ÖYKÜ

Hürriyet Bağcı  







GÖLBAŞI


Gezdik dolaştık. Hava çok güzeldi, akşam üzeriydi, güzel pembeliklerle doluydu gökyüzü. Beyazlıklar, mavilikler ve giderek çoğalan karanlık.

Sanki göğsüm gökyüzüyle doldu, o kocaman boşluk sığdı göğsüme, ferahladım, içim açıldı. Geceye kadar gezdik; yemek yedik, çay içtik çok güzel bir yerde, göl kenarında. Sazlar rüzgarla yatıyorlardı, bir o yana bir bu yana. Karşı kıyı ışıklar içinde kaldı zamanla.

Karşı kıyıda Akıl Hastanesi vardı. Onun ve annemin yattığı akıl hastanesi. O, eğlenceli hastane anılarını anlatıp beni güldürmeye çalışıyordu.

Ne zaman Gölbaşı’na gelsem, annemi hastanede ziyarete geldiğimiz o günler gelir aklıma.

Serince bir yaz günüydü, annemi ilk kez ziyarete gitmiştik; büyük bir korku kalbimde ve gözlerimde; sahipsizlik, utanma ve acı. On bir, on iki yaşlarındaydım, kırlarda dolaşıyordum beklerken ziyaret saatini ve rol yapmaya çalışıyordum; çiçeklere, böceklere, suya bakıp “Aaaa ne güzel” diyordum. Ama en ufak bir hatırlayışta, duygularımda bir hareket olduğunda bir testere çalışmaya başlıyordu kalbimde. Bir ileri bir geri, kalbimin kan kırmızı parçaları dökülüyordu, yığılıyordu bir yerlere. Bu acıya katlanamıyordum ama ağlamıyordum da; babamı, kardeşlerimi üzmek istemediğim için… Kimin dizine koyacaktım ki başımı, kim ağlama diyecekti ki bana. Rüzgar yamaçlardaki otları titretiyor, saçlarımızı yüzümüze gözümüze doluyordu; Alabildiğine güçlü geniş esiyor, bir yaz esintisi olarak, bizdeki durgunluğa tam bir zıtlık oluşturuyordu. Hastaneyi göremeyeceğimiz bir yere, gölün kıyısına oturduk. Gülmeye çalışıyorduk, gülmek zorunlu muydu? Bu gülmeler rüzgarın üşüttüğü birer maske olarak yapışıp kalıyordu bir zaman yüzlerimizde. Göle taşlar attık, çiçek topladık, sazlıklara baktık. Hastane yirmi otuz metre gerimizde duruyordu öylece; Sanki insansız, boş, yaşamsız, sanki acınası. Annem oradaydı, inanamıyordum. Birazdan görmeye gideceğimiz bir yabancı, yabancı bir kadın. Her zaman her yerde bana yabancı annem, burada daha fazla yabancı. Kimlerle beraberdi acaba, nasıl şaşırıyordur, ama asıl şaşıran bendim: Annem bir topluluğun üyesiydi işte ilk kez. Bu hastanenin hastalarından biriydi annem.





Karnım ağrıyor, korkuyorum, hepimiz korkuyoruz. Ceketine sıkı sarıl baba, sıkı sarıl ceketine.

Göl gözlerini dikmiş bakıyor olana bitene, kaygısız salınıyor, küçümsüyor, korkaklar diyor. Suyun sesinde bile suskunluk var, ufak bir ses havayı yırtıyor, rüzgara karışıyor. Böyle yerlere gelmeyeli yıllar oldu. Büyüteçle bakıyormuşum gibi; Toprağa dokunmak, taşlara dokunmak, böceklere böyle yakın olmak. Sıcak toprak, dingin. Buraya bu sebeple gelmemiş olsaydık, piknik yapmaya gelseydik herkes gibi. Herkes gibi olmaya çalıştım hep, olunmuyor.

- Baba ayaklarımı suya sokayım mı?

- Zamanımız kalmadı kızım, ziyaret saati geldi.

Keşke gitmesek, burada, ayaklarımı suya soksam. Tüm sessizliği irkilten bir ses megafonda ziyaret saatinin başlamış olduğunu söylüyor. Bizi çağırıyor.

Okulda iğne vurulmaya giderken de böyle karnım ağrırdı. Hiç konuşmadan yürüyoruz yokuş yukarı. Karşıda hastahanenin büyük beyaz demir kapısı. Ne kadar da kalabalık. Ürkek bakıyor herkes birbirine. Ürkek, çekingen, suçlu sanki. Şu binaya gireceğiz, annem…

Siyah beyaz bir fotoğrafta ne güler, ne gülmezmiş gibi bakan kadın benim annem. Ve ben hayatı tersinden annemden öğrendim.

 

dizin    üst    geri    ileri  

 



 21 

 SÜJE  /  Hürriyet Bağcı  /  yirmi altı eylül iki bin on dört     6