiği içkilerin heybetiyle yalpalayarak gezmişti. Öpüştüğü kadınların gizliliğine bürünüp fark etmeden doksan yaşına gelmişti.

Sevgi arsızıyım ben, kedilerin bitmek bilmez sevgi isteği bende de vardı. Çocukluk anılarımda hep üstüme titreyen, gördüğü her yerde öpen ve bu öpmelerden hiç bıkmayan birisiydi. Belki de sevgi arsızı olmamın nedeniydi. Şimdi bu arsızlıkların sonuna geldiğimi bilmek canımı acıtıyordu. Onu görmeye gittiğimde kimseyi tanımıyor, konuşmuyor, geceleri de uyutmuyor dediler. İlk gördüğünde, sıradan biri ziyaretine gelmiş gibi karşıladı beni. Sonra tanıdı ve uzun uzun, tekrar tekrar öpmeye başladı. Sizi görünce çok mutlu oluyorum, dedi. Hafif bir kıskançlıkla, çok şımartmayın, akşam uyumazsa sorumlusu sizi biliriz dediler. Bir ara türkü söyledi, at üstünde geçen askerlik anılarından bahsetti, etrafındakilere sataştı. Alnına masaj yaptım ve beni dinleyecekmiş gibi akşam mışıl mışıl uyumasını söyledim. Sanki sözümü dinlemiş gibi akşam uyumuştu ve daha az rahatsız etmişti insanları. Zaman durduramadığım bir hızda akıp geçti. Gitmem gerekiyor, uyuyor, uyandırma dediler. Öptüm peş peşe uyanmasını sağladım, gözlerinin içine bakmak için, vedalaşmak için. Anladı beni, sanki her şeyi hisseder gibi, sağ ol kızım dedi.

Gözlerinin içine bakıp onunla vedalaştıktan sonra gözüm kulağım korkulu haberlere dikildi. Yoğun bakıma kaldırıldığını duydum, içimde bitmeyen bir umut, bazılarına göre yaşı çok geçmiş ama umurumda değil, bir mucize bekler oldum. Öyle ya, daha önce de Azrail ile olan buluşmasını atlatmıştı. O yüzden uzun zaman dedemi ölümsüz sandım. Yine yapabilirdi aynısını. Yüzde beş ihtimal demişler doktorlar, onlarda insan yanılabilirler, dedem herkesi yanıltır.Ölümsüzlük en çok da ona yakışırdı eğer mümkün olabilseydi. Eğer sınırsız kahkahanız varsa, durduk yere neşelenebiliyorsanız, sebepsizce elinize mendili alıp halay çekebiliyorsanız, zekânızın kıvrımlarından damıttığınız hayatın gizlerini açığa çıkartabiliyorsanız, hesapsızca iyilik yapabiliyorsanız, zamanın aksaklıklarını çözüp başka bir yerden bakabiliyorsanız ve anın tadını çıkartabiliyorsanız ölümsüzlük size de gelsin, yakışır, hayatın yükü ağır gelmez o vakit.

Gün ortasında ablam aradı, kaybettik dedi. Uzun bir muhasebeden sonra anladım biz aslında hiç kaybetmedik hep kazandık.Doğduğum köye doğru koca koca otobüsler yol almaya başladı, son görevimizi yapacaktık. En öndeki otobüs ağır aksak daracık köy yolunda ilerliyor sanki içinde incitmekten korktuğu bir kutsallığı taşır gibi. Köyün içine vardığımızda otobüsten inip yürümeye başladık. Kalın elbiseler kuşanmama rağmen iliklerime kadar üşüdüm. Kar üstümüze üstümüze yağıyor her yer bembeyaz. Karın üstünde atların ayak izleri, nasıl tanımam çocukluğumuz onlarla geçti. Dedemin beni ilk ata bindirdiği an geliyor aklıma. Çok korkmuştum, beline sıkıca sarılmıştım. O an at mı, dedem mi daha heybetliydi karar verememiştim. Dedem yanımdaysa güvendeydim.

Sonra dedemi, bin bir çeşit duyguyu yaşadığı evine götürdük, onu boylu boyunca salona uzattılar. Sonra bütün evi kapladı sığamadı kabına, döndü gelen insanlara sarıldı, sevinçten halaya durdu, birden durgunlaştı ve anladı. Babaannemin yanına doğru yola koyulduk. Vasiyetini unutmadık, anason kokularına sarılmış türkülerle veda ettik dedeme.

Gemiler geçer gri şehrin bulanık sularından. Geçmişten günümüze ağır yükleriyle taşıyamadıklarını orta yerde bırakacakmış gibi. Ben de onlar gibi bağıramadıklarımın orta yerde taşmasından korkuyorum. Şimdi tüm olanca heybetiyle gözlerimin önünden geçiyor dedem. Yüzünde her şeyi çözmüş olmanın mutluluğu, bir tanıdığa rastlarımda iki çift laf ederim, insanları güldürürüm, belki dalga geçerim belki eleştiririm diye etrafa bakınıyor. Kafasından çıkartmadığı kasketiyle, rengi bulanmış gözleriyle etrafı seyrediyor. Hızlı hızlı yürüyor her zamanki alışkanlığıyla. Belki de bana gazete almaya çıkmıştır, belki de bana doğru geliyor illaki öpmek için. Her gördüğü yerde öper, öptüğünü unutur tekrar öper, yüreğimden, geçmişimden, çocukluğumdan, yalnızlığımdan, arsızlığımdan.
 

dizin    üst    geri    ileri  

 



 11 

 SÜJE  / Hatice Çakı  /  yirmi beş eylül iki bin on sekiz   / 30