VE
 tevfik h. şenyuva

 

 

 

Başı öne eğik, bilekten çapraz
ileri uzatmıştı bacaklarını. Sallanan koltuğun
gel-gitlerinden, halıyı kazıyordu topuğu...

Piposunun nefesini denetledi ve başını
arkaya savurarak azıcık
daha sıkıştırdı parmağıyla tütünü

-Hah ! Böylesi daha
iyi... Bir de rahatsız etmeseler !

Sonra, odanın duvarları gözlerinde
dolandı çepeçevre

-Ne garip ? Bu duvarlar hiç
de soğuk gelmiyor. Yalnızlığımın
aynası olamazlar!

Gölge tavandan süzülerek iner
ve başlar konuşmaya :



-Siz ! Evet sizlere
diyorum ! Biliyor musunuz ?
Gölgelerinizin, sizden
habersiz neler 
yaptığını... Sen mutlu adam, muhbir
vatandaş : Ruh gibi gölgesiz
dolaştığının farkında mısın ? Kim bilir
kiminle, kellen için pazarlık
yapıyordur... Belki de gönüllü.
Ya şu, sırtına vizon
leşi geçirmiş matıv anası:
Kaç katliam
Eriyns'i dolar düşleri ?

Gözleri duvarlardan yere
doğru kaydı
ve bir süre halının dışarı
taşmış saçaklarında durdu.
                                      

 

Dışarda insanlar
itişe çarpışa birbirleriyle
konuşur, küfürleşirler. Her köşede
dilenci ve her sokakta bir deli
vardır. Ve gong yukarda
karanlık içredir - görünmez !

- belki de önce Gong vardı
ve hep olacaktı...

Aynadaki görüntü, çerçevesi
içinden katılır söze:


-aman sakının gölgenizden !
Bilmezsiniz ardınızda ne
Hinlikler bırakır o. Hiç
düşündünüz mü ? Neden hep 
karanlıkta dolaşır ve niçin ? Her 
zaman daha büyüktür sizden!!!



Gölgenin sesi uğultuyla gelir
ve yankılanarak yiter odada 

-Onarmak olası
değil artık bazı şeyleri ! Yeniden 
başlamalısınız...

Piponun dumanı, gözünü yakana
dek ayırmadı bakışlarını saçaklardan.
Alın kaslarını gererek, gözlerini
Bereltip: Pipoyu yanındaki sehpanın üstüne
Koydu. Elini çekerken 
akşamdan kalma şarap
kadehi devrildi ve
şarap ağacın damarlarında
kıvrılarak başladı akmaya.

 

-Değerli olan, akıp
giden zamanımdı benim. Gelecek
de ne? Bırak, öylesi
öteleri. Kendi yaşanmışlarına 
ağla. Belki de süren 
doldu ! İlk çığlıkla sayaçlar
başlıyor mu çalışmaya ? Ne yazık, başa
almak da olası değil... deltadan aşağı
iki ırmak uzanır gider!


Dışarda herkes kör
bir hareket halindedir. Bacaksız
dilenci bile:

-Robotunuzun başı için
bir kat parası...





Delinin teki, trafik 
noktasında dansetmeye
başlar, ardından ışıklar.

-Siz ! Birbirinize
dahi bakmasını bilmeyen
insanlar. Gözleriniz ne
işe yarıyor ? Kapatsanıza ! Sen
gözleriyle beni yiyen 
şaşkın. Biliyor musun alnına
kaderini kimler kazıyor !

İnsanlar kimi yerlere
kapanır ; kimi de çığlık
çığlığa, tepine
bağrışa kaçışır.



Görüntü aynadan
Çıkar, kendini yerden
yere atmaya başlar.

Gölge dönenerek bağırmaktadır:

-Kimler kazıyor ? Kimler
yazıyor ? O imza kimin?

Görüntü kendini yerlere
atmaya eder devam:

-Susturun onu ! Susturun ! Dinlemeyin...

Ayaklarını düzeltir. Sağ
ayağının parmak uçlarıyla, yerde
oluşan izi siler. Bu sefer de
ayağını sürttüğü
bölüm koyulaşır...

-Hiçbir şey ilkine dönmüyor...

Güneş ışığı, kapalı
perdenin arkasından, geçen arabaları
ve insanları belli
belirsiz görmesini sağlamaktadır.

Deli dışarda dans
ederek sürdüredurur
nutkunu. Sesi içerde
gölge tarafından tekrarlanır:

-Her şey her şeyi çeker, her şey
birbirine gider. Her şey herşeyi
iter. Her şey diğerinden doğar...

Dışarda ve içerde sesler
kahkahalarla silindi. Kararı-
verdi birden
odanın havası.
Bakışlarını, pencerenin
yanındaki kitaplığa çevirdi.




-Kim bilir kaçını
okudum bunların ? Kaçını
yarıda bıraktım ? Ya alıp
da öylece unuttuklarım...

Gözyaşları arasında kitaplar
vedalaşarak kendilerini ateşe
ve nemli kuytulara
atmaktadır. Çok resmi
bir tuvalette, sevgilisinin
adresini yutar delikanlı
küçük kağıtta kargacık
burgacık el yazısıyla.

Gölge, dumanlar
İçinde belirir:

-Alev görüyorum evlerinizde. Nedir
o yakılan ? Neden ter
birikti alnınıza ? yoksa
o gözlerinizde, yaş mı?

Görüntü bir telaşe:

-Hadi çabuk
olun- çabuk!
Hanisin gelirler. Fotoğrafları
unuttunuz mu ? Unuttunuz mu ?

Sesler odanın
duvarlarında anlamsız
yanıtsız yitegiderken, sallanmaya
başlar, gitgide
hızlanarak, ayaklarını yerden
kesercesine sallanmaya..
Bilmediği bir lisanda
olmayan bir şarkıyı bağırarak
söylemeye başladı. Hızlandıkça
hızlandı hem sesi
hem de koltuk ve
uzun
soluklu bir finalle
kesti şarkısını, ama sallanmayı
durdurmadı. Ta ki oda da onunla
beraber sallanmaya başlayana dek...





-Biliyorum ! Dünya
da sallanıyor. Hiçbir
şeyi durdurmak; geri 
döndürmek. Ah ! Değil olası.

Biri gelip, şu radyoyu
Açsa, kendimi unutsam !

Gölge bütün odayı
kaplayarak dikilir karşısına

-Kalkın ulan!
Kalkın canlanın, kendiniz
Olun biraz ! Daha
Ne kadar ? Daha ne
Kadar ? Kimin için ?

 

Aynadaki görüntü çerçevede
bir eski kılığa saklanır.

Bir an kalkıp yürümeyi
düşündü. Vazgeçti
sonra . Kapı da
kapalıydı. Üstelik merak
edecek ne vardı ki...

Delinin bağırtısı
beyninde uğuldanarak büyür:

-Engeller yalnız
aşmak içindir. İnsana en
büyük engel kendisidir.




Şarap şişesi koltuğun
Yanında, ona 
bakmaktadır . Kaldırır, içinde
kalmış mı ? Yerden
kadehi almak ister
uzanamaz üşenir. Akşam
neyi tartışmışlardı masada ? En son
kim kalmıştı ? Şişeyi
midesine boşaltır. Şarap
damağını paslatarak buruk
akar boğazdan aşağı.

Görüntü serhoş
Olur, sızar. Çerçeve
düz durmaz çivide.

Kafasının içindeki
deliyi susturmaya
çalışır susmaz:





-İçkiyle boğamazsın beni. Kendinden
kaçabileceğini mi sandın ? Aslında
tazı tavşanı kovalamaz, sahibinden
kaçar. Korku bu. Tavşanı
yakalayınca da doğadan 
korkup sahibine kaçar. Hep
kaçar ama kurtulamaz : Kendine
tutsaktır çünki...

Gölge karanlıkta Ay
ışığıyla dansetmeye
başlar. Deli de dışarda
terler içinde dansına
ölesiye devam eder...





Bacaklarını bir kaydırak
gibi uzattı ve şişeyi
kucağından yere
doğru kaydırdı. Ayağının
ucuyla, yavaşça
itti, gözleri de şişeyle
beraber yuvarlanmaya başladı.

-Hiçbir şeyin dışında 
kalamıyorum...

Dışarda deli Gonga
taş attı bir. Bütün saatler
bütün çanlar, en görkemli 
sesleriyle, her
yerden duyuldular

-Birlik için
değil, korktuklarından
birleşiyor bu insanlar
ve Gong hala tepelerinde
sürüyor hükmünü !

Şişe yatağın
bacağına çarpıp durduğunda, gözleri
çoktan dinginleşmiş, çıplak
ayağının oynayan 
parmaklarına dalmıştı.

-Kendin ol ! Yaşamla
ilgilen biraz. Böyle oturup
dertlenmekle olmaz...

Kendi mi söylemişti; başkası
mı ? Anlayamadı. Pipo
da yerinde, için için
yanarak bitirdi kendini...





Perdeyi açar, gölge
duvardan süzülerek üstüne
yerleşir. O an her şey birbirine
geçişir: İçeriyle dışarı;
ölümle dirim. Ara yerde
kalmıştır sanki. Nereden
geldiği belirsiz bir ses:

-Nasıl baktığınıza
bağlı yaşama
dönüş isteğiniz Dünyaya. İnsanlar
eylemlerinizin tanığı ve
ortak olanlar size. Onlar
verecekler kararını, bu Dünyada
yaşamaya: Hakkınız olup olmadığına

Ses uyumsuz kalabalaşır

-Dinliyoruz seni başla!




Herşey silinir. Düşünceleri
Çocukluk yıllarına yönelir.

-Küçükken Nuh'un gemisini, evde
sanırdım. Belki de 
o büyük karyolaydı.
Her şimşek çakışında
bir tufandı geceler.

Diğer çocuklar _ büyüklerin
deyimiyle haylazlar_ dışarda
güle çığıra oynamaktadır...

-O dışarda sesler de ne ? Kim
koydu o 
kapıyı araya? Dünyama
gitmek için izin mi gerek ?

Ağlamaya küskün gözlerinden, yaş
Dökülmez...



-Yoksa hep büyük mü olmalı ? Söz
dinlememek için büyümem 
gerekiyordu; büyümek için 
söz dinlemem! Kaç tane
kendimdim ? En çok da o
yukardaki kötü çocuk
kendimi severdim. Alıp
götürsünler miydi beni ?

Yukarıya Gong'un saklandığı
Karanlıklara baktı doğru

 

Ah ! O dolabın üstüne bir
ulaşabilsem ! Oyuncaklarım
var kırılacak...

Ebeveyninin, korku ve tehdit dolu
sesi uğuldar kulakları...

-Kardeşe versinler istemiyorum. O
benimle oynayamaz ki ! Neden
daha büyük bir kardeş almadılar ?





Kapıyı açtı. Dışardan
odaya sonkez bakıp, önce
ışığı ; sonra da kapıyı
kapattı. Her zaman gibi merdivenlerden
değil, trabzandan
kayarak indi aşağı.
Yitik bir çocukluğu yenide
yaşar gibiydi...

Çıktı.
Meydanda bir adam
durdurakmaksızın konuşmakta.. Kalaba
alkışlıyor; ıslıklıyor; coşkusuz bir
gürültüyle nümayiş yapıyordu. Adam
değişti. Kalaba gene aynı kaldı..
Meydanı terkedip, en yakın
sokağa saptı. Üçüncü kişiler 
_belki de deliler _ koro
halinde geliyorlardı karşıdan:





-Ağaca fabrika
sevmeyi öğret çocuğum.
Okşamadan olunmaz !

Dinleyen yoktu. Bir
binanın önünde durdu ve tüm
kalabalığa karşın, bomboş
görünen sokağa baktı..

-Şu kaldırımlar bir yürüse...

Kaldırımlar, ayaklanıp bir
Şarkıyla yürüyüşe geçer:





-Duş alan karga ötsün
sesi temizlenir su pislenir.
Bülbül içer dut susar
dal sallanır ağaç düşer.

Ardından üçüncü kişiler _Belki de
Deliler_ katılır korteje.

-Yalnız adımlar sokakları susturur
kalaba kalıba durur...

Kaldırımlar şarkıyı susup, usulca
alırlar yerlerini ve iğreti
elbiseleriyle bir kaos
gibi şaşkın insanlar
belirir üzerlerinde. Saatler
başlar çalışmaya. Bir
insanlara bakar, bir de
kendi kılığına...





-Kim bilir ne
güzeldir, saçları özgür
çırılçıplak koşa_
bilmek yollarda...

Üçüncü kişilerin _ belki de deliler _
Sesi, basık ve loş
Bir yerden gelircesine nemli:

-Ama her gece eğri
bedenlerimiz, geçirilirken
kızların önünden, çırılçıplak
utanıyorduk bizler
ve ürkek gözlerini
kaçırıyorlardı kızlar da.

Ses kalabalaşır...





-Yaşanası bir Dünya
alacağımız var onlardan !
Utanılmayacağı. Gözlerin
kaçırılmayacağı çıplaklıktan...

Sesler kulaklarını
terkederken, ayakları amaçsız
yürür caddeleri. Üzerinde çarşafı
ve tırpanıyla değil, çağdaş
üniformasıyla ölüm
dikilir karşısına.

-Ölülerden kuleler dikerim kumsalda
yaşam karantina da volta vurur !

Korkunun dayattığı cesaretle:

-Paslı metal, ekşi düşünce ! Hadi
bas git arşın deliğine...




Yalnız kalır. Kalaba günlük
curcunası içre umarsız
yaşantısına devam etmekte ve
saatler bu robot güruhunun
davranışlarını düzenlemektedir !

-Dün bir kız
çocuğu gördüm, ölü
kedisini sallıyordu salıncakta
hıçkırarak. Gördüm, bakışları
ölmüştü onun da..

kaldırım taşlarına çöker.

 

-Gelen bombadan habersiz
banktaki oğlan, en
içten yalanlarını
fısıldıyordu yanındaki kıza.
Kızın nazlanacak 
zamanı hiç olmadı

Ölümün sesi, çok
eski uzaklardan gelir
duyulmaz...
Evine, odasına kaçmak
İster. Yollar
kaybolmuştur dönemez.
Bir bara girer oturur. Yaşamla 
ilgili tek kişinin, içki
dağıtan kadın olduğu bir bara.





-Tik tak tokuştur zamanı
içelim. Bir
yerlerim mi eskiyor ne ?

Yerde bir şey
Parlamaktadır, eğilip alır.

-Şu kurşuna, bir tabanca 
bulmalı. Şakaklarım mı ağarmış?
Gecikmemeliyim. Gözlerim önce
Gitsin. Ütülemeliyim sesleri, ardımdan
dağınık kalmasınlar.

Bir ses dalgınlığını yırtar:

-Zamanı mı şimdi ?





Kalkar, döne bağıra
çıkar yürümeye koyulur...

-Para ne yazık
ki sen hala büyüksün ! Barış
nobel, ciklet, gıda yardımı
montaj, kredi, kola
pepsi ve hepsi..
Temiz bomba size de çıkabilir !
Gökte uydular tak tri tak
Kalçalar tak
keser soluğumu tri tak




Durur ve yol
kenarında, banka 
reklamlı bir
sıraya çöker gövdesi.

-Bütün eklemlerim çekildi. Dün 
uyudum mu unuttum, kamyon
seslerinden..

çevresini süzer:

-Dertlenen dudaklar...




Tersten, durakta bekleyen
birinin kolundaki 
saate takılır gözü ?

-Ayarı doğru mu acaba ? Hem
ne önemi var .. Saçlarım
da yağlandı. İyisi mi kesmeli !

Bütün Dinler; tüzeler
ve saatler, insanlar
karşısında Gong'un değişmez
üstünlüğünü korurlar. Gong'a
vurulmaz. Çünki o
bir çaldı mı kıyamet.
Ve saatler onun bu
Haşmetini : Ezeli ve
ezici üstünlüğünü belli
zaman dilimlerinde, suskun
kalabaya duyurmakla yükümlüdür.





-Duvarlar ansırım, uzak
yalnızlıklardan. Bir
gülücük kopagelir
gözlerinden bir fotoğrafın.
Ölüm, rüzgarsız yelken
açar yaşama. Kendi
üfler; kendi
gider, sürükler çöpleri.
Dil vezne 
Kapar, göz
kepenk indirir.

Kimse olduğundan
daha kötü değildir...




İnsanlar seyransız
selamsız dönüyorlardır evlerine..

-İnsanlar itiş kakış. Kim
getirdi bunları ? Sokaklar
kimselersiz!

Başını geriye, bacaklarını
öne, en rahat
oturuşu bulana dek uzatır..

-Artık yalnız kendi
önünü aydınlatır lamba.

Lamba, başını öne
eğer ve iki damla
ışık düşürür; çatlaktaki
nar tohumuna...




Ne zamandı ? Çok
Önce.Bir pubda
Birasını yudumladığı zaman.
Bir kadının aralık
bluzünden gözlerinin
süzüldüğü ve sonra ilk
sevgilisi olacak
(ilk kez tensel
ilgi duyduğu.) kadına
rastladığı zaman.
Oysa hep resim
lerle sevişmişti o
güne dek, hayalleriyle
kendisiyle.. Kadın
hep anne; teyze
ve abla olmuştu
onun için.. Bir de bacı





Ah ! Nerede o
günler ? Adımlarımızın kaldırım
çatlattığı ? Nerede
güneşin kızlığını
bozan seslerimiz ? Sevgili
omzunda tilki
uykusuna yattığımız. Nerede
iri tatlı bir üzümü, dişler
arasından kapar gibi dil
döndürdüğüm dudaklar?
Öksüren 
bir ağızla da öpüşülmez ki !

Üçüncü kişilerin sesiyle
birlikte büyür
sevgilisinin silüeti.





-Sen, hep kendi
yanlışlarını okursun 
caddelerde. Bir yarım
öfkenin dökülmüş sıvalarına
ağlarsın ancak. Parmakların
hiçbir demiri; hiçbir
kadını, kavrayamaz benseyerek

yalnız ikisini
bırakıp çekilir üçüncü kişiler.

-Sinsi bir buzdağıdır
dudağın, coşkulardan uzak.
Hep kendinden
ürker okşayışların..

Alnında terler
birikmiş; titremektedir bedeni.





-Yalnız yatmaktan, düşlerini
iğdiş etmiştir: Ölü yüzlü
karabasanlar...

gözlerini yumar, saklanmaya !

-Yorganımı kaldırmayın
üstümden. Yalnızlığım görünmesin!

En son eski
sevgilisinin adım sesleri
uzaklaşırken, doğrulup ters
yöne kaçmaya yekindi. Yalnız
olduğunu sandığı an durdu
ağlayacaktı. Soluklanıp
bir bakındı etrafına. Ölüm
ve üçüncü kişiler, iki
yandan geliyorlardı üstüne
kaçamadı..





Ölüm bakışlarını, dondurasıya
sabitleyerek üstüne:

-Ağan yıldızı gözümle tuttum !

Arar bir kaçış, diz çöker.

-Avuçlarım gözlerimi
tırmalar. Görmeye
gelir bir yalnız.

Yoktur kimse geldiği görünen.

-Görmemeye kaçar kalaba.

 

Mahşer yerine dönüşür ortalık
ve bir ağızdan:

-Bekleme yürü ! Gelen
yetişir ardından. Her
yetişen geçer kendini...

Çaresiz bakar, birer 
birer boşalırken çevresi:

-Kalmışlara sorudur yaşamak..?




Ölümün sesi
gelir polifonik ve nihavent.

-Dağlar eğilsin ayağıma, yaşamı
kuşlara uçurur ayaz soluğum !

Üçüncü kişiler çıkarak öne:

-Alıp da sırtlarından, tabutlara
sığmayan, gençlikleri
kalkık ölülerimizin !

Ölüm bir kahkaha eser
sesler donar




-Doruk titrer. Şapka
çıkarır gölgeme, kalkık
yaka bir orman..
Esas benim tapınılan...

-Deniz susar, aşk
ele geçmez bir daha !

Yalnız kalır, yaşlar
gözlerinde donuk:

-Ölmemeye mahkum
bir yaşamasızım ben !

Sesi boşlukta
yiter. Saklanacak yer
bulamaz; pusulasız
kaçar yollarda. Sonunda
kalaba bir kır
kahvehanesine oturur yorgunluğu.




-Sinekler üşüşür örümcek ağına.

Saatler durur bir yerde. Seslenir
Gong'a taş atan deli
sağır gözlere:

-Utanmaz bir örümcek, giderek
büyütüyor, Dünya üzre sakil
ağını ve sinekler..

Gözleri fır döner yüzlerde:

-Birbirleriyle
dövüşüyorlar hala.

Belki de dev
bir örümcek ağıdır Gong.
Garson bir çay
Bırakır masasına. Külçe
Elleri kalkmaz; Gözleriyle
İçer buzlaşan çayı.

-Bacak bacak üstüne
atar sıkıntı gülümser.
Üstünüze iyilik
kalkar masa yürür gider.

Donuk bakışları buğulanır..

-Sırtıma yaslanırım, usumda
bir kedi
şarap eski bir sevda...

Sevgilisinin aralanmış
dudakları girer düşlemine;
sonra birden
delinin dudaklarına dönüşür.

-Üçüncü kişiler konuşsun, istisnalar
kaideyi bozar.
Bozmalıdır da..!


İçmediği çayın
parasını bırakıp kalkar.
Körüklü otobüsler, insanları
yutup kusmaktadır durmadan. Bol
indirimli bir mağazanın vitrini
önünde durur..

-Ne düşünüyor
acaba vitrinde maket?
Üstümdeki elbiseyi almayı mı?

Ortam bir defileye dönüşür. Maketler
de canlanıp müzik eşliğinde
danseden mankenler oluverirler:


giysilerimizi deler gözler
çıplaktan ürperen haset gözler
Bizi ellemek yasak
Alın üstümüzden her şeyi
Soyun bizi
Giysilerimizle sevişin , giysilerimizle...


Görüntü bir ateş tülü
gibi dağılır. Bir ses
sanki annesinin sesi
bölük pörçük gelir. Hani mutfaktan temizliğe
çamaşırdan çiçeklere koşuşturup
duranannesinin, bütün sözleri
gibi bölük pörçük. San başı
veya sonu bir başka
odada unutulmuş sözler...

-Ok......ell......yenide
.d...sun.....seni.....

Yanağına düşen bir tokattı
ansıdığı tek el:
o terkediş gecesinde, sevgilinin

Uzaklaşır, uzaklaşır amaçsız
adımlarla. San bir
uçan-balonu taşırca ayakları





-Şu kaldırımlarda bir sevişsem, otlar
ıslak. Saçları dişlerimde..
Kasıklarımda ağrılı bir kahkaha, keman
çalarcasına. Elektrik
döşerim en ıssız
ürperişlerine bedeninin. İğfal
ederim bir bakir - kız- yalnızlığı'mı...

Sokak gürültünün
şeracesini yırttığı anlardadır.

-Kulaklarım kalabaya sağır
bir kanal açar yaşam. İki arzu
ölür. Dudaklarım aç..Terim soğumasın...

Yanından geçen kadına seslenir:

-Sevişelim !

Kadın umursamaksızın, gölgesine
basıp gider. Gölge de peşinden..

-Aşka benzer yazmalı, pişmanlığı
daha yoğun
sevinçler doğuran. İnsanın kendine
başkalarına veya bir
şeylere yazılı
kızmasıdır yazarlık.

Bir genel aşık kırıtarak
yanaşır yanına. Alkol
ve nikotin kokulu rujlarından, şu
sözleri dökerek uzaklaşır o da.

-Uslu çocuğu dövmeli; gece
lambaları pır pır kaçak...

Gece lambaları kaçışırken gelir
Üçüncü kişilerin sesi.. Uzaklardan

-Suskun kentleri dövmeli !

-Esner gök gürler. Yağmur zıpkın
öptüm cümlenizi....

Kendi kükrer, kendi ürker, kalaba
içinden bir deli _ belki 
de üçüncü kişilerden biri _
fısıldar kulağına..

-Öldür kafanda düşleri. Adım
at biraz...
Gün erişti: Saat son !

Tüm zamanların çanları, hep
birden çalmaya başlar.

-Bak işte yine döndü
oniki semazen. Bir yaş
daha gençleşti ölüm...

 

Sesler kulaklarında 
Yankıyarak, yürümeye devam eder. Elinde
bir demet çiçek
bekliyordur bir ihtiyar, belli ki
gecikmiş sevgilisini. Bir başka yanda
gülüşüp oynamaktadır bütün 
çocuklar..Tüm
çocuklar mı ? Ama bir yalnız!
Yalnız da değil aslında
Herşeyle arkadaş : kuşlarla
Şakıyıp, yıldızlarla
Yarenlik ediyor. Ne iş
ne adımları ayarlayan tik tak
ve de her soluğunda bir yana
savrulduğumuz Gong ne de...

-Ben hiç oldum mu? Böyle

Diye düşündü kendine




-Ben hep yollarda yalnız
fısıldarım; tabanlarım sürterek
parke taşlarını. Bir adam
bağırır sokaklarda:

-Eees'kiciiii

-kendine bağırır
duyulmaz Kapalı yerlerde
ıslık çalmak ne güzel...


Çağdaş giysileriyle ölüm
geçer , tezgahında bölünmüş düşlerle.
Ağaçlarda bayram
fenerleri gibi rengarenk
gömlekleriyle, asılı insanlar sallanır.


-Yorgun düşlerimi öldürür güneş.


_Her şeyimiz bir şeylere ayarlı,
her şeyimiz bir
şeylere bağlı! Merak edin,
merak edin ipin ucunu...
Umursamaz uzanır uyur
Uyanır, kalkmaz elleri.


-En son parmaklarım
uyanır sabaha ve perdede
asılı kalır sersemlik...


Sokaklarda bir sürek
avından kaçışmaktadır: Bütün
kimlikler. Haki bir karanlık
tutmuştur köşeleri.


-Hep gecikmişimdir
bir yerlere. Çıkar giderim
sofrada yemekler ağlaşır ardımdan..
Küçüklüğümde de hep ağlaşırdı
kaşıklar. Müzik
de yiter ardından...




Bir kız geçer , asumani
Adımlarını susturarak kaldırımlarda.

-Ne yazık, bu güzel 
kızla tanışamıyacağım. Anlamsızlaşıyor
ceza, yapı bir şeyler. Gece olsa
düşlerimiz önceden seçilmiş. Kim
yoksa Ay gözetliyor mu bizi?

Koyu bir yalnızlığa bürünür, geriye
Kaçmayı umutlar.

O değişme, neden hiç değişmiyor? Bir
Gün herşey olduğu 
Gibi donsa n'olur!

-Dereler tepeler alırım; düz
giderim eees'kiciii...

-Sanki içimde bir kuş var.

Hışırtılarını duyuyorum, sessiz
yürümeye çalışan küçük ırmağın

Gözünde odası: Yani tüm
yaşamını yükleneno dar
ve uzak mekan canlanıverdi.

-Odamda terkedilmiş
bir dağınık, kendimi 
yitirsem daha ne isterim?
Bir de görebilmek o yalanı !

Ötelerde durur bir saat

_Kıyamet...... kıyamet.......

Dinginliği yiter bir telaş
bir cinnet, başlar yeniden
geriye bağıra çığıra kaçmaya.




-Topunuzun diline rahmet
ölü ayaklarım bağdaş,
aykırı cennetler sayıklarım
esrik sofralarda. Elim öyle uzak
dudaklarım bir ezgiyi uçar, duyulmaz.

Sesi şakaklarında damarla
Patlayasıya yükselir:

-Işıkları söndür ! Yitsin gecede
kendine şeyleşen kıskanç beden..

Yükselir bütün hafifliğiyle bir balkona
konar. Ölüm bir şezlonga
kurulmuş beklemektedir.





-Tüm umutları güzeller ölüm.
Yaşamı direnir bir korkak
ve bezer düşleri 
ayıkken uzak yiğitlikler.

Üç nokta üst üste 
koymalı: Aykırılıkları
dipnot düşen bitime:
Soluk kemirir dişleri, çatlar
niyet . Ölümü hakedecek
dizelerini yazmalısın inti-
harın, ya kalemini kır;
ya kendini. Ardında gözyaşları
binaların teras saçaklarında asılı kalacak.

-Yorgunum uyumalıyım artık !

Balkondan bir kağıt, haykıra
Hıçkıra düşer aşağı.

-Benim ne değerim
var Dünyada, değersizler arasında.
Geç ya da er ne yazar
Zamansız doğmuşum...
Çarpar mürekkepleri
dağılır asfalta...

Ellerinde kocaman bir balyoz
gibi nasırlı yürek, gelir deliler
- belki de belli üçüncü kişiler-
Bütün saatler en tiz çığlıklarıyla
çalar ve çarpışır yukarlarda iki dev
Gong bir buzlu cam gibi
dağılır. Aşağıda yeni
ölüler taşınır ağaçlara. Saatler
soldan sağa devinmeye
başlar ve daktilo
ayrılıp aynanın önünden, geçer
pencereye:

-Tak tak tak trak tak
yüreğe vurulmaz: O bir 
sustu mu KIYAMET !


başa dön        ürün listesi       kütüphane