YAŞANILABİLİR BİR DÜNYA İÇİN "NÜKLEERE İNAT YAŞASIN HAYAT!"
-Üçüncü (SON) Bölüm-
"EGEÇEP
YAŞAMI YOK EDEN SAVAŞA KARŞI, BARIŞTAN YANADIR… SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA
DEĞİL SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAMDAN YANADIR"
EGEÇEP, 12 yılı aşkın bir
süredir Ege’de varlığını duyuran bir örgütlenme. Çalışmalarıyla hızla
büyüyen, yalnız Ege’de değil, Türkiye çapındaki tüm çevre sorunlarında
adını etkin direnişlerle duyuran bir oluşum. Yapısında birçok çevre
örgütlenmesini barındırıyor. Bu açıdan biçimsel olarak baktığımızda bir
tür çevre örgütlerinin bir araya geldiği konfederasyon olarak da
görebiliriz. İşlevi yönünden ise Türkiye’nin Greenpeace’i olarak
nitelemek yanlış olmaz, eksik kalır. Çünkü eylemleriyle ondan çok daha
fazla ses getiren bir örgütlenme.
Söyleşimizin bu son bölümünde Cangı’ya EGEÇEP’i soruyorum:
[ Semih
Özcan ] Gelelim EGEÇEP’in ortaya çıkmasına… ilk kimin ya da kimlerin
düşüncesiydi böyle bir örgütlenmeye gitmek? EGEÇEP’i bize biraz anlatır
mısın? Bileşenlerinde, yapısında kimler var örneğin? Görebildiğim
kadarıyla da kısa sürede önemli oranda büyüdü. Şu anki konumu ve etkinlik
alanı ne?
[ Arif Ali
Cangı ] Bergama Ovacık Altın Madeni’ne karşı Bergama Köylülerinin
toprağını, suyunu, havasını korumak için başlattıkları direniş, herkese
çok şey öğretti. Köylü hareketi beraberinde kentli hareketlerini de
oluşturdu. Bunun en önemlisi İzmir Barosu, İzmir Tabib Odası ile TMMOB
odalarının, sendikaların, derneklerin, kimi siyasi partilerin ve bağımsız
bireylerin oluşturduğu İzmir-Bergama, Eşme, Sivrihisar, Havran/Küçükdere
Elele Hareketi’ydi.
Bilimsel çalışmaları, hukuki başvuru ve kazanımlarıyla Elele Hareketi
1990’lı ve 2000’li yıllarda İzmir’de ve Ege Bölgesi’nde etkili bir
ekoloji hareketi haline geldi. Elele Hareketi bu niteliği ile altın
madenciliği dışında başka çevre ve ekoloji sorunlarına ilişkin yakınma ve
başvurular almaya başladı. Ancak o konularda Elele hareketinin faaliyet
yürütmesi mümkün değildi. Bu sefer her sorunla ilgili ayrı hareketler,
girişimler örgütlenme yoluna gidildi. Allianoi Girişimi Grubu, Turgutlu
Çaldağı Nikel Madenine karşı direnişin ilk örgütlenmesi bu dönemde ortaya
çıktı. Diğer yandan konuları farklı farklı da olsa çevre ekoloji alanında
mücadele eden örgütlerin, hareketlerin bir araya gelmesi ihtiyacı her
geçen gün kendini gösteriyordu. İşte EGEÇEP bu ihtiyaçtan ortaya çıktı.
EGEÇEP kuruluşunda Türkiye Çevre Platformu (TÜRÇEP) ‘nun bileşeni olarak
faaliyete başlamışsa da daha sonra çalışma tarzı farklılığı konusunda
TÜRÇEP’ten ayrıldı.
Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP)’in web sayfasında biz kimiz
sayfasında kuruluş bilgisi şu cümle ile başlar EGEÇEP; "Çevre gönüllüsü, doğal ve kültürel varlıkların
korunması konusunda duyarlı sivil toplum kuruluşları ile bireysel
katılımcılar tarafından 25 Aralık 2005 tarihinde kuruldu." (1)
5-6 Ocak 2008 tarihinde toplanan 1.EGEÇEP Kurultayı sonuç bildirgesinde,
EGEÇEP şu şekilde tanıtılmış; “EGEÇEP, doğal ve kültürel varlıkların,
çevre sağlığı ve canlı yaşamının korunması konusunda çalışmalar yapan,
sendika, dernek, meslek odası, sivil inisiyatif, platform ve diğer insan
topluluklarının ve tek tek bireylerin çalışmalarını, sorunları
ortaklaştırmak, güç birliğini sağlamak, bu oluşumların sözcülüğünü
üstlenmek, gerekli yasal, bilimsel ve örgütsel destekleri sağlamak üzere
çalışmalar yapar. EGEÇEP fonlardan para almaz, giderlerini kendi
bileşenlerinin katkılarından karşılar. EGEÇEP anti-kapitalisttir. Küresel
sermayenin istek ve tercihlerine göre dizayn edilen neoliberal
politikaların uygulanması sonucu, yaşam alanları kirlenmekte ve yok
olmakta, çevre sağlığı ve canlı yaşamı tehlikeye girmektedir. Savaşlar
insanlarla birlikte tüm canlıları yok edip doğanın dengesini bozmaktadır.
EGEÇEP çevreyi kirleten ve yaşamı yok eden savaşa karşı ve barıştan
yanadır. Faaliyetleri barışçıdır. EGEÇEP sürdürülebilir kalkınma değil,
sürdürülebilir yaşamdan yanadır.”
EGEÇEP’in kuruluşunda Sekreter, Sekreter Yardımcısı ve Sekreterya üyeleri
şeklinde organları mevcut iken , daha sonra bunun yerine dönem sözcülüğü
ve Yürütme Kurulu, Bileşen Temsilcileri ve Kurultay şeklinde organlar
oluşturulmuştur. Şu anda yılda bir kez tüm bileşenlerden oluşan Kurultay
toplanmaktadır. Kurultaylar bileşenlerin deneyim paylaşımı, mücadeleye
ilişkin ilkelerin belirlendiği, yürütme kurulunun seçildiği karar verici
organdır. Bir yıllık dönemler içinde bir araya gelen bileşen temsilcileri
danışma meclisi gibi görev yapmaktadır. İki Kurultay arasında alınan
kararların yürütülmesi, çalışmaların organize edilmesi, EGEÇEP’in temsili
için en az 10 kişiden oluşan yürütme kurulu kendi içinde bir kişiyi sözcü
olarak belirler. Şu anda EGEÇEP dönem sözcüsü Prof.Dr.Ali Osman
Karababa’dır.
EGEÇEP’in yasal başvurularını yapması, bağış toplanması ve harcamaların
şeffaf, düzenli ve yasal şekilde yapılması için Aralık/2007’de ayrıca EGE
ÇEVRE VE KÜLTÜR PLATFORMU (EGEÇEP) DERNEĞİ kurulmuştur. (2) EGEÇEP Derneği de Platformun bir bileşenidir, EGEÇEP Yürütme Kurulu
içinde yasal sayı kadar kişi Dernek yönetim kurulunu oluşturur. Asıl olan
platformdur, dernek platformun işlerini yapan yasal bir araçtır.
EGEÇEP kurulduğundan bu yana yaklaşık 12 yıldır, Türkiye ekoloji hareketi
için örnek halini alan etkili bir dayanışma örgütüdür. Başkan ya da
sekreter gibi hiyerarşiyi yansıtan organlar yerine ‘Dönem Sözcülüğü’,
yönetim kurulu yerine ‘yürütme kurulu’ nu getiren, katılımcılığı ve yatay
örgütlenmeyi hayata geçiren bir ekoloji örgütüdür. Bu haliyle örnek
alınmakta, örnek gösterilmektedir.
[ Semih
Özcan ] Bileşenlerini sorarken aslında şu da geldi aklıma.. Çeşitli
çevre sorunları var dört bir yanımızı kuşatan, malum. Çoğu da doğayı,
dahası yaşamımızı ciddi boyutlarda tehdit eder nitelikte. Bunlara karşı
dururken, sorunları kitlelere daha iyi anlatabilmek açısından, bilimsel
verilere de dayanarak alternatif yöntemler geliştirecek ya da önerecek
alt birimleriniz de var mı? Örneğin; altın madenciliğinin verdiği zararı
görece daha rahat çünkü altının yenen, içilen bir nesne olmadığını,
yaşamsal bir zorunluluk olmadığını çoğu insan anlamış durumda. Bu nedenle
çevresini ve doğayı korumada daha kararlı ve dik duruşlu olabiliyor
insanlar. Ancak, enerji sorununda örneğin durum biraz farklı. En küçük
bir elektrik kesintisinde insanlar homurdanıyor haklı olarak, özellikle
sıcakların dayanılmaz boyutlara vardığı yaz günlerinde. Kışın ısıtmada
kullandığımız çoğu araç da elektriğe dayanıyor. Burada, atom ya da termik
santrallere karşı çıkarken, soruna değişik seçenekler de sunabiliyor
musunuz? (Benim önemli bulduğum bir seçenek Allianoi’de verildi örneğin.
Erhan İçöz, dünyadaki örneklerinden de söz ederek, yeraltı barajı
önerisini getirmişti.)
[ Arif Ali
Cangı ] EGEÇEP saygın bir örgüt olması nedeniyle, ihtiyacı olan
bilimsel çalışma ve bilgiye kolaylıkla ulaşabilmektedir. Çoğu zaman da o
bilgiler kendiliğinden EGEÇEP’e gelir. Bilimsel bilgilere ulaşmak, onu
paylaşmak EGEÇEP’in çalışmalarında önceliklidir. EGEÇEP çalışmalarında
bilimsellikten ödün vermez. Bilimsel bilgileri derleme konusunda
oluşturulan bir BİLİM KOMİSYONU, hukuki çalışmalar konusunda HUKUK
KOMİSYONU vardır.
[ Semih
Özcan ] Genel hukuk normları içinde ‘uluslararası hukuk’un henüz
yeni ve etkili bir yaptırım gücünden yoksun olduğu dile getirilir çoğu
kez. ‘Çevre hukuku’ ondan da yeni ve henüz gelişme aşamasında. Bir
hukukçu gözüyle; gerek yurdumuzda ve bölgemizde gerekse dünyada, çevre
hukukunun bulunduğu aşamayı nasıl değerlendiriyorsun? Sorunları ve bu
sorunları aşabilme düzeyi ne durumda? Hukuk çevreyi yeterince
koruyabiliyor mu?
[ Arif Ali
Cangı ] Hukuk, insanlık tarihinin deneyimlerle oluşturduğu
kurallardan oluşur. Bu kuralların bağlayıcılığı iktidar gücü ile
sağlanır. Bugün Türkiye’de ve Dünyanın çoğunluğunda iktidarda olan
politikalar ne yazık ki çevreyi, yaşamı koruyan politikalar değil. Ne
pahasına olursa olsun büyüme, kalkınma anlayışı, ekoloji ve yaşam için
büyük tehlike yaratıyor. Küresel iklim değişikliği, silahlanma, nükleer
enerji çılgınlığı, fırtınalar, seller, depremler ile dünya felaketler
çağına girmiş durumda. Uygulanan kalkınmacı kapitalist politikalarla bu
felaketlerin önüne geçmek mümkün değil, aksine felaketlere davetiye
çıkartılmaktadır. Bu koşullarda iktidarda olan politikalar göz önüne
alındığında tek başına hukuk ile sorunların çözümü mümkün değildir.
Çevreyi, ekolojiyi, yaşamı koruyan politikalar etkili olmadığı sürece
dünyanın geleceği çok büyük tehlikede. Yani yeni politikalara, yeni
yaklaşımlara, bu politikaların etkili olmasına ihtiyacımız var.
[ Semih
Özcan ] Yukarıdaki soruya ek niteliğinde; OHAL çevre sorunlarını ne
yönde etkiledi? Daha doğrusu bu ortamda çevreyi koruyabilmek olası mı? Bu
soruya bir şık daha açabiliriz; toplumumuzun en önemli hastalıklarından
biri sorunları kanıksaması, daha doğrusu her olaya, her sonuca alışması.
Terörde de böyle olmadı mı? 70’li yılların başlarında siyasi olaylar,
cinayetler önemliydi. Yaralamayla sonuçlanan olaylar bile gazete
sayfalarının manşetlerine çıkıyordu. Ancak bir süre sonra özellikle de 12
Eylül’e yaklaşan dilimde son derece rutin olaylar olarak önemsenmemeye
başlandı. Tütengil’in öldürüldüğü anki fotoğrafı hala unutamıyorum.
Öldürülmüş, üzerine bir gazete kağıdı örtülmüş ve çevresinde neredeyse
kimseler yok. Herkes günlük işini sürdürüyor. Yine 12 Eylül öncesinde
trafik kazası sonucu araba çarpan bir kişiye bile gözümün önünde tek bir
kişinin dönüp bakmadığını biliyorum. Sanırım aynı sorun şu anda çevre
sorunları için de geçerli. OHAL’le gelen sinmişlik ve sindirilmişlik, alışmayı da doğuruyor
ister istemez. Bu sorunu önleyebilmenin yolu var mı? Ya da bu sinmişlik
ve sindirilmiş, geleceğe geriye dönülmesi olanaksız devasa sorunlar
bırakmaz mı?
[ Arif Ali
Cangı ] Daha önce de söylemiştim, demokratik ortam olmadan çevre
ve ekolojiyi korumak için mücadele etmek mümkün değildir. Yani demokrasi
yoksa ekoloji de kötüye gidiyor demektir. Diğer yandan Ekoloji
mücadelesinin olmadığı yerde demokrasi olmaz. Bu nedenle OHAL süreci
yarattığı objektif baskı ortamı ve senin de bahsettiğin sinmişlik,
adamsendecilik yani sübjektif baskılanma ortamında ekoloji mücadelesi
ciddi anlamda zayıflamış durumda. O yüzden de bir an önce OHAL’den çıkmak
gerekiyor.
[ Semih
Özcan ] Ve son bir soru.. Aslında sorunların temelinde yerel
yönetimlerin yeterince güçlendirilmemesi, merkezi yönetiminse gücünün
gittikçe arttırılmasında yatıyor. Ancak yine de sormak istiyorum..şu an
yerel yönetimler çevre sorunlarını çözümleme konusunda etkin olabilir mi?
İzmir özeline inersek; önlemek bir yana İzmir’in yerel yönetimden
kaynaklanan önemli sorunlarla yüzyüze olduğunu biliyorum. İzmir’de
belediyenin işlevi ne durumda? Hem geneldeki sorunların çözümü
konusundaki tavrı hem de kendisinden kaynaklanan sorunlar açısından…
[ Arif Ali
Cangı ] Merkezileşme sorunları çözmez, daha da derinleştirir,
sorunların çözümü için öncelikle yerel ve yerinden yönetimlerin etkili
olması gerekir. Ancak her yerel yönetim demokratik yönetim demek
değildir. Bugün Türkiye’de belediyeler özellikle büyükşehir
belediyelerinde ‘başkanlık’ rejimi geçerlidir. Belediye Başkanı duyarlı
ise güzel şeyler yapılır, aksi durumda merkezi yönetimdeki sıkıntılar
yerel yönetimlerde de yaşanmaya devam eder. Sistem demokratik kurallara
bağlanmamış olmasına karşın bugün CHP’nin ve halen kayyıma devredilmemiş
olan HDP’nin ve diğer muhalefet partilerinden seçilen belediyelerin
demokratik, ekolojist yerel yönetim örneklerini hayata geçirme şansları
vardır. Geçmişte bunun değişik örnekleri yaşandı. Bugün Dersim’de
Komünist Ovacık Belediyesi örnek gösterilebilir. Ne yazık ki İzmir
Büyükşehir Belediyesi’ni olumlu örnek olarak gösteremeyeceğim.
Anamuhalefet partili İzmir yerel iktidarı, merkezi iktidara karşı çoğu
zaman çok etkisiz, kimi zaman da onun gibi politikalar içinde. İddia
ediyorum, CHP ve CHP’li İzmir yerel yönetimi istese bugün İzmir’in
merkezi iktidarda kaynaklanan sorunların hepsinin üstesinden gelebilir.
Yeter ki merkezi iktidara benzemeye çalışmasın, yeter ki eşitlik,
özgürlük, adalet, demokrasi ve ekoloji alanındaki toplum ve doğa yararına
politikalar geliştirsin.
***
Gerek Cangı’nın gerekse EGEÇEP’in gündeminde bugün öncelikle ‘su sorunu’
var. Aslında tüm İzmir’de gözler bu soruna çevrilmiş durumda. Geçen
bölümde vurgulamıştım. İzmir özellikle son aylarda başta İstanbul ve
Ankara olmak üzere yurdun dört bir yanından göç almaya başladı. Kent
nüfusunda gözle görülür bir artış var. Böylesi ciddi bir sorun karşısında
‘su’ gibi önemli altyapı oluşumunu güçlendirmesi gerekirken aksine var
olanı da yok etme çabasında.
Öncelikle bugün İzmir’in en önemli su kaynağı olan Menderes’deki
Tahtalı Barajı’nın, neredeyse burnunun dibindeki, üzümcülüğü,
bağcılığıyla, son derece verimli topraklarıyla tanınan Efemçukuru'nda, su
havzasını kirlettiği bilimsel olarak kanıtlanan altın madeni
çalışmalarını yürütüyor. Bu ortam altında İzmir’in suyunun sağlıklı
kalması düşünülemez. Çok yakın bir gelecekte de barajın kirlenme riski
var. Altın madeni yüzünden İzmir'in ihtiyacı olan Çamlı barajına izin
verilmiyor. Sadece bu da değil, yine baraj havzasına
yakın sayılabilecek bir alanda, Gaziemir’de, boş bir alanın ‘nükleer atık
alanı’ olarak kullanıldığı ortaya çıktı yine bir süredir. Bu, İzmir’in
geleceğine yönelik ikinci felaket olacak. Çünkü nükleer atıkların uzun
yıllar ortadan kalkmadığı ve geniş bir alana tehlike saçabildiği
biliniyor. Üstelik, nükleer atık alanı olarak kullanılan bölge,
göstermelik tellerle çevrilmiş ancak uyarı levhalarının çoğu yerinden
sökülmüş, düşmüş, kimi yerlerinde tel örgüler kopmuş ya da koparılmış ve
alan içinde hayvan otlatıldığı hatta tarım yapıldığı gözleniyor.
Kısacası İzmir’i zehirli ve susuz günler bekliyor.