Daha önceden hiç de alışık olmadığı bir şeydi. Tam hatırlayamıyordu;
belki de ikincisi olabilirdi. Sayıların ne önemi vardı ki bildiği tek şey
yaşadığı mekanla insan uykularda buluşamıyordu. Olasılığı en düşük bir
tecrübeydi, onun için. Ölmüş annesini görebilir, atıldığı işyerinin
karanlık rutubetli odasında dakikalarca gereksiz dosyaları
karıştırabilir, dosyalara not düşebilir ve hatta patronuna çok
sinirlendiği zaman kağıtları parça pinçik edip çakmağıyla
ateşleyebilirdi. Ayrıldığı sevgilisine sanki bir tek suçlu kendisiymiş
gibi sevgi dolu sözcükleri sarf edebilir, af dileyebilirdi,
sevgilisinden. Uyanıkken ağlayamadığı yastığının bir köşesinde salya sümük
ağlayabilirdi. Öyle ki hiç bilmediği ülkelere gidip hiç bilmediği
insanlarla hiç bilmediği dillerde sohbet edebilir; ama asla o kabuğu olan
hapishanesinde uykunun içinde bulunamazdı. İlk veya ikinci… Evet,
kesinlikle mühim değildi. Şimdi uykusunun içinde tam da oturduğu evin
odasındaydı; işte.Durmadan koşuşturup duruyordu. Nereye gideceğini
bilmiyordu; ama bir yere gitmek için hazırlık yaptığı, kesindi. İki
eliyle birden küpelerini takmak için kulaklarını çekiştirip durdu.
Nihayetinde taktı. Bir köşeye fırlattığı kirli kıyafetlerini eğilip
yerden aldı, ağzında da bir türlü çalmayı beceremediği yarım ve sönük bir
ıslık, çamaşır makinesine doğru yöneldi. Bir elinde kirli çamaşırları
olduğu halde diğer eliyle çamaşır makinesinin kapağını araladı. Kapağı
aralaması ile beraber berbat bir kokunun istilasına uğradı, evin her
tarafı.Islak bırakılmış çamaşırların kokusuna benzemiyordu, hiç. Daha
başka bir kokuydu. Sıcak bir ikindi vakti kesilen koyun kokusunu daha çok
anımsatıyordu. Biraz daha eğildi, dizlerinin üzerine çömeldi, tam kapağın
hizasına geldi. Kapağı iyice aralayıp başını öne doğru daha da uzattı.
Uzatması ile çekmesi bir oldu. Avazının çıktığınca bağırdı; lakin
duyulmayan türdendi. Elleriyle sımsıkı kapattı, ağzını. Olduğu yere
yığılıp kaldı. Bir müddet sonra kendine geldi. Biraz önce yaşadığı
şeylerin kriz esnasında gördüğü hayaller olduğunu düşündü. Ayağa
kalkarken kendi kendine:
_ Evett, evettt bunlar gerçek değildi, sadece her kriz anında olan
şeylerdi. Tekdüze hayatın arasında olan bu krizler en azından hayatımı
renklendiriyor. Kim benim kadar şanslı olabilir ki?(!) Bedavadan,
zahmetsiz adrenalin. Daha ne olsun, kızım!
Son cümleyi daha da sesini yükselterek nidaladı:
_ Daha ne olsun?!
“Ohhh!” dedi.
_ Her şey bir düşten ibaretmiş.
“Ne düş mü?” dedi bir ses.
_Haklısın kullandığın kelimenin içinde bir düş_ olduğu kesin! Gerçekten
düş(t)ün! Hadi dön bak yeniden bana da, şu üzerime iliştirilmiş notu
okuyuver. Burada iki büklüm seni beklemekten fazlası ile sıkıldım, artık.
Tekrar gözlerini faltaşı gibi açıp makineye yaklaştı. Rüya olmalıydı
bunların hepsi, rüya. Gerçek olamazdı hiçbiri. Gerçekse de gerçeğin bir
şakası olmalıydı. Yavaş ve titreyerek, gövdesinin hiçbir yerine ait
olmadığını hissederek kapağı yeniden araladı. Her şey yeniden başa
dönmüştü. İkiye bükülmüş, kel kafasının üzerinde kanı damla damla olmuş,
cinsiyetini bilmediği, otuz üç yaşlarında bir ceset bir gözünü kırpmış
kendisine bakıyordu. Cesedin yüzünde alaycı bir gülüş vardı.
Daha da titremeye başladı. Ağlayarak, korkuyu kendisinin dışında hemen
yanı başında hissederek:
_ Ama, ama bu nasıl olabilir? Yoo, yooo seni ben öldürmedim. Ben
öldürmedim! Her şey bana hazırlanan başkaları için komik ama benim için
çirkef, korkunç bir oyundan öte bir şey değil. Birileri bu oyuna son
versin. Beni öldürmeye mi niyetiniz var, kahrolasıcalar?!
_ Ağlamayı, sızlamayı bırak da oku şu üzerimdeki notu artık!
Gözyaşlarını bir taraftan silerek yeniden eğildi, çıplak cesedin üzerine,
iğneyle iliştirilmiş notu aldı. Bakmaya başladı.
_ Hadisene dışında oku!
Sesssyokkk…
“Bu kadar zor mu senin için?” dedi, ceset.
Kekeleyerek okumaya başladı:
“ Gereksiz, her şeyin manasına varmaya çalışan bir cesedim. Gücüm
yetmiyor kendimi öldürmeye. Yapmanız gereken tek şey elinize bir kalem
alıp bir öykünün içinde beni öldürmeniz. Öldürdükçe yaşarım biliniz,
mümkünse işinizi kan dökmeden hallediniz. Bir de yalancıktan benimle hiç
ilgisi olmayan ahh doğrucu sizleri oyalayan aldatmacalı notlar iliştirin
üzerime. Sevgilerle, cesediniz(!)”
_ Lanet olsun! Sen benim olamazsın! Seni,ben öldürmedim!
_ Belki de neee!!!?Çıkarsana şu ağzındaki baklayı! Susss artık! Sus da
biraz düşünmeme izin ver!
İyi de nasıl gelmişti buraya, kim koymuştu? Düşündü, sustu, sustular,
düşündü. Sonra rüyanın içinde başka bir uykuya gitti, geçmişe döndü.“Evettt,
evettt”hiç tanımadığı birileri emanet edip gitmişlerdi. Dahası “Hayır,
asla kabul edemem!” demesine fırsat kalmadan makinenin yanına bırakıp
hızla uzaklaşmışlardı. Ama kimlerdi? Neden hatırlayamıyordu? Üstüne
üstelik hala bir yere yetişmesi gerekiyordu. Şimdiki gibi kaç zaman oldu
bilmiyor; ama yine makinenin yanına yaklaşmıştı. Israrla aynaya bakmak
istiyordu. Kırık aynasını arıyordu ve aynasını makinenin üzerinde görür
görmez o tarafa doğru seğirtirken ayağı cesede takılmıştı. Çamaşır
makinesinin üzerindeki kırık aynanın sivri ucu dışa dönüktü. Sendeliyor
olmanın verdiği şaşkınlıkla kırık aynadan destek almaya çalışırken elini
keserek yere düştü, ayna. Tam da sivri tarafı cesedin göğsüne saplandı.
Panikledi. Panikliği o anda birden bire ruhunda doğurduğu baş edilemez
bir veletti. Ne yapacağını bilemedi. Şimdi kimse ona inanmazdı.
_ Buraya getirdiklerinde zaten ölüydü, desem kimse inanmaz bana. Şimdi ne
diyeceğim?Hem ölmüş olan birisi bir kez daha öldürülür mü ki? Bir ceset
üzerinden kaç defa cinayet işlenilebilir? Bir insan binlerce kez cinnet
geçirebilir; ama bir ceset üzerinde bir kez cinayet işlenir.
Anlatsa, anlatmaya çalışsa… Yoooyooo olmaz, olamazdı. İnanmazlardı, yine
her zamanki gibi.
Anlatmamalıyım. Bu işin üstesinden kendim gelmeliyim. Önce şu gidip
gelmem gereken yere gidip geleyim sonra bu işin oluruna bakarım, dedi.
Makinenin içine kirli bir çamaşır gibi tepmişti. Şimdi gözü yine
makinenin merdanesindeydi. Gideceği yerden bir günden fazla kalabilirdi.
Ya gecikirse apartmanı koku sarabilirdi.
“Bu durumda ben ne yaparım?” dedi.
Telaşla banyoya koştu, ordan mutfağa evde bulunan bütün deterjanları
cesedin üzerine boşalttı, makineyi çalıştırdı. Bağcıklı
ayakkabılarını giyip evden çıktı. Birdenbire bir şehirden bir şehre geçti.
Sürekli uzun yolculuk yapıyor gibiydi. Bir şehrin sokaklarındaydı.
Sokaklarına yarışma startları kurulmuştu. Kimin ne için yarıştığı belli
değildi. Çoğunlukla gençler vardı. Evden kilometrelerce uzakta olmasına
rağmen hala kaygılıydı.
Sırtında çantası vardı. Bir de nereden geldikleri hiç belli olmayan küçük
bir kız ile hiç tanımadığı siyah saçlı yirmi yaşlarında yakışıklı bir
genç…Bir lokantanın kaldırımına serilmiş masalarına oturup çay sipariş
ettiler.Usul usul çaylarını yudumladılar. Yanındaki genç, boyuna:“Başka
şansın yok, sen kazanmalısın!”dedi.
_ Evettt, evet kesinlikle sen kazanacaksın bu sefer!
Hala şaşkın bir şekilde bakıyordu. Sanki birileri kendini hipnoz etmiş
gibiydi. Ne derlerse kabul ediyor, ne derlerse oraya gidiyordu. Yanındaki
küçük kız:
_ Biraz kendine çekidüzen ver, yoksa anlayacaklar! Bırakma kendini bu
kadar!
Sanki kız, evde başına gelenleri biliyormuş gibi konuştu.
_ Hadi bana, bize böyle bakma!Sırt çantanda tarağın olacaktı, çıkarda
saçlarını düzelt biraz.
“Sen nerden biliyorsun çantamda ne olduğunu?” diye soracaktı ki saçlarına
banyo dışında hiç tarak vurmadığı aklına geldi.Ama kız hala ısrarla “Hadi
saçlarını tara!” dedi.Sonunda siyah bir tarağı çıkarıp masanın başında
saçlarını taramaya başladı.
Bütün sokak buz mavisi ışıltısındaydı. Buzluymuş gibiydi; fakat soğuk
değildi. Üşümüyordu, en azından kendisi haddinden fazla yanıyordu. Evdeki
ceset, ne yarışmasına gireceği belli olmayan bir yarışma. Niçin gelmişti,
buraya? Kimdi, bunlar?
Saçlarını tarayıp tarağı çantasına koyarken önünden bir yığın, sıraya
girmiş insanlar geçti. Onlar da yarışma için gelmişti. Nasıl olup
bittiğini anlamadan yarışma bitti ve hiçbir şekilde birinci olan belli
olmadı. Bir anda biraz önceki kalabalıkla otobüs beklemeye başladı.
Otobüs geldi, içine girdi ve kendini dağ başında, karanlık bir toprak
damın altında buldu. Bu sefer tanıdık kişilerle, akrabalarıyla bir
aradaydı. Ancak ailesinden hiçbiri yoktu. Uzun, dikdörtgen bir masaya
kurulmuş yirmi, otuz kadar kişi bu masada yemek yiyordu. Kendisini de
masaya davet ettiler. Oturdu.Masanın bir ucu karanlıkta olduğu için o
tarafta oturanları göremedi. Belki de annesi ve kardeşleri o taraftaydı.
Önüne orak şeklinde bir iki dilim tatlı koydular. Yüzünü göremediği, sesi
tanıdık biri:
_ Hadi ye de içini biçsin!
Orak, biçmek, karanlık her şey, her şey hatta tanıdıkları bile kendisine
sadece ölümü ve cesedi hatırlatıyordu. Oturduğu yerde iyice sindi. Bir
ara gözleri küçük kız ile genç çocuğu aradı. Bulamadı. Yoklardı. Kim bilir
belki kendisi de yoktu.Bedenine dokundu, kendisine çatal batırdı. Hiçbir
şey hissetmiyordu, yoktu.Bozuntuya vermemek için canının istemediğini
söyledi. Herkes gülüp oynuyordu. Ne kadar da neşeliydiler. Onlar gülüp
sohbet ettikçe sıkıntıdan içi şişiyordu. “Yaa makinede ceset kokarsa?”
dedi.
Usulca sandalyeden kalktı. Kapının ağzına geldi. Kalkışını kimse fark
etmedi. Yalnız uzaktan sönük bir ses geldi.
_Gitme, kal bizimle…
Annesi olmalıydı, her zamanki hüzne, çileye boğulmuş sesi ile.
Arkasına baktı. Kimseyi göremedi. Kapının eşiğinden karanlık dışarıya
adımını atar atmaz küçük kız ellerinden tuttu. Kendisini çekiştirip
durdu. Bir yerlere kaçırıyordu, kendisini. Bir elinde de kendisinden
büyük bir bavul vardı. Peşi sıra adeta sürüklüyordu. Nasıl taşıyordu,
akıl erdiremedi. Hem koşuyorlardı hem de küçük kız konuşuyordu:
_Bunları evinden senin için hazırladım. İhtiyacın olan her şey burada.
Bir daha evine dönemezsin. Unutmalısın orayı. Biz senin suçsuz olduğunu
biliyoruz; ama tanıdıkların hiç de suçsuz olduğunu düşünmüyor.
Masumiyetini ispat edemezsin. Onların beyninde bir canisin ve bilirsin ki
ne kadar hatalı olursan ol bir düşünce hiç gerçekleşmediği, fiile
dökülmediği halde eylemin önüne geçebilir. Saplantıları kökünden kazımak
her zaman zordur ki senin buna gücün yok, öldürülmek üzeresin!Unut
buraları, aklından çıkar. Ya gidersin ya da ömür boyu dört duvar arasında
yaşarsın. Seçim senin, gitmelisin demeyeceğim. Gideceksin! Sevdiklerin
yok artık, yalnızca sen varsın. Sana kapıdan geçerken güvenlik yardım
edecek. Şimdi durmadan doğruca onun yanına gidiyorsun! Bak, aşağıda seni
bekliyor. Ben arkadan bavulunu getireceğim. Bir daha arkana dönüp
bakmayacaksın!
Ne yapacağını öylesine şaşırdı ki “Pekii, sen?” dedi.
_Sen de gelecek misin benimle?
Küçük kız gözlerini kıstı, sustu.
_ Hadi uzatma, seni bekliyorlar!
Başka bir rüyada hiç bu kadar çaresizliğini hatırlamıyordu. Gözünün
önünde çamaşır makinesinin içinde ikiye bükülmüş otuz üç yaşındaki kel,
kanlı ceset, kulaklarında özlemle kalan annesinin sönük sesi:
“Gitmeeeee…”
Son kez duymak istediği sıcacık kucağı…
Ağır adımlarla güvenliğin yanına gitti. Hiçbir evrak göstermeden sessizce
kapıdan geçti. Bavulu,kapının sağ tarafında kendisini bekliyordu. Küçük
kız yoktu. Yalnızlığını, kimsesizliğini hissetti. Bu yük cesetten de
ağırdı. Hızlıca dönüp tekrar kapının öte taraflarına geçip toprağına ayak
basmak istedi. Geçemedi. Güvenlik:
“Küçük kızın emri var, bu tarafa geçemezsin! Yönünü dön ve git artık!
Senin yurdun şu arkanda gördüğün diyar…” dedi.
Gözlerinde uykusuzluk akıyordu, yorgun adımladı, koridoru. Bir ara
buralara kadar nasıl geldiğini hatırlamaya çalıştı, beyni uyuştu. Vücudu
parmak uçlarına kadar karıncalanmaya başladı. Çantasından kendisini daha
da uyuşturan, uyutan ilacını almak istedi. Eğildi, bavulunu açtı. Ardı
sıra bir çığlık attı. Ceset bavulun içindeydi. Saçları uzamıştı. Gülerek,
dişlerinin arasından tıslayarak konuştu:
_ Ahh be güzelim, tanımadın mı, onca zaman beni, kendini?! Nereye gidersen
git cesedinle gideceksin! BAVULUNDA KENDİNİ TAŞIYAN BİR CESETSİN!