imkansızın poetikası olarak şiir
ya da
ece ayhan şiirinde kaosun halleri
"kaos
mu? - öğrenilen her şeyi reddetmektir, insanın kendisi olmasıdır..." cioran
"dans eden bir yıldız doğurabilmek için insanın içinde milyonlarca
kaos yaşaması gerekir." nietzsche
"mutasyon’a böyle böyle varılır. iyilik kötülükten çıkar !
güzel bir şey de karışıklıktan, kaostan!" ece ayhan
imkansız poetika ile kaotika :
lineer (doğrusal) bilimler, ilerlemeci tarih ve modern bilim karanlık
devir diye adlandırır. adına karanlık devir denilen o yere. kaotik
zamanlara. adı sanı süresi yazılı bir tarihi başlangıcı ve sonu olmayan
zamanlara. iktidarın i’sinin, tahakkümün t’sinin sömürünün s’sinin,
hapishanenin h’sinin olmadığı, bir canlının başka bir canlı için mezbaha
kurmadığı, aklın hayalin almadığı, afrika’ da kanat çırpan bir kelebeğin
kuzey amerika’ da nasıl bir kasırgaya yol açtığının tahmin edilip
bilinmediği, bilginin bir tahakküm nesnesine dönüşmediği o yer…
ve o yerden determinist düşüncenin dikotomik algının üzerinden hızla
geçilerek soyut düşünmenin, ufkun açılıp sonsuzlaştığı, sınırsızca
özgürleştiği zamanlara .bir yolculuktur sürer. düşüncenin, sanatın,
edebiyatın üzerindeki majör ile minör arasına sıkışıp kalan algının
ötesine geçilmiş ve atonal zamanlara varılmıştır.
müzikte, resimde şiirde ve tüm disiplinlerde görülen bu ton dışılığın
dizge dışı algının seyri, felsefede, sosyolojide, sanatın, kültürün,
edebiyatın tüm alanlarında, tarihte, düzde her yerde derin kırılmalar,
kopuşlar, devrimler, isyanlar, sapmalar, savruluşlarla gerçekleşiyor,
gerçekleşir…ve öyle öyle zamanlardan geçilerek varılıyor, varılır
hakikate hakikatlere …
sonrası yapının bozulduğu, özne- nesne diyalektiğinin yıkıldığı, gerçeğin
yerini alan hiper gerçeklerin dünyasında sonsuzca çoğalan fraktal evreler
ve simukalrlar ve düzenden kaosa zuhreyleyen zamanlar… düzensiz sistemler
‘kaotik zamanlar…ve hala umudumuz olan ‘düzensiz duyarlı insan
davranışları…
ve düzensiz duyarlı insan davranışları arasından sıyrılıp gelen şiir.
varlığı ve yokluğu üzerindeki auranın halenin kaybolup gitmediği,
kaybolup gitse de gittiği yerlerde yokluğunu bıraktığı kaosun dili ve
kaotik bir eylem olarak şiir…
bir yerde, tahmin edilememek insanın en temel niteliğidir diyordu
althusser. içine doğduğu, yaşadığı, nefes aldığı toplumun algısında
uğrattığı bozgunla tahmin edilemeyen bir dil değil midir şiir de
…rayından çıkarttığı, imlasını bozduğu o sonsuz yapı bozumunun öznesi
değil midir şair…
tahmin edilemez bir bakış ve sınırsız bir algının sözcükleriyle yazılan,
tahmin edilemez olayların olguların eskizlerin dili…yolun yürüyüşün
hafızanın o imkansız poetikanın başlangıcı sonu sınırı tarifi tahmini
mümkün mü o uçsuz bucaksız dilin…
sarışınların yazdığı bir tarihin, kıtlığın, kıyımın, savaşın, yokluğun,
yoksulluğun şiddetin, baskının, sömürünün, zulmün; kağıtta, yazıda,
tarihte üstü çizilip yok sayılmanın ve her türden kolektif kötülüğün
cisimleştiği, adına toplum ya da devlet denilen örgütlü saldırganlığın,
iktidarların kaosa biçim verme üzerine kurulu ve fakat sürekli kaos
üreten kaotik yapısı neredeyse şiir de oradan çıkmadır…şiir o kaotik
armoni…
ece ayhan‘ ın tarihe, olaylara, topluma bakışı neyse şiiri de öyle
biçimlenir. sarışın tarihçilerin ellerinde biçimlenen ve öyle okunup
algılanması istenen tarih, ayağa kakılınca görülebilecek bir şey değildir
ona göre …iktidarların sarışın tarihçilerince yazılan üstten bir bakışın
eseri değil de karaşın tarihçilerce alttan yazılan ve alttakilerin
başıbozukların isyancıların yer aldığı bir tarihten ve atonal sivil bir
şiirden yanadır ece .
dilin durağan simetrik yapısına yaptığı asimetrik müdahaleler ile egemen
form ve yapıları bozması, bozguna uğratmasıyla ‘ayakların baş, başların
ayak olduğu yer’ den konuşan şiirin dili de kaosun dili değil midir …
kendi kaotik algısıyla kaosun içinden seslenen ece ayhan şiiri, kendi
poetikasını oluştururken kendi kaotikasını da oluşturur. ‘önce etikçiyim
sonra şairim’ diyen ece, şiiri de etik bir eylem olarak görür. şairin
iktidarlar karşısındaki etik politik duruşuyla kara duygululukla
biçimlenen bir eylem…ömürleri iktidarların yanında yöresinde kaosa biçim
vermekle geçen ideologlar, teorisyenler şairlerin eseri olan lineer bir
dünyadansa, sokağın kaosun çırılçıplak diliyle biçimlenen bir dünyadan
yanadır ece ayhan.
atonallik (tondışılık) :
şiire, topluma, tarihe avangard bakışıyla kaosun poetikasını , kaosun
etikasını oluşturan ece ayhan, dile ve şiire yaptığı anarşizan
müdahalelerle deneysel arayışların yepyeni formların, yapıların
oluşmasının da öncülüğünü yapar ki içinde yer aldığı ve sivil şiir
hareketi olarak adlandırdığı ikinci yeni şiirindeki atonal bakışın
oluşmasında müzikte ve resim alanında gelişen atonalliğin ( tondışılığın
) bir etkisi olduğunu söyler.
ankara’da 1952 yılında kurulan ve kurucuları arasında ece ayhan’ ın yakın arkadaşlarından ilhan usmanbaş, bülent arel, faruk
güvenç, üner birkan, ulvi yücelen ve bülent ecevit’ in de bulunduğu
helikon derneği, müzik alanında devrim niteliğinde çalışmalar yapar.
helikon derneği öncülüğünde geliştirilen atonal bakışla ece ayhan
şiirleri de bestelenir (ilhan usmanbaş. bakışsız bir kedi kara). müzikte
atonalliğin öncülüğünü yapan helikon derneğinin aynı bakışla resim
sergileri açtığı, tiyatro oyunları sergilediği, film gösterimleri
düzenlediği bilinmekte… ki ülkü başsoy yönetmenliğinde eugene ıonesco’nun
'yeni kiracı' oyunu sergilenir.
ece ayhan’ın çok önem verdiği ve şiirinin temel taşlarından biri olarak
gördüğü atonalliğin dünyadaki öncülerini de anmamak olmaz: müzik alanında
schönberg, webern, özellikle wozzek operasıyla alban berg, sinemada jean
vigo, pasolini, ve halve gidiş sıfır ile jim jarmush …
ece ayhan’ın kaotik algısı, atonal bakışı, şiire ,resme, sinemaya,
felsefeye ,tarihe bakışında da görülebilir. tüm disiplinlerdeki
karmaşıklığın, atonalliğin, aykırı renklerin ve görüntülerin
biraradalığının yanı sıra, şiirde yapı bozumun,uç imgelerin ve kakafonik
yapıların, yeni bir sentaksın, rastlantısallığın, rastlantısal
sıçramaların, kaotik formların da peşindedir ece ayhan.
ece ayhan şiirinde kaotik haller :
"çünkü ‘şiirin noktalama işaretleri;’ (sarışınların yazdığı) tarihin
noktalama işaretlerinden (ferman’lar,şart’lar, anayasa’lar... gibi) daha
doğru ve gerçekçidir. zaten en ufak bir toplumsal değişimin bile ilk
habercisi iyi ve sıkı şiir olur. yani sivil şiirler! kısacası, tarihteki
her olgunun, aranırsa, göstergesi şiirde bulunabilir’."
tarihteki her olaya ve olguya karaşınların gözüyle bakarak zamana mekana
algıya ters takla attıran ece ayhan, dili de rayından çıkartır ve şiire
yepyeni söz dizimler, atonal söyleyişler getirir. ilk kitabı kınar
hanım’ın denizleri’nde görmeye başladığımız dildeki deformasyon ve yeni
anlam katmanları oluşturmaya yönelik arayışlar tüm şiirlerinde görülmeye
başlanır ve ece ayhan şiirinin poetikasını belirleyen bir öge haline
gelir.
1956 yılında yazmış olduğu ve ilk kez yeditepe dergisinde yayınlanan
kitaplarında bulunmayan, ancak 1998 yılında kitaplık dergisinin
33.sayısında yayımlanan sekiz şiirinden biri olan ‘benares ‘in ölünmüş
kadınları’ şiirinden bazı dizeler : “sanskrite çekilmiş atlar gibi
geceleri”, “çamaşırlarının üstünde uzanan bulutlar”, “sanskrit
ölümler”, “şarkılara şarkılara düşen kadınlar var şarkılarında”.
“sanskrite çekilmiş atlar gibi geceleri” sekiz şiirden biri olan
“sonraları sanskritçe"’de “sanskritçe’ye çekilmiş atlar gibi geceleri”
dizesine dönüşür.
Benares in Ölünmüş Kadınları
Sanskrite çekilmiş atlar gibi geceleri
o geceleri soyutlanmış uykular
ağdı durdu parmaklarından estamplara
Şarkıları delindiler sokaklarında
ve çarşambaları ırmakta
boğulup gittiler hep
çamaşırlarının üstünde uzanan bulutlar
Şimdi benares’in
en eski orospuları gibi bayramlarda
birdenbire sanskrit ölümlere çarpıp
şarkılara şarkılara düşen kadınlar var şarkılarında.
sekiz şiirden biri olan “kocaman putumuz harmonie” şiirindeki şu dizeler
dildeki deformasyon ve yeni anlam katmanları oluşturmaya yönelik
arayışlara örnek verilebilir:
“İpek topukları yedi yılda uzamış saçlarına çarşılar”
………………………..
“yüzüklerinde altın parmaklar takılıymış”
………………………………………………..
“ne ibrahim’li yüreklerini düşürmüş de
ibrahim’ de oturuyor gördüm hiç”
kınar hanım’ın denizleri’nde yer alan ilk şiir olan 'fayton' :
“ben ki son üç gecedir intihar etmedim hiç, bilemem
intihar karası bir faytonun ağışı göğe atlarıyla birlikte
cezayir menekşelerini seçip satın alışından olabilir mi ablamın.”
bu şiirde sarışınlarca yazılan resmi tarihin yok saydığı, mustafa
kemal’in sevgilisi fikriye hanım’ın çankaya yokuşundaki intiharından söz
edilir. şiirde lineer zaman-mekan algısının ters yüz edilerek yepyeni bir
algıya dönüşümüne ve intihar karası bir faytonun atlarıyla birlikte göğe
ağışına tanık oluruz.
ecegiller şiirinde: “eğilip barışlıklar çizermiş eller üzerine”
dizelerinde dilin raydan çıktığı, ses ve söz diziminin bozulduğu, yeni
bir sözcük oluşumuna rastlarız.
okarina şiirindeki şu dizeler :
“akdeniz dudaklı sancılı bir çocuk”
…………………………………………..
“ ve limonsu okarina çalıyor kendi deniz lehçeleriyle
gülerek ağlayarak limonsu okarina okarina.”
sözcük tekrarlarıyla yeni bir söz dizimi oluştuğunu ve şiirde ahengin
güçlendirildiğini görürüz.
bir elişi tanrı için ağıt şiirinden şu iki dize :
“Öyle ölüme düşkündü ki biyoloji sıfır
bir şarkı yiyor şimdi şapkalarını orospular eksiliyor
Ama yok ne olur ağlama böyle ama yok
şunun şurasında tramvaysız, çocuk olmak turunç olmak
Kantocu peruz sahiden yaşadı mı patron?”
ve ece ayhan’ ın poetikasında atonalliğin, şiire ve tarihe sivri dilli
sivil atonal bakışın daha sık rastlandığı bakışsız bir kedi kara. kitabın
ilk şiiri olan aynı adlı şiiri:
“Gelir dalgın bir cambaz. Geç saatlerin denizinden. Üfler lambayı. Uzanır
ağladığım yanıma. Danyal yalvaç için. Aşağıda bir kör kadın. Hısım.
Sayıklar bir dilde
bilmediğim. Göğsünde ağır bir kelebek. İçinde kırık çekmeceler. İçer içki
Üzünç Teyze
tavanarasında. İşler gergef. İnsancıl okullardan kovgun. Geçer sokaktan
bakışsız bir
Kedi Kara. Çuvalında yeni ölmüş bir çocuk. Kanatları sığmamış. Bağırır
Eskici Dede.
Bir korsan gemisi! girmiş körfeze…”
“Bir kent görünür sen güldükte kurulmuş” (firavun)
“Anlatılmaz bir kılıçtır kuşanmış taşırım belimde karaduygululuk” (kılıç)
ece ayhan ‘ın iktidarların vicdanlarının karşısına kara vicdanı!
çıkarttığı anarşizmlerle “vicdani anarşizm” ile buluştuğu şiiri olarak da
okunabilmeli.
“Hiç zakkum arkadaşı yok.”
“Bir firavun daha dövdürüyordur pazusuna .çocuklarla okulların çarpıştığı
eylül.”
(kargabüken)
anlaşılmayacaksın. ey kanatsızlık !
“anlaşılmayacaksın ey kanatsızlık !
koyulaşır ve bir denizin denizinde ağlarken” ( ey kanatsızlık )
“anlaşılmayacaksın. ey kanatsızlık!” dizeleri ece ayhan’ ın ve şiirinin
serüvenini başına gelenleri, toplumda ve şuara meclisinde dışlanma, yok
sayılmalarının habercisi bir manifestonun dizeleri olarak da
okunabilmelidir.
“remillerle kanıyor labirent buluşmaları”.
“nasıl atlar ve nasıl katanalar çürürdür .varılan derinlikte”
anlaşılması zor bir şiirdir ece ayhan şiiri, çünkü o, herkes gibi yüzmeyi
sığ sularda değil, derin sularda ve derin sulara çırılçıplak sivil
girerek öğrenmiştir. ufkundaki açıklık ve o sınırsızlık sonsuzluk da
oralardan gelir. işte buna ece ayhan da algısı diyebiliriz. o algıya
sahip olmayanlar ece ayhan şiirinden içeri giremediği gibi düz
algılarıyla hep kapısında beklemekle yetinecekler.
ece ayhan‘ a göre kendini ifade ettiği kitabı, şiir tarihinin kült kitabı
olarak da niteleyebileceğimiz “çok eski adıyla’dır.” ki “kırka yakın
insan yılını bulan yazı yaşamımda varabileceğim en yetkin ve en sıkı bir
kitabımdır ve tabii en karamsar da!” dediği kitabı. ece ayhan’ın tüm
şiirlerinde olduğu gibi çok yönlü bir yapı bozumla karşılaşırız “çok eski
adıyladır” da. zaman mekan diyalektiğinin yerle bir edildiği, baştan sona
bir karşı tarih yazımı, bir direniş hafızası oluşturma pratiğiyle, egemen
algı kalıplarını yıkan söz dizimi ve yıkımın dili olan kaotik bir dille
karşılaşırız.
“ayılar duraklar. homurtuları kesilmiştir. ormanlarında böyle bir
aykırılık görmemişlerdir hiç.” (ürkü)
bugün baktığımızda insan merkezli türcü bir şiir olarak da görebiliriz
“ürkü” şiirini. insanın insana yaklaşımını, bakışımını, algısını yıkıcı
bir dille deşifre etmek için “ayılar” metaforu kullanılmıştır şiirde.
efendisizler dergisinde yayınlanan, inan mayıs aru’nun ece ayhan ile
yaptığı söyleşide söz “sivillik” ten açılınca: 60’ların başında
anadolu’da kaymakamlık yaparken köylülerden öğrendiği bir hikâyeyi
anlatır: ayıyla karşılaşınca tüm kıyafetlerini çıkarıp çırçıplak yürürmüş
köylüler ayının üstüne, ayı da insanı öyle sivil halde görünce dönüp
gidermiş arkasını. “ben de çok ayı kaçırdım böyle” demişti. sonra bir
gazete kâğıdı alır eline, makasla bir parça kesip ikiye kıvırır ve bir
moebius şeridi yapar, “işte anarşi bu, tek boyutlu bir evreni bükerek
imkânsız görüneni mümkün kılmak,” der ece .
algının ters yüz edildiği, dilin, sentaksın bozguna uğratıldığı bir şiir
daha :
“2.çelenkler ters çevrilir ve çiçekler .biraz çürük ama ,lavanta lavanta
kokmaya başlıyor.
3.eski mecidiyeköy’den gelenler şunu düşünmüş olabilirler. “ bu kez
süsüne kaçılmamış”
kimse bilmez, düşünmez, hayal bile edemez çelenklerin arkasındaki hayatı.
egemen algı kalıpları bize hep güneş gören yerlerinden bahseder dünyanın
, gölgede, arafta, arkada ara bölgede kalan hayatlar umurumuzda ve
ufkumuzda değildir hiç. öyle öyle eğitip öyle öyle belletirler hayatı…ve
yok sayılan, görmezlikten gelinen hayatları…ece ayhan’ın “ren
düşüncesi” olarak adlandırdığı soyut düşünmek uzaktır hala o topluma..
.ve yeri gelmeyince hatırlanmaz asla…
“bir hamam aranıyor “ dur :
“1.süleymaniye delileri ,yunmuş yıkanmış olarak, gizli gemilerle bir
yarı gece üsküdar’a taşınmıştır.
2.bir hamam aranıyor .hanedandan nurbanu sultan civan tellaklarca
,zamanımızın güllabicisi hıyar selim kocakarı natırlarca
keseletilecektir.”
öyle bir hamam aranmaktadır ki “vakitsiz Üsküdar gecelerinde deliler
gizlice yerlerinden edilir, çünkü hamam Nurbanu sultan ve hıyar selim
için kapatılmıştır…
sınıfsal konum ve cinsel kimlikler ve rollere takla attırılır şiirde…
öyle bir hamam…
"1. beyoğlu’na yazılacaklardır. gaga burunlu bir çaça der : “siz
sermayesiniz ayol !”
2. susarlar. götüoturu; zürafa sokağı, galata.
3. cıgaralı bir ses der: “ hiç bile benim nüfus kağıdımda ‘ağır işçi
ekmek karnesi verildi ‘duruyor.”
“kârhane” şiirinde sınıfsal çelişkiler ve konumlanışlar daha belirgindir.
sermaye ile emeğin uzlaşmaz çelişkisi, kadim çatışması marksist bir gözle
Marksizm, ince zeka ürünü sınırsız bir bakışla anlatılır. algının uçtuğu,
dilin evrildiği, sınırsızlaştığı o yer… kötürüm bir dilin bozguna
uğratılıp vurgun yediği yer… kaotik farkındalığı dilin...
ece ayhan baştan sona, sondan başa ters- düz ve verevine müdahalelerle
dili bozguna uğratan, dilde sürekli anarşi çıkaran bir dil devrimcisi,
çoklu bakışlarlı ve nevi şahsına münhasır bir anarşist.
şiirini bu sürekli kargaşanın kaosun içinden çıkaran, günyüzü görmemiş
sözcükleri günyüzü görmemiş kaotik bir algı ile dünyanın günyüzü görmemiş
yerlerini gösteren bizi oralarda gezdiren ve yeni bir dil bir arkeolojisi
oluşturan keşiş…
o kaotik algısıyla asimetrik bakışıyla dilde yepyeni bir algoritma ile
kakafoniler anlamlar, mecazlar oluşturan anarşik dilbilimci ,karaşın
tarihçi…
“siga siga“ şiirinden dizeler :
“eminönü’ne varıncaya dek alabora oluyor gemi siga siga. çok lazlar’ ı
az rumlar’ ı da dökmeden .”
dökülürler. dökülmekteler. dökülecekler! dir. dökükler ...aynanın kara
yüzünden sırrından doğanlar, orada belirip görünüp kaybolanlar…
zaman algısı ve zaman mefhumu ile oralarda karşılaşıp çırılçıplak bir
algı ile aynadan doğamalar… karakayıp kırılganlar… aynanın arka yüzünden
gelip “oralı” bir kimlikle kimliksizlikle hiç günyüzü görmeden ömrünü
tamamlayanlar… başıbozukluklar… üstü çizilenler… sürekli kaybedenler…
karakamunun çocukları…
varlığı, yokluğu, azlığı, çokluğu ilk bakışta fark edilmeyenler.
görülmeyen, görmezlikten gelinen, görülseler de görünürlükleri,
varlıkları yok hükmünde sayılanlar. sarışınların yazdığı tarihte adı sanı
anılmayanlar, kayda değer görünmeyip kağıt ve kayıt dışı sayılanlar ve
öyle yaşayanlar …varlığı, birliği, dirliği ve fark edilmeleri kara
kuzguni bakışımsız bakış “atonal” bir bakış gerektirenler…kaosun içinden
çıkıp kaotik hayatlar yaşayıp başlangıca kaosa dönenler…
“ karartma” şiirinde :
"1.kendikendisinin önünde oturmaya mahkum eyüplü bin ana.
2.karşılar sütlüce ve çıksalın. lambalardaki gazyağlar bitmiş."
ikinci dünya savaşı yılları karatma geceleridir faşizmin…gaz lambalarıyla
aydınlanır bir ülke. şiire gazyağları girer. anadolu’da vergilere ve arpa
bazlamasına talim eder bir halk. ve yediden yetmişe militarizm.
çocuklarını devletin sınırlarını korumak için cephelerde kaybeden asker
doğup asker öldüğüne inandırılan yoksullar. yoksulluklar..
görünmez. karanlıkta . karaltıda bir şiir…orada o karanlıktadır karşılar.
karşıdan karşıya bakışlardaki karşılaşırlar. karşılaşmalar. bakışlar ki
karşılaşamazlar!
orada, o karanlıktan habersiz karşılar. çıksalınlılar… sütlüceliler...
gaz lambaları altında o yarı aydınlıkta oturanlara görünmezler ki hiç
kendi kendinin önünde oturmaya mahkum olanlar…
sahi, siz hiç kendi kendinizin önünde oturdunuz mu o yarı
aydınlıktakiler…görünmez oldunuz mu bir görünmezlikte. kendi kendisinin
önünde oturan ve çocukluğu oralarda geçen biriyle en son ne zaman
karşılaştınız ...hiç oralı bir arkadaşınız oldu mu. hani o oyuncakları
olduğuna inandırılan çocuklardan. hani o bir ömür oyuncakları olduğuna
inandırılmanın gerilimi, şiddetiyle yaşamaya mahkum yaşayanlardan…
gazı bitmeden lambanın görülebilir mi tüm bunlar. o yarı aydınlıkta, o
yarı karanlıkta zor görülebilir…mülk ile mülksüzlüğün çırılçıplak
karşılaşmasıdır görülmez bir bakışta. bir bakışta görülmez!...in ak ile
karanın, gece ile gündüzün yıldızların altındaki çırılçıplak bakışla...
ve ”dökülecekler” şiiri, işte o çıplak bakışın ve soyut düşünmenin
cisimleşmesinin eseri olarak da okunmalı. okunabilmelidir.
"1.uç doğu .anadolu’yu anlatmaktadır öğretmen .haritayı asar.
2.bütün sınıf korkmuştur, göller ırmaklar dökülecekler ! (dökülecekler)"
işte, o çıplak bakış dünyaya, hayata, olaylara, olgulara soyut düşüncenin
soyutlayarak bakabilmenin halleri. eseri…bakışımsız kara o atonal bakış…
öyle bir bakışla bakıldığında görülebilir ancak ırmakların denize
dökülemeyip karaşın çocukların bakışlardan geçip haritalardan döküldüğü o
yer…denize dökülen ırmaklar ve “düşmanlar”…görülemeyen görülmez olan
mihraklar, iç ve dış “düşmanlıklar” da…
yani ki o sarışın tarihçilerin yazdıkları kitaplarda kitaplarla birlikte
denize dökülenler…
işte böyle bakışımsız bir bakışla da görülebilir tüm resmi tarihin
göllerinde, ırmaklarında, denizlerinde boğulanlar. boğdurulanlar… ve
ırmaklarından denize dökülemeyen sular…
ve artık “sayıları kırkı geçen haramiler”ce bir gece vakti sulara
varamadan suyu geçemeden boğulanlar… boğdurulanlar...mustafa suphiler…sabahattin
aliler…
ve kirli elleriyle iktidarların, boğdurulup cesetleri sularda
buluşturulanlar…ve o çocuklar ki ömürlerinde göl, ırmak, deniz görmeyen,
göremeden gidenler…
göller, ırmaklar ve denizlerle karşılaşmalarını ölümleriyle
karşılayanlar…
tarihte düzde, her yerde, haritada bile üstü çizilmişler...kaydı
olmayanlar… kağıtsızlar…namekanlar, lakayıtlar…
ve görülmez saraylarında devletin, iktidarların… sürer… sürdürülür
“kardeşçe fuhuş”…
"1.iki kardeş. biri haremlikte biri selamlıkta. küs.
2.hiç evlenmemişle .yalnızca bayramların ilk günlerinde buluşurlar ve
kardeşçe fuhuş .
3.şimdi garsonlar hüsnütabiat’ta onları nereye oturtacaklar? "
haremlikle selamlık arasındaki sürgünlükte yaşamaya zorlanan kardeşlik-ler
...yeşermeleri dal budak vermeleri iktidarlarca ellerinden alınan,
coğrafyanın sürgünleri…sürgün çocuklar ve ensest …
hüsn-ü tabiattaki yerleri kardeşliklerinden sürgün çocuklar…ve sadece
bayramların ilk günlerinde buluştuklarında yaşanmasına izin verilen ve
külliyen yasaklanmış kardeş-lik-ler…
kardeşi kardeşe kırdırmakla yetinmeyip kardeşi kardeşle fuhuşa zorlayan
kötülükler ve o kötülüklerle varlığını meşru kılan iktidarlar…o kurumsal
o örgütlü saldırganlıklar…
devlet eliyledir görünmez ! ...
ve “la paix,, fransızca barış demektir. şişli’de bir hastanenin adı…
"1.mederese ‘gözletimevi’ ndeki sanıklar ,mahkumlar ve deliler bir gece
yarısı kimseye belli etmeden ‘atlı’ tramvaylarla taşkasap’dan şişli’ye
taşınmıştır.(*)
2.madam murat bey uzaklaştırıldıktan sonra barış’tan… (*)
(*) tarihe karaşın bir bakışla yazılan… ki madam murat bey, bir fransız
kadın. asıl adı mariya suzanne olup ittihat terakkinin kurucularından
murat salih menteş’in eşidir. (milas’ta ikamet ettikleri evi bir müze
olarak korunmaktadır.1976 yılında ölene dek milas’ın “leylak saçlı
annesi” olarak bilinir…)"
ve “ah minel aşk “: tersine dönen tarih ve tersine dökülen
ırmaklar…mıdır sadece …
şiir de tersine dökülür….
"ah minel aşk !
1.imparatorluk imparatorluklar kapanıyordu. bir bilmece işlenmiştir
tavana; ters, beşiktaş ve eski yazı .
2.kehribar marpuçlu müşteriler çözmek isterler eğilmiş eğik.
3.aynadan gelip bakır aynaya giren bir ‘ah minel aşk’ ustası kahvenin üst
katında oturuyor. "
aynadan gelip bakır aynaya giren bir ‘ah minel aşk’ kahve, fal ve ayna
ustası kahvenin üst katında oturuyordur. bilinmez. akla hayale gelmez
ustalardan…
zamana mekana mekandaki algıya takla attırılır, ters yüz edilir eşya,
insan ve eşyadaki sureti insanın. ve zamanla birbirinin yerini alan
gerçek ile sureti…gerçeğin yerini alan simulakrlara dünyasında hangisi
gerçektir hangisi görüntü…
işte öyle öyle varılır hakikate… hakikatlere …öyle öyle oluşmuyor mu
hakikatler de…zamana mekana, eşyaya, tarihe tersinden bir
bakışla…iktidarların aynalarından kaçırılmış, aynaların arka yüzlerinden
fırlayan o kara, o kaotik, o atonal bakışla…
şiir de öyle bir yerlerde değil midir ... o kara o atonal bakışlarla
görülebilen…karaltıda…
"parşömen
kağıtlar okunduğunda, kıvrıktırlar;
şiirin ve kadavranın içi açılmamıştır, insan insanın hiç."