GREZİELA'NIN OKUMADIĞI ŞİİRLER
 
türker ayyıldız
 
 
 
Her Pazar Başka Ölürüm


doğduğum şehirden mektup getiriyor yaz söylenceleri
çocukluğum yine kendini öldürmüş ..üzülüyorum

yatılı okul koridorlarını anımsatıyor sokak lambaları
ütüsüz mintanlar içinde yalnızlıkların büyütüyor çocuklar
siz onları hiç bu halde görmediniz
tren garlarında bir aşina yüz uğruna
bildikleri tüm oyunları unutuyorlar
pazar günleri en çok anneleri geliyor akıllarına
pazar günlerinden nefret ediyorlar


suları çekiliyor antik marmaranın
Bizanssın şiirlerine saldırıyor martılar
kırmızı gözlerinde parlayan açlık
zamansız bir savaş oluyor sur diplerinde
milyonlarca sevgilinin tırnaklarını unutarak kazıdıkları kalpler
anlamsız harfler yumağına dönüşüyor kendiliğinden
Erosu mitoloji kitaplarına gömerken
gece yarısı cumhuriyetleri kuruyoruz köşe başlarında
"kral öldü yaşasın kraliçe "çığlıklarıyla
en zavallı pezevengimize
kız kulesinin bakire sularını teslim ediyoruz
ve biz kimseyi sevemiyoruz artık

oysa yıllar önce iki kadını üst üste sevmiştim
kuyruklarında bileylenmiş jiletler olan
iki uçurtmaydı sanki onlar..
ve uçurtma bayramının ilk rüzgarlarında
birbirlerinin mezüre iplerini kopardılar

ilki sevemezdi bunu biliyordum
elimi kanatıyordu tutmak istedikçe
ne kadar serpiştirsem suretini
gölgemde gelincik öbekleri filizleniyordu
dilekler tütün basıyordu yarama
tek yıldız kımıldamıyordu yerinden
düğünler dernekler kurulurken şehir mezarlıklarında
hiçbir intihar fantezisini beğenmiyordum


ikincisi biraz daha yakındı hüzne ve şiire
güldü mü göçmen kuşlar birikiyordu su başlarında
gamzelerinde küskün sahralar
uzun geniş alnında yoksul üç beş saç
ayaklarını sürüyerek geçiyordu sokaklarımdan
şehrin kapılarını kapatırken gece bekçileri
o hep dışarıda kalıyordu..
sevgili değildik, 
bir şiirin hüznünü yazdık meyhaneler ve minareler arasına
imkansızı sorguladık
kırlangıç yuvaları da bozuldu ardından

su yılanları,ahtapotlar,deniz anaları
mercanlar ve deniz kızlarının yasak ülkesinde
birbiri ardından süregelen ayrılıkların
müzmin yalnızlığında soluklanırken
tutunabilmek üzere denizlere açılıyordum
terkedilmiş düşler arasından fışkıran
acı yüklü kent akşamlarına
ve mutlaka herkesin bir dizesinden haberdar olduğu
dramatize edilmiş bu şiire yaşantım diyordum
duyduğumu sandığım acıyı herkesin duyması olası değildi
-duyması da gerekmiyordu zaten-
ama deşifre ederek kendimi
kendim olmayan sahte benler yaratıyordum..

imgesizliğimin yarattığı çelişkiler dönemecinde
tüm şiirlerimi sorgulayarak
yıllar yılı içimde çöreklenen duygusuzluğun intikamını
aynı tende yüzlerce ter kokusu ve aşağılık pazarlıklarla
sevgili suretinde görünen fahişelerin koynunda
her pazar akşamı kendimi eskitiyordum

şimdi uzak denizlerden bile nefret ediyor çocuklar
en çok med cezirlerde aşınmış künyeleri
onlar her pazar sehpaya çıkıp öldürürken kendilerini
sakın ola ki sevmekten bahsetmeyin onlara

doğduğum şehirden mektup getiriyor yaz söylenceleri
uçurtma bayramlarını çok severmişim önceden..

(1992,İstanbul)
 
başa dön        ürün listesi
 
 
 
 
Yağmurlar Geri Dönmeyecek
 
 
ah işitiyorsun değil mi şair bu ağır ezgilere benzeyen uzak özlemleri, tek kişilik ordular kurduk hep düşlerimizde hiç okunmayan kitaplar birikti başucumuzda yağmurları bekledik ağır fırtınalar geldi.Her yanımızı çöller kuşattı ardından. Kokladık ayaz güllerini  (N.Can) 
 

inanılmaz öyküler anlatırdın,
ıslak yağmur sarısı gözlerini çevirip üstüme, gitmelerin imkansız bir aşkın habercisiydi. yine de tüm şiirler yoksul akşamlarda sana yazılırdı. aralık ayında başladı kırlangıçların göçü, nereye gittiklerini onca yalvarışa rağmen  söylemediler, yorgun kanatları şehla gülüşleriyle yağmurları götürdüler, o vakit yorumsuz  bir yalnızlıktı tanıştığım,tüm sevdaların boykotundaydılar artık.. bir sabah trampetlerle  asılmak için bölücü kararlar aldılar. 
 
üst üste yangınlar içinde ellerin hep üşür gibiydi, saçak altlarında severdin yağmuru su birikintilerinde kağıt gemiler yüzdürürdün o sıra biri gelirdi öncelerinden . deniz kokardı üstü başı, ne almıştı deniz neler götürmüştü özlemlerinden korkum kıyıya  vururdu soramazdım, bilsen nasıl kıskanırdım seni nasıl içime büyürdü.. 
 
göründün iklimler sonra siyah beyaz fotoğraflar gibi, bilir miydin resimler hüzünleşir yılların kollarında, bilir miydin yitirmişlikler başlar ardı ardına, sadece gülüşler ve iç  çekişler kalır değişmeyen, hayır bu kadar yaşamadık deme bir tek kırılası kalemler kaldı ölümü engelleyen..  
 
 
evet şair haklısın yağmurlar geri dönmeyecek. üstelik düşlerim korkunç yenilgiler  hazırlıyor uçarı yüreğime.. penceremde usta bir ressamın sonbahar klasiği.. dökülen  yapraklarla lanetliyorum o uzak sevgiliye yazdığım tüm şiirleri. ölüme inanmak mı  kalıyor yağmursuzluğa alışmak mı ? 
 
inanılmaz öyküler anlatırdın, ıslak yağmur sarısı gözlerini çevirip üstüme, gitmelerin imkansız bir aşkın habercisiydi. yine de tüm şiirler yoksul akşamlarda sana yazılırdı.
 
(1992, istanbul)

başa dön        ürün listesi

 
 
 
 
 
 
Şırnak Hipotenüs Arası Çeyrek Şiirler

yapraklar bulduk kendiliğinden sararmış
okuyamadığımız kitapların terk edilmiş sağrılarında
o şehre bir daha dönebilir miydik.?

kilometrelerce uzakta
bunca intizar sarmalamışken yağmurları
kırılmış gökkuşakları arasında güneşler biriktiriyorduk
çeyizimizdi,terk edilmiştik,şairdik
söndüremiyorduk oysa meydanlarda çıkartılan yangınları
üzerimize atıyorlardı kabulleniyorduk,
suskunduk,
vergilerimizle ödediğimiz kirli ışıkların altında sorgulanıyorduk...

evet 294,ayağa kalk ve söyle
leylekler neden kuzeye gittiler evcilleştiremediğin düşlerinde
ve neden dönecekleri günü
senden başka kimseye söylemediler..

yaptığım ilk uçurtmaydı komiser amca
çıtalarını ödünç almıştım yuvalarından,
geçen yazdan kalmış yılan artıklarının arasından
ki bizim orda her çocuk uçurtmaya çıtalı der
ve kendi çıtalısının yılanların sürünemeyeceği bulutlarda süzülmesini ister
henüz bilmiyordum yaşamın dengesini komiser amca
çıtalı olamayacağımı bilmiyordum
göçmen kuş olamayacağımı bilmiyordum
iplerin bir gün kopup
yuvayı tekrar onaramayacağımı bilmiyordum
küstüler komiser amca küstüler
ve dönecekleri günü inanın bana da söylemediler..

ya sen 1218 özlemlerini çarp kilometrelerle ve çabuk söyle
şehirler arası yollarda kaça kadar sayabildiğini telefon direklerini
ve belletmenlerinden korkup ertelediğin bıyığı terlememiş dileklerini..

bir matematikçiydi belletmen hocam
telefon direkleri dönem ödevim olurdu 15 tatil dönüşlerinde
kara tahta önünde ne desem inanmazdı
parasız yatılı bir çocuğun hesapladığı
kilometre başına düşen telefon direği adedini
az gelişmiş bir ülkenin ekonomisi kaldırmazdı
ama yollar çok uzundu komiser amca yük çok ağırdı
bacım yeni doğmuştu
köyümün çobanı kurt sesine sağırdı
bu yüzden hep borçlu geçtim matematikten
ve bıyığı terlememiş dileklerimden

sana gelince 2866
kafiyeli şiirler bulduk dolap aramalarında
ince, yoksul parmaklarla işlenmiş
bir de mendil çıktı başucundan


kötü şiirler yazılıyordum komiser amca
şiirin allahı yoktu.. oysa ilk göz ağrımın 
içimde ağrıyan adı,
baş harflerinden şiir yazılamayacak kadar kısaydı
bunu ona anlatamıyordum komiser amca
lise üniformalı vesikalık resmini
o soğuk koridorlarda saklayamıyordum...

unutuldun sanma 896182
intihar fantezilerini pazarlıyormuşsun bit pazarlarında,
hem şarap şişelerinde çarmıha gerilen bir mesih,
hem iflah olmaz papatya falları açıyormuşsun
cami avlularında..

bugün bile küfrederim tüm matematik teorilerine
pisagora ,türeve,entegrale,havuz problemlerine
ben çemberin çevresini bulmaya çalışırken 
çemberin dışında kaldığım tüm şarkıya türküye..
(Yan yanayken bile araya çekilen milyonlarca telefon direklerine)

maliyetini hesaplayamadığımdan iflas ettim intihar işinden
malzemeden çalmayacak kadar ince ruhluydu gidişlerim
oysa parasız yatılı yetiştirmişti beni bu devlet hep parasızdım..

papatya fallarında sahtekarlığımı görmüş güya üç beş cami hocası
yalan komiser amca hem de yalanın arapcası
açılmayan falları daha çok sevdim ben
gidilmeyen yolları,edilmeyen telefonları..

Suçlu bulundu..yağmurları yitirdiği birinci dereceden delil olarak sunuldu.
bir daha numara alamayacağı,ve o şehirde bulunamayacağı söylendi.Yaprak-
ları alındı elinden.. tüm kayıtlardan sildiler numaralarını..
O şehre döneceğim diye fısıldadı kayıtlara öyle geçti. o şehrin neresi olduğu öğrenilemedi.
Emekli belletmen hocasına sordular
hipotenüs dedi, başka bir şey bilmez o serseri

(Şırnak 1997) 
başa dön        ürün listesi

 

 

 
Nafile Sonlara Kürdili Hicazkar Betimlemeler
                                                         
Murat Ören'e 

evet robin
çalgıların çoğu pianissimo
bir kısmı ise hala anlamını bilmeden hüzünlendiğimiz kürdili hicazkar
neresinde duracaktık şarkının neresinde mehteri adımlar
atalarımızdan öğrendik birazda özlü özleri ve kapılardan geri dönmeyi
çağ ışık hızıyla üzerimize devrilirken
postada kaybolduğuna hala inanmalı mıyız mektupların
Eylülün takvimlerin üvey oğlu olduğuna en çok biz mi sevinmeliyiz
söyle çeteleleriyle tarihini süsleyen adam
her başarısız şairin ardında
niçin hıçkırığı fiyatına dahil kırık şiirler var
ve niçin bu şiirlerin başrolünü hala
çocukluk aşkımız filiz akın oynar

biliyorsun düşlerde bebelere sürünür oldu şahmeram
yılanların öcünü ucu yanık mektuplarla yalanlar alıyor en çok
çoğu zaman suskunluklara gebeyiz
azında ise kendi lavlarıyla eriyor dumanlı dağlarımız
Polonya da yahut şehrin en ihmal edilmiş çöplüğünde
ağlamaya terk edilmiş yağlı boya tuvaller düşüyor akıllarımıza
is,küf ve insan kokusundan ültrasonda görünmüyor acılarımızın ergeni
yaşar mıyım doktor bana gerçeği söyle repliğine
ne yazık ki yanıt vermiyor boş bakışlar

ederi neydi şimdiye kadar olanların
ya bundan sonrakilerin adisyonda biriken kederi
bizi dinleyen herkese bahşiş bıraktık meyhanelerde
evet gülü düşmüş gül sapı anlamlarda gri sarhoşluklar yaşadık
sendeledik sersemledik
işgüzar söylencelere Tekirdağlı akşamlar adadık
yakın tarihlerini çetelelerle süslemesinler diye
yıldızları çocukların ulaşamayacakları yerde sakladık
cinaslı uyakların kordan sahile vurduğu demlerde
şiirler bizden biz şiirlerimizden utandık
şimdi ellerimiz titriyor kalem ne zaman kağıda yürüse
ne zaman bir şiire başlasak oturup düşünüyoruz
Robena yahut greziela dersinde tüm sınıf kopya çekerken
niçin hala efkarlı Ferdi şarkılarıyla
imge çalışır içimizdeki haylaz çocuklar


düşmanımız değildi belki savaştığımız tek kişilik ordular
lakin dost da kalamadık bunca enkaz arasında
çünkü kanamadan iltihaplanıyordu tenimizdeki yaralar
çünkü yaralarımızı tanıyamıyorduk
çünkü kendi yaralarımızı
bit pazarından aldığımız sterilize edilmemiş sevdalarla sarıyorduk

adli tatillere denk geliyordu ardından davacı olacağımız her aşk
mübaşir re harfini söyleyemediğinden
adımızı okumuyordu nöbetçi mahkeme koridorlarında
en sevdiğimiz avukatların birinci dereceden ihmalinden
kapanıyordu dosya
kimimiz ihraç duvaklar içinde tutuksuz sevgili
kimimiz yalandan şiirleriyle müebbet forsa

evet robin
ayın önüne bulut geçti yakamoz kayboldu
kız kulesi yeniden emziriliyor kentinden habersiz
büyüyünce kumarhane olacak bu asrın günahkar taşlarıyla
içelim en iyisi
evet 
evet 
evet

yağmurları terk edilmiş sevda şiirlerinin saçaklarında
eski bir yanlışlığı özetlerken
herkes kendi ölüsüne ağlasın beyler
herkes kendi kokmuş kadavrasını
şarapların nafile yıllanmasından tanısın
yeni bir sevda için çok geç artık
yamalanan ertelenen yahut vazgeçilen ne varsa içinizde
papatya fallarında herkes onu arasın.
 
(1998)

başa dön        ürün listesi
ah.. o uzak kıyılarda münafık yakamozlarla oyalanmasan
ah deniz kızlarına bu denli yakın olmasan

yüzünü unutuyorum bazen
siyah beyaz film şeritlerinde izlediğim
güneyli bir figüran çehren

perdelerimde ne sesin nede iç çekişin var
gülmelerin gamzelerinde kardelenleri açtırırken
yeni yetme imgelerim göçmen kuşların
kanat çırpmalarıyla üşür gitmelerinde
oysa hüznün bir sabahçı kahvesi açılmayan fallara
oysa hüznün bir mülteci varoluş küskün sahralara

ah böyle soğuk taşlar arasında sıkıştırmasan kendini
ah böyle gökkuşaklarını karalamasan ellerinle

sokağını unutuyorum bazen
gece bekçilerinin soğuk ve tütün kokan ellerinde dolaşırken
kendi kendimde kayboluyorum
kime sorsam bilmiyor
kime yalvarsam söylemiyor yerini
çöp varillerinde sürtük kediler uyuz itler
köşe başlarında mavi sirenler kırmızı düdükler yürüyor üzerime
apartman boşluklarında çürümeye mahkum bir hırsız
yahut hiçbir örgütün kodlamadığı silik bir militanım
sokak lambaları kararma triplerinde

ah böyle emzirmesen acılarını
ah böyle ninnilerle uyutmasan koynunda


çocukluğunu unutuyorum bazen
kaldırımlarda parçaladığın dizlerin

damla damla düşlerimi kanatırken
kendi trajedimi bırakıp palyaçon oluyorum..

ilkin kimsesiz çocuklar çeviriyor etrafımı
ardından şarapçıların zulalarında tuzlu beyaz leblebiyim
tren garlarında İntiharistana giden şairleri caydırıp
fahişelerin vesikalarındaki soğuk damgaları kemiriyor dişlerim

ama bir gece unutuyorum rolümü
repliklerim dilimle dişim arasında hükümsüzleşiyor
kaskatı kesilmişken orta yerinde sahnenin
günlerdir coğrafyanda biriktirdiğin bulutlar
suratıma bırakıyor yağmurlarını
özenle yaptığım makyaj dehlizlerime akıyor acıtarak
palyaçonu öldürüyor göz yaşların
en komik trajedisini tadarken yaşantısının
usulca gidiyor.. 

çocukluğunu hatırlıyorum
adını,yüzünü,sokağını hatırlıyorum bazen
ve ne zaman tren garlarında makyajı akmış bir palyaço görsem
içim kanıyor koskoca bir şehrin kahkahalarından
düşlerim düşüyor kimsesiz çocukların akıllarına
üşüyorum..çok üşüyorum.
 
(1998)
 
başa dön        ürün listesi
 
 
 
 
 
 
I.
 
önce yapraklara yalvarıyordum
ardından sağrısında güvercinler ölmesin diye bacalara
sonbahardı acımı süpürmeye yanaşmıyordu çöpçüler
üstüm başım sararmıştı kurumuştum
sonbahardım yorulmuştum...


kırmızılar giysem de günler ağırdı
kangren özlemler içinde özlenilmeyendim
öleceğimi sanıyordum,ölemedim
az kalsın unutuyordum tarih bekleyen sancıları
az kalsın üstünü almıyordum yaşantımın

karanlık odalarda hüzün senfonilerine tempo tutarken
milyonlarca desibel suskunluğunu yaşıyordum İsrafilsiz törenlerin
aklıma gelen tüm şarkılar ıslığımın özlerini dolduruyordu
oysa bir buğulansa camlar, camlarınız
bir görebilseniz parmak izlerimi hatıra defterlerinizde
ya çarmıha gerilecektim,
ya yoksul hicretlerim olacaktı nihavent şehirlere

toz duman içinde bombalar düşüyordu yaşanmamış öykülere
mavi yalanlarla kendimi ne kadar kandırmaya çalışsam da
ıslıklar,ağlamamak için kendini zor tutuyordu
 
 
II.
icarı için imgelerimi ipoteklediğim düşler tarlasını
kaya dikenlerinden koruyamıyordum
ellerime her kına yaktıklarında
lokanta nadasa bırakılan ağlayan çocuk resimleri gibi
tek kişilik ordulara karşı,mayın tarlasına dönüşüyordum 
ki mayınlar en çok hüzzamlı hudutlarda yaşarlar
erliğin geçliğin yanlığın ve yanlışlığın sınırlarını hakir gördüklerinden
kime denk gelirlerse ona patlarlar..

yılkı atların yelelerinden tutunarak geçiyorken geçitleri
eskizlerimi hangi yeddi emine bırakabilirdim
bilirsin her şiir birazda terbiyesizliğidir şairinin
birazda kendini bilmezliği,birazda muhanete düşmüşlüğüdür
bir şairin hem yazdığı hem boş bıraktığı sayfalar

üstelik kız kulesi çok uzaktı meyhaneler çok
koşuversem pişmanlıklarımın bölünmez bir bütün coğrafyasından
ayaklarıma eski bir yanlışlık takılacaktı
belki yıkılacaktım ağzım burnum kan revan içinde
belki dilim dişim parçalanacaktı ,konuşamayacaktım
ama yine de Zühre için Tahir olmaktan
bir kez daha utanmayacaktım..
 
(Şırnak-İstanbul1998)

başa dön        ürün listesi
 
 

 

 
tren garlarında İntiharistan'a giden şairlerle uğraşırken
bir dostun aynı ülkeye sessiz ilticasını
sekiz sütuna manşet duyuruyordu gazeteler..


tesadüflere açılıyordu ardından kapılar
her şey yoluna girdi sanılırken
kefenlerin şiir geçirmezliğini öğretiyordu musalla taşları,
şiirlerin dua bilmezliğini,
duaların geri getirmezliğini..

bakışlarımızı lirikleştirerek uğurluyorduk Onu
-Nisandan Eylüle-
gözlerimizi donuklaştırarak,dizlerimizi titreterek,
onlarca omuzda bir küçük tabut
nasılda yumruklar biriktiriyordu nefes borumuzda -şuramızda-
nasıl da acılarla ısınıyordu kerpiçten evlerimiz
kurumayan esvaplara gizli mendiller eklenirken
nasıl da genzimize tütüyordu kuzineli sobalar

bir yaşamla intihar arasında
yorgun ve yorumsuz bir şiirdir artık yaşanan
ansız ve anlamsız imgelerle ötelenen
yağmursuz bir İstanbul ölümüdür 
katıksız...hazırlıksız...

kendine iyi bak oralarda 28 Nisan 1972
kendine çok iyi bak.

başa dön        ürün listesi

 

 
 
 
gördüm.. büyüdükçe boyları ve yaşları
değişiyor güney doğulu çocukların
bir askerin çektiği fotoğrafa bakış açıları..
ben de senin yaşlarındaydım başını öne eğen çocuk..
birileri deklanşöre basarken tüm dünya beni seyrediyor sanırdım.
lakin sırtımda duran tüfekse bana bakmaktan kaçtığın 
unutma ki güzel kardeşim 
ben buraya gelmeden önce
sırtımda gördüğün tüfekle
kendi çocukluğumun devlet töreniyle kurşuna dizilişini gördüm 
/doğduğum kasabada 23 Nisan bayramını -uygun adım yürütülüp- 
kutlarken çocuklar 
 
(Şırnak 1997)

başa dön        ürün listesi
 
 
 
 
 
 
 
geçmişi sorgulayarak yaşıyordu, bundandı böylesine uzaklaşması umutsuzlaşması... herkesi yerinde bildi, oysa bıraktığı yerde bulamıyordu yenilgilerini bile,kopan kasetten yere düşen hüzünlü şarkılar gibiydi içinde sararan fotoğraf özlemi... belkilerden kurulamayacak kadar uzun köprüler kurdu geç kalmış tesadüf trenlerine...kurumuş karanfiller geçen anları geçmeyen zamanlarla buluşturdu... nereye kadar diye unutulan sorulardan arda kalan tanıdık iltihaplı yaralardı içini acıtan,kırılganlaştıran..yine vakti geldi kaptan bak yine kovulduğun vapurlar Aralık 1993 yılını taşıyor..bak martıların muhanet tarihine katil yosunların istenmeyen ilticası yakışıyor..sen terkedilmiş dubalara mezuniyet balolarından kalmış fotoğraflarını yapıştırırken, bilmediğin denizlerde o deniz kızı mavi saçlarını onarıyor...Ey düşler ve karabasanlar arasındaki daracık geçitlerin yıldırılmış müdavimi, Ey zehirli sarmaşıkların altında tiner çektiğini inkar eden sokak çocuğu,bana son intiharımın haklılığını rivayetlere dayandırmadan anlatabilir misin? Duvarlar...maarif takvimleri,ece ajandasında yitirilen üçyüzaltmışbeş şiir,dudaklarını kaybetmekten korktuğu için öpüşmeyen ve sırf bu yüzden tüm öykülerden kovulan alkolik adam,söyleyin ...bir şairin tüm hayatı eskizlerinde mi gizlidir? En olmadık saatinde gecenin,uyanıyor ve ambulans sirenlerini resimlemeye çalışıyorsa sebepsiz,yaşadığı bu trajikomik senaryo gereksiz midir

başa dön        ürün listesi
 
çoğuldun hep. en tutulmaz yenilgilerinde bile kalabalık kaldın içinde. iç çekişlerinde soysuz gelgitlere gebeydi marmara.

o şehir, o kaldırımlar ... içinde hıçkırıklara kurduğun mermer köprüler. oltu tespihlerine sığdırdığın jiletsiz şiirler.. ve rutubet.. ve her yere sinen sıkıntılı pazar kokusu. üstelik oksijensiz bırakılıyordu istavritler kız kulesi açıklarında, şaraplar aşklardan önce yıllanıyordu .. ılıktı ve mantarı içinde ufalanıyordu...
şimdi kadıköy utansın tanıklığından.. şimdi idealtepe.. turuncu otobüsün kalktığı o duraktan şimdi hepiniz utanın..

farzedin ki bu şiiri ben bir sokak şairine adadım.. farzedin ki bu şiir bir sokak kedisinin romatizmasından çalındı..  başka ne anlamı olabilir..

başa dön        ürün listesi