AĞLAYAN HARFLER

şiirler

 
alper akdeniz
 
 
 
 
 
 
 
 
 
ağlamak isteyen tek ben değilim, günleri üleşiyorum
 
 
birinci gün; okuyorum, eskimiş fotoğraflarımı  yırttılar
 
yüzünü ışıklara dön, kapılar var iğreti hayatlarımıza açılan
yollardaki kesik çizgiler miydi tükenen?
yoksa, levhalarını mı yitirmiştik kaybolup gittiğimiz adreslerin içinde


adını koyamadığım ne çok ölüm var
bak bu yıl nazım yılı, vatansız şairlerin doğum günü bugün!
çocuklarla toplanıp, günlükte eskimeye yüz tutmuş her ne varsa okuyoruz
-aramızda şair yok, tek tesellimiz bu
korkuyorum başlarına bir iş gelecek, neden diye sorma
bir kalem kendi kafasına kurşun sıkabilir mi, sıktırıyorlar işte


ne  çok intihar ettik hatırlasana on sekizimizde, hepimiz birer aşk çalmıştık
-yaşantımızın bahçelerinden
yok olmamızı isteyen sokak serserileri olsa kafi
koca bir dünya üzerimize yuvarlanıyordu, direniyorduk
sevgililerimizin elini tutamadan kaçırdık yabanıl bahçelere

 
sigarayı bıraktım, haftada bir iki tek atıyorum annem kızmıyor
yıl iki bin iki, ikinci üniversitem kimse inanmıyor adam olacağıma


bakma öyle gözlerime, ben adam olmaya değil yaşamaya gelmiştim, kandırdılar
-gözümü açtığımda lise sondaydım öncesini git babama sor.
kızdığım falan yok, ezik yaşamak zoruma gidiyor, kimliğimi istiyorum
en azından çocukluk resimlerimi istiyorum, leğende banyo yaparken






ikinci gün; savaşıyorum, insanların nefesleri karışıyor  


radyo yayınları hepten kesildi televizyonlar kapatıldı birer birer
bir gün öncesiyle bir gün sonrası arasında fark yok
-ha bugün ölmüşsün ha yarın

 
üşenmesem mantar toplamaya gideceğim meşelerin altına
giderek hiddetleniyor kış, güneşi gördüğümüz yok

 
yalanlarla kurulu topraklara ekilmez aşk tohumları
hatırlasana; ne çok hamile kaldı doğanın sağanak yağmurlarında
-şarabın ve sefaletin kör ettiği insanlar.
her geçen yıl daha da arttılar, arttılar koca ordular oldular


batan ülkelerin neferleriydiler; onlar ki açlığın tanrılarıydı
çoğunun kolları bacakları fabrikalarda kalmıştı, adına iş kazası dedikleri
umudu için geleceğin, dalından koparıldılar, karılarının koyunlarına giremeden
-öpemeden çocuklarını, mürüvvetlerini göremeden

 
çarklara sıkışan çapraz kurlara benzemiyordu onların sevdaları
ne sinema yüzü gördüler, ne de tiyatro, kitap bile okuyamadılar
sanattan alıp veremedikleri olmadı, onlar sadece ekmek istediler
                                   -katığı soğan zeytin olan
evleri mi? güldürme, yaşasalar şükredeceklerdi hallerine, tabi ona da yaşamak denirse
oysa güzel dünyalar kuracaktık gençken sene iki bin on beş
bir çok dostumuz otuzuna gelmeden öldü.

 
üzerimde halen kot pantolon var, saçlarım belimde aralarında bolca beyaz
şiir’le öykü de kocaman oldu, seneye okula başlayacaklar
anneleri sergide iki gündür görüşemedik, evde yalnızım.

 
televizyon çekmeye başladı, yeni bir saldırı daha, ölenlerin fotoğrafları suçlu sayılıyor ki
-gözleri tamamen oyulmuş
saçları kazınmış genç delikanlıların kafalarında kurşun izleri
özgürlükleri için dünyanın dört bir yanında çarpışıyorlar, paranın hükmü yok yüreklerindeki
                                                                                               - şarapnel izlerinde
hepsi ölü... biri hariç hepsi kahraman; o daha çocuk elinde oyuncak arabası...
umut mu? hiç kaybetmediler ki; biri yüz kansız ediyordu,
onların intikamları aşlarına göz koyanların, bebelerinin canına kıyanlarındı
açlıktan ölen her bebe bir şehitti anlayacağın.







üçüncü gün; boyanıyorum, pastellerim, sulu boyalarım kurumuş

 
havalar kötü gidiyor bu yıl, ölüm haberleri eksik olmuyor gazetelerde
ayazdan buz tutmuş ellerim, üzerimde kabanım yok
boynu bükük salkım söğüdüm yüzüm toprakla kardeş
duysun istiyorum dağlar, denizler, gün görmemiş yetimler
gözyaşlarım bir fidana can verir mi bilinmez ama ağlamak istiyorum


sustur komşuları bana soru sormasınlar hiçbir şeyin cevabını hatırlamıyorum
silik apartmanlar kaldı benliğimde mahallenizin kenarında park var mıydı?
durağın camlarını ben kırmadım, hiç otobüs beklemedim o durakta
sadıktım tüm randevularıma hep tam zamanında geldim
geciken koca bir kent vardı sokaklarını mahsus çıkmaz yaptıkları


inat olsun diye sevgililere çay paralarını artırdılar utanmadan
otobüsler tıka basa dolu, yer yok, uçaklar kalkmıyor, trenler bozuk
parklar, bahçeler ayyaş yuvası evden çıkmasak diyorum
bu insanlar kim, nereye koşuyorlar? ayakları birbirine dolanacak
ölü bunlar görüyor musun, inanmıyorum peki biz canlı mıyız?
burası bizim çocukluğumuzdaki memleket değil bizi kandırıyorlar
yeşili çoktan unuttum, maviyi on beşimde görmüştüm en son
yıl ikibinellidört ağustosun on dördü ben bugün ölmüştüm





 
 
dördüncü gün; süsleniyorum, içimden gülmek geliyor

 
saat on ikiyi çoktan geçti uyumuşsundur
saçların yastığına dağılmıştır, rimelin kanatmıştır yüzünü
bense halen gelecek olan dizelerimi bekliyorum
sabaha çok var, bugün dördüncü gün, üşümeye başladım
gözkapaklarım dükkanı kapattı kapacak
rüyamda  yazamıyorum kalemim kağıdım sızdı kaldı

 
susalım artık konuşmayalım bugün
yarın sonbaharla kışın çocukları doğacak
adını “bahar” koyacaklar kanımca.







beşinci gün; saklanıyorum, çocuklar  hariç herkes ağlıyor

 
bu sabah tüm sabahlardan daha fena, canım sıkılıyor
koca bir şehrin altında kalmış sümbülleri andırıyor
     -yatak döşek yatan saçlarım
gözlerimde anlamsız kaymalar var sağa sola bakınıyorum
işe gitmek istemiyorum, kahvaltı yapamıyorum
ağzım kül tablası gibi kokuyor, dişlerim saman sarısı


beni kurtaracak yok mu diye bağırıyorum? boğazıma düğümleniyorsun
sen de “bir nehir gibi akmak istediğini söylüyorsun.”
senin için bir ömür verip de geldim
inan olmuyor böyle iki saat tiyatro, üç saat sinema
-doymaktan çok acıkıyorum sana
bir gün sokak ortasında öpersem seni kızma, sevdiğimdendir
bu şiirde seni seviyorum yazdığım için de kızma
sakalımı uzattım, suratım tanınmıyor; onun için hiç kızma
sevmesin beni senden başka kimse, istemem
-çocuklar hariç onlara kıyamam.


 
 
 
 
altıncı gün; dinleniyorum, hiçbir şey eskisi gibi olmuyor

 
dönüşü olmayan yolculuklarda kaybettim seni
yeter dedim! dur durak bilmeyen kaçışlarına nedenler aradım
bilmem kaç zamandır arşınladım sokakları, kapıları parmak uçlarımla açtım
ne çok kanadım hatırlasana, yıl ikibinotuzbeş uçaklar inmiyor gökyüzünden
kan kaybediyor insanlık “tükeneceğiz”

 
gittin! uzun uzun sana geldim. yoktun!


bozuk ritimli rüzgarlar ne güzel soyardı ağaçları, sonbahardı ve sen yanımdaydın
telaşa verdi içimin kıyamet sessizliği, bir yağmur çisesi gibi düştün aklıma
- ne olur bırakma ellerimi.



 
 
 
yedinci gün; gidiyorum, çocuklar sana emanet

 
yapacak çok iş var biliyorsun değil mi? ülkeler kur
içine kentler yap adına ne dersen de; birine “barış” de hiç değilse
son gün geldi gidiyorum, neden gittiğimi anla, hesabı kestiler
daha kalmak, savaşmak isterdim ayaklarımda derman kalmadı
hani şimdi ölürsem diyorum ne olur?
en çok kitabım çıkar belki ünlü bile olurum
ya öncesi, yani yedinci günün içine girerken
her gün defalarca pencereye çıkıp yolunu gözlemekten daha farklı bu anlıyor musun?
bu gece yatarsam bir daha uyanamayacağım, sonra sonsuza bakan iki göz
rüyamda çivilenmiş dağlardan aşıyorum,
güneşsiz her yer; karanlık, yastığım kardeş, yorganım düşman üşüyorum


yedi gün oldu canım sensiz, senle geçen bir ömre batırılmış iki çocuk
-zümrüt taneleriyle işlenmiş
bakışlarını hayatıma yaydığımı duymasınlar 
kimse bir şey bilmesin sır gibi sakla beni,
itiraf etmek zorundayım – ben gerçek değildim
inanmazsan, yüzüme  dokun, ellerin boşluğa düşecek
artık sonsuzum, şimdi bütün haftalar lanetli


yıl ikibinkırküç gel(e)mezsin biliyorum
aylardan hazirandı hastaneye yattığımda
puslu bir ağustos akşamı gideceğimi söylemiştim sana
işte gidiyorum; beni anılarımın bittiği yere göm
ve son isteğim, çocuklara her şeyi anlatma sakın
her geçen saniye dağılan kırık bir aynayı andırıyor fotoğraflarım
ben seni bitmemiş şiirimde bıraktım.
yani tam burada...

 
başa dön        ürün listesi         kütüphane
 
 
 
 
 
 
 
 
ağlayan harfler
 
uzaklarda, çok uzaklarda
bir’i var;
hayatına teğet geçtiğim
            söylemek mümkün, susmak ikimiz için en iyisi
 
pantolonumun ceplerinde ünsüz harfler
bana bir şey olursa aralarına ünlü harfler koyun
 
haritalar değişiyor coğrafyalarımda
şimdi faylar dikiyorum, aralarından sen damlıyorsun
gözlerin değiyor, cennete seni pay ediyor tanrı
                                                           -zuhale oturtuyor-
 
            hayatına teğet geçtiğim
            bir’i var;
            söylemek mümkün, affet tanrım!
 
gün uzanırken gecenin kollarına
açılsın dilin, umudu kaşıkla
cümlelerin bağı çözülsün, sürgün versin dünya eline
masum muyuz yeni hayatlar kuracak kadar?
başkalarının eskiyen hayatları, belki de hayat dediğimiz.
 
            hayatına teğet geçtiğim
            bir’i var;
            söylesem günahkar olacağım, yoksun!
 
kolay değil biliyorum baştan başlamak
uzun vadeli senetler yapmadım hayata
kısır döngü bu; adına  dünya dedikleri
yüreğimin sesi olsaydı kömürleşirdi her şey.
 
            hayatına teğet geçtiğim
            bir’i var;
            söylesem cehenneme gideceğim,
hüzün, sana giden en kestirme yol
 
harfler ağlaşıyor çaresizliğine
hayatına saplandığım
            biri var.


başa dön        ürün listesi         kütüphane








umut iriktiriyoruz yok olan hayatların arasında

 
 
                                               mavisel yener’e


kalk gidelim anne, bak daha şiir bile başlamadı
kalk gidelim!


tut ki bir ipin ucuna asılmışız
üstelik daha yaşanacak onca gün varken
bir hastane köşesinde sırtımızı ormana dayayıp
umut biriktiriyoruz yok olan hayatların arasında

 
kanayan yaralarımızda daha kurumamış
ölümler görüyoruz yanımızdaki odalarda
acımızı çekip, kalanlara ağlıyoruz
çığlıklar atılıyor bolca, bir o kadar da gözyaşları

 
sabahında umudun, birkaç kişi daha ölüyor

 
söyledim anne ben bayramları sevmem
limon kokulu, traş losyonlu muhabbetler
                                       -    oldum olası sıkar beni
kan görmeye dayanamam

 
bilyeler biriktirdim allı morlu
                                       -    parklar bahçeler yaptım içine
bu yabanıl şehir üzdüyse seni
                                      -     kalk gidelim anne



bir şehre daha  borçlanıyoruz
yüreğimiz yel değirmeni
nerede duracaksa oraya kadar
var mı ötesi?

 
başa dön        ürün listesi         kütüphane









bedeli ödenmemiş aşklara

 
beşikte yazıldı kaderimiz
sormadık neden diye,
minyatür çocuklardık, büyüdük
adın künyeme yazıldı.

 
otoğrafların günlüğümde can çekişirken
ay, suretini çizdi engin denizlere
şiirini yazmaya başladım
ilk kıtada bozgun yedim
onurlu bir yıldıza kapılıp kaydım.


bir ezgidir takıldı dilime
ben seni terazinin hangi kefesinde unuttum sevgili?
yorgun gecelere tanıktır camın buğusu
dilin konuşmaya yeminli mi sevgili?


aşkın manifestosunu yazdığımda yirmisindeydim
hesabı görülmemişti defterimin daha
olmuyor dedin, bitirdin...
kapıma kimliği belirsiz mektuplar geldi,
hepsini senmişsin gibi açtım.


tüm yollar sana çıkarken
ben seni hangi çıkmaz sokakta kaybettim sevgili?
alt metinleri hep ben yazdım
üst metinleri: tanrı
ben seni hangi günahıma eş tuttum sevgili?

 
yalnızlığıma damgasını vurdu bir memur
sormayayım dedim, sormuş bulundum
beni kaç kez sevdin sevgili?

 
sevgili, bu şiir senin yüzündür
gözlerini kapa, ellerini aç, yürü
içinden bir ses yollara düşecektir
dalgaların sesine bırak kendini.


başa dön        ürün listesi         kütüphane









kanar kağıtların toprak kokan elleri
 
uzandım toprağa sırtıma dikenler battı
çıplaktım, bir o kadar da günahsızdım
ay da usulca uzandı yanıma
yağmalanmış bir kadının silueti belirdi
bana seslendi, “hey sen, yalnız adam”
soyundu, bekledim
o soyundu ben  üşüdüm
                        -tam sevişecektik
kayboldu, kendisinden sakladı kadınlığını
                        -ben çok sonralar öğrendim


hey kadınım;
izin ver, şaraba banayım dudaklarımı
güneş perdeyi zorlarken
            ve başın dizimdeyken susmayı unuttum
      -seviş benimle


hey kadınım;
dört treni geçti, kuşlar giyindi gün ışıyor
zaman takmış koluna çıngırağını sallamakta
ırmaklar bakire denizlere çoktan kavuştu
sesler boğulacak birazdan, kaybolacaksın
giden en çok ben olurum
her şey sona doğru gitmiyor mu zaten?

 
şiirlerin sonu gelmez, bir yerleri eksik kalır
kanar kağıtların toprak kokan elleri
hissediyor musun tenim tenine batıyor
salkım saçak sürgün veriyor çocuklarım bedenine
ütüsüz sabahlarda gözlerimin mahmurluğusun sen
seni uzun uzadı ya yazdım, kalem sustu.
duvara çizdiğim resminin öpülesi tortuları arda kalan.

 
başa dön        ürün listesi         kütüphane









hadi nehre sal fotoğrafları
 
- I -


yırtıp attığın onca resimden bir tanesiydi yüzüm


 
 
- II -

 
hadi nehre sal fotoğraflarını
ben yıkandım da geldim
kan içinde bir savaşın yüzüne benzerdi yüzüm
filistinli bir çocuktum
            gözyaşı biriktirdim
                        bir o kadar da acı
ağla(ya)madım, çünkü her “an” vurulabilirdim
 
 
 
            üç yıl sonra...
can çekişen ülkelerin semalarına
            - bomba yağıyor gündüz - gece
inadına kurşunlar
inadına pis-lik-ler


hadi nehre sal fotoğraflarını
                                   ben yıkarım.
daha giyinmedim bak
                        ölebilirim/öldürebilirim
 
 
 
            yıllar sonra
savaş bitti...şimdilik ateşkes...
giyin de gel yanıma
günaha boya saçlarını
göğsünü griye boya
ben gitmelerdeyim şimdi
            her ne kadar gece ise de
gitmelerdeyim..
 
 
 
- III -
 
kullanılmış kadın fotoğrafları gibiydi yüzüm
                 - neresine dokunsam sen olduğun

 
başa dön        ürün listesi         kütüphane
 
 
 
 
 
 
 
 
 
sarhoş kentin yollarında


saati on iki diye gördüm saat kulesinde
sonra değişmediğini fark ettim, yaklaştım durmuştu
izmir’in zamanı yoktu artık ne zaman gelsen kıştı
yol kenarları buz biriktirmiş
solmuş papatyalar, fesleğenler
son oyundu
bu güneş
bu ay
ve bu yıldız
üçe de işe yaramıyor, hakimiyet
bulutun


onlar ki;
sarhoş bir kentin karını eritemiyorlar
deniz utandı denizliğinden yumuşatmıyor havayı


bir insan nasıl özler sevgilisini yolda yürürken
yasaksa ona dokunmak ve üstüne üstlük aynı kentte
hatta aynı mahalleye taşınmak üzereyken


saçım, yüreğim dağınık
tekrar kurmak gerek saati
bu şehrin dokunulmazlığı mı kaldı?
el değmemiş neresi var
her gün kaldırımlar yapılıyor, yollar uzuyor
susuyoruz, aramıza insanlar, apartmanlar giriyor
konuşacak çok şey var bugün sadece evlenelim



durdur saatleri gitmek zorunda değilim
annen baban yok zaten, hiç doğurmadılar seni
beklemiyorlar geleceğini
sessiz ol gidiyoruz uzun pencereli eve
boyayalım odalarını kırlangıç yuvalarına dokunmayalım
kediler de gelsin eşiğimize, bırak ihanet etsinler sahiplerine
elbet bizim de olur bahçeli evimiz, köpeklerimiz olur bir sürü
bu hayatın hesabını vermeliyiz çocuklara
biraz yeşil ekmeliyiz körfezin bulanık sularına
resim yapmalısın her gece ben kapını çalmalıyım
şiir demeliyim, şiir saatin geldi
uyandığında öyküler okumalıyım tekrar uyuyana kadar
söylemiştim sana yemekten anlamam tuzu biberi fazla olur
her şeyi sen gibi pişiririm kararını tutturamam ölçülerin
hep böyle seveceğim seni


uyan gidiyoruz artık hesabı ben öderim
ağzım bira kokmuyor eminsin değil mi?
eskiyen saçlarım omuzlarıma geliyor artık
enseme şaplak indiremiyor hocalarım
lisenin bildik şakalarını da yapmıyorum
her zaman söyledim, dinletemedim  ben büyümemeliydim
annemle uyumalıydım sabahları süt içmeliydim
söyle babama ben büyümemeliydim
ellerimde kalemler olmalıydı kömürleşmemeliydi tırnaklarım
beni büyütme, kalsın pencereme yapıştırdığım kartlar
fotoğrafların dursun odanın bir köşesinde
sarhoş kent ayıkmak üzere birkaç güne kadar gidelim.

 
başa dön        ürün listesi         kütüphane
 
 
 
 
 
 
 
 
 
sümbüllerin bahçesisin

 
kaçamak buluşan iki liseli 
biri ki; diğerine her defasında ilk günkü gibi bakan
                                                   -öbürü daha çok toy
ama saçı sakalı dökülmüş toprağa
yakında kök salacak
öpüşmenin yasak olduğunu sinemada anladılar
o kadar uzaktı ki tenleri koltuklardan taşıyorlardı
bilseler acının, mutluluğun kardeşi olduğunu
-çoktan susacaklardı-


göbeği yoktu delikanlının, kıza bağlamıştı
o sabah tattılar acıyı, kanı, mutluluğu
            -ikisi de anlamadı ne olduğunu-
kız ağladı, gözyaşları döküldü delikanlının tenine
parçalanıncaya kadar küçük küçük kopardı
-gözyaşlarının değdiği yeri
suçlu gördü  kendini, utandı yaptıklarından
                                        belliydi seviyordu
tam konuşmaya yeltendi, kıza baktı
bir cenini andırıyordu kızın duruşu
çocuklar geldi aklına, düşündü, beynini hırpaladı
“doğacaksa senden doğmalı çocuklarım” dedi.


daha ne kadar taşıyacaktı gece
                        -fırtınada savrulan bu iki fidanı
şeytan girmişti bedenlerine, rahat yoktu artık
ruhları korunaklı değildi ikisinin de
her defasında duvarlara fırlattılar benliklerini
kaybettikleri düşleri yankılarında aradılar


kanadı kırık martılar uçamazdı yalan söylemişlerdi onlara
o kadar dürüsttüler ki; ne zaman ayrılacak olsalar
delikanlı kıza “sümbüllerin bahçesisin sen prenses” derdi.
yorgun düştüler, kız bir gece “uyumak istiyorum” dedi.
uyudular. bir daha uyanmadılar...

 
başa dön        ürün listesi         kütüphane










kuş kafesindeyim boynum tellere takılı


nikah memuru kıymıştı annemle babama, aylardan nisan
kasımda geldim dünyaya, kafeste büyüdüm...
düşünmedim hayattan alacaklarımı, tüm borçlarımı ödedim


yaşama hakkımın belirgin göstergesi, tutkularım ki;  o sensin, 
gerisi sadece göz yanılsaması adına ne dersen de
ebru ile işlemişlerdi seni, nereye dokunsam bozulacaktı sanki


her yanım siyah, her yanım beyaz
bir şehrin üzerine neden kar yağardı?
hangi günahı örtmeye çalışırdı, suçu neydi otların?
bornova karlar altında uzaktan geliyor telefonda sesin
tek renk kaldı gri, otobüsler taksiler çalışmıyor
bir odada rehinim, çatı uçtu uçacak, çoraplarım ıslak, üşüyorum
yıllardan sonra ilk defa hakkını vererek sevdim
düşünmedim sırtımdaki sivilcenin boyunu

 
yaşamın özütüydün, bir kavanoz dolusu sevdim seni

 
günlerden bir gün
kuş kafesindeyim, boynum tellere takılı


soğuk - insan
soğuk - bakış
soğuk - hava


sabah uyunmak üzereydim rüyama geldin
irkildim yoktun yanımda, düştüm yollara
iç içe açılan zamanlarda kapıyı açtım.
                                   eşikte kırmızı güller


sana geldim iş çıkışı herkes aç, ben de sana
nereye değse gözlerin utanır tenim


hadi git, uykulusun kanayan yanlarımı ben sararım
soguk bir öpücük kondurma dudaklarıma
dudaklarım ki her zaman sağdıktı, öpüşmelerimizi hatırla
güller de intihar eder bunu unutma
her ölüm bir başkaldırıdır bunu hiç unutma

 
akvaryumdayım, solungaçlarım acıyor
sokak lambaları buz tutmuş kırıldı  kırılacak
fotokopi çektirdim tüm yeşiller siyah çıktı
suçlusu ben değilim yakmadım ormanları
izmir kan uyuşmazlığından tüm çocukları sakat
ve tüm aşkları gururlu bitti, kadınlığını aldılar


tasmam da var
eğer şahit yazmazlarsa itiraf edeyim
ben izmir’li değilim.

 
başa dön        ürün listesi         kütüphane
 
 
 
 
 
 
 
 
 
soluktur tenine dokunduğum tüm resimler


otobüsün bir köşesinde
sana do-ku-na-ma-ma-ya uyuyorum
ben, bu kadar uzak durmana
-anlam veremiyorum

çok söze gerek var mı? vedalaşmaları sevmiyorum
- o kadar
 
 
öyle istedim.
 

hiç hesapta yoktu bu ayrılık
zamanı değildi gitmenin
şimdi ben sensiz, sana uyuyorum
şimdi ben, sensiz, susuyorum
şimdi, ben, sensiz, yorgunum


ben her gece düşlüyorum ki
bahçesinde, gözlerinin önünde yatmak
durağında ömrümün sana inmek


yani bu gece
bu şehir yalnız
yani bu gece
o da, ben de, sen de, yalnızız

 
salıncaklarda şehrin yosmaları
parklar ayyaş yuvası
kapıyı üzerime kilitleyip oturuyorum.
yani;
şimdi ben sensiz, sana uyuyorum
şimdi ben, sensiz, susuyorum
şimdi, ben, sensiz, yorgunum


bayramlar kutlandı adına mutluluk dedikleri
-ben oturdum sana ağladım
bolca hayal kurdular ben azalırken
sıkışan koca bir dünya vardı
- nedenini benden bildikleri


hiçbir beste benzemiyor asılı duran kopya hayatlarımıza
susarak anlatabildiklerimizle bolca kendimizi avutuyoruz
birikintilerden sıçrayan çamurlarla yazılmıyordu sana hissettiklerim
          - seni yaratan ellerle oynanmıyordu
hangi müzisyen işlemişti seni notalarına
hangi ressamın fırçasından çıkmıştı kaşların
                                               - ve hangi heykeltıraş işlemişti dudaklarını 

 
başkalarının yaşadıklarına  söz kestim
-kendiminkini yaşamaya değil
şimdi ben sensiz, sana uyuyorum
şimdi ben, sensiz, susuyorum
şimdi, ben, sensiz, yorgunum


sen giderken
canım (yandı)
yollarda kar vardı
soluktur tenine dokunduğum tüm resimler
belki de
eskitmektir
kentin ışıklarına
 boyayıp yüzümüzün
silüetini
                                                                             d
      ü
      ş
      ü
      r
      ü
      r
      k
      e
      n denize
belki de az / almaktır
                        çoğul acıların maviyen suratlarına bakamadığımız hayatlarda
belki de konuşamamaktır
adımlarımız sıklaşırken kaybolup gittiğimiz adreslerin içerisinde

 
aslında her şey yıkılan onca düşün filizlenmesiyle
- yani seni sevmekle başladı
şimdi ben senle, uyuyorum
şimdi ben, senle, konuşuyorum
şimdi, ben, senle, mutluyum.

 
başa dön        ürün listesi         kütüphane
 
 
 
 
 
 
 
 
 
emanetin baş ucumda


bir adam öl(dürül)dü
üzerinde parmak izimiz
gök, çığlığında yarıldı
kabullendik...

 
salıncaklı bir otobüsün
camından seyrediyorum
mavi, sarı kentleri
çocuksuz parkları ağlaşıyor.


ayaza inat tutsaklığım
kurşunlar bedenime yürürken
betonlara sıkışıyor filizler
ölüm isyanlarda...

 
yaslanmışım boz kayalara
ağaca hasret
insana küskün
kuşlarım uyumaya gitti....


dosta düşmana  haber salın
kurak nehirler  yeşillensin
sancılı bir doğum yapmaktayım
özgürlük, kasıklarımı yırtıyor
emanetin baş ucumda...


başa dön        ürün listesi         kütüphane










şiirin halleri / katı


soydum kabuğunu şiirin
- üşenmedim


en çok yazmayı özledim
hasta yattım dünyada
ölmediğime isyan ettim

 
gecelerce koynuma aldım kabusları
                   - hiç biriyle sevişmedim

 
anlatımları bozdum
düşman oldu şehirler
yatacak yer bulamadım

 
tanrının isyankar kulu
kadehinden yudumladı şiiri
şair diz çöktü önünde
oturdum şairlere ağladım

 
unutmadım. ne köyümü
ne yurdumu. alacaklarım birikti
veresiye defterine aşkımı yazdım





şiirin halleri / sıvı


dilimi sıyırdım. yapışmışsın
benliğime. hasretini emdirdim,
göğsüm kurudu. çocuklar doğurdum
senin yerine. eski şarkılar doladım dilime

 
yüreğimi acıya bandım
tuz - buz oldu usanmadım. esir
ettim düşlerimi düşlerine
kapıları çaldım. sokak çalgıcıları açtı


en sonunda hasretinden tuz
ektim gözüme. büyüdü kasımpatılar
eridi şiir, ellerinde tomurcuklar
kök saldılar bedenime


 
 
 
şiirin halleri / gaz
 
uçuşan, damıtılan düşlerden
bir tanesiydim. bir yıl önce
ne sen tanırdın beni, ne de ben seni
oysa şimdi gözlerinden uçar şiir
zuhale yaklaşır...

 
başa dön        ürün listesi         kütüphane









güneşin ellerinden tut

 
               kurumaya yüz tutmuş
               gözyaşları biriktirdim
               güneşin geviş getirmesidir
               sizin “gece” dediğiniz


güneşin ellerinden tut


               yürüyüşe çıkardığım
               bulutlar ağlamaya gittiler
               güneş, tükürdü yıldızları suratıma
               yatağımda yıldızlar. yatamıyorum


güneşin ellerinden tut


               ölüler konuşamaz
               seslerini emzirir geceleyin
               pazenlik şiir aldım
               allı morlu etek dikeceğim

 
güneşin ellerinden tut


               eskil fotoğraflarımı yırttım
               düşümde tabutumu            
               taşıyan üç beş kişi gördüm
               yorgunluğumu bilen yok


güneşin ellerinden tut


                güneş batıyor. yakamoz oluyor gözyaşlarım
                kağıt gemileri yüzdürüyor çocuklar
                artık şiirleri beyaz mürekkeple yazıyorum
                gecenin içine içine işliyorum dizeleri


güneşin ellerinden tut;
 
                 yeter!
                 saçına yaldızlı tokalar tak
                 mavilerini ve kırmızılarını giy
                 Sokağa çık, ben uyumaya gidiyorum.

 
başa dön        ürün listesi         kütüphane









git/me...
 
                uğur akıncı’ya
 

bir çığlığın ardından!


sustu
bağladı ellerini
bilinmeze

 
kadehin dibinde
bir izmarit sarhoş olmadan
fotoğrafları postala
güvercin edasıyla.

 
gezdirirken yalnızlığı ayaklar
kapılar vurulur yarım kalmışlıklarla
mevsimsiz şiir postalar şair
kalemi anlattığınca

 
              Git /        kentleri arkandan gönderirim.
                   /         izmirin mavisini ankaranın beyazını
                  /          sürer de gelirim yanına
     / me     belki de eskimiştir kent!
                                                     düşemez yolara!


sesler renk olmadan gülüşe
hadi!
yok et bütün sesleri
güneşi kendin bil
sesin çığlıkla karışsın güne


eksik etek gezilen dar
sokaklara bir gönderme
en çok babama benziyorsun!
babam da sana.

 
başa dön        ürün listesi         kütüphane









gözü yaşlı şiirler tarihi

 
devrilen cümle yığınları arasında
imgeler toprak altında kaldı
hala yaşayan kelimelerin
olması mutlu ediyor insanı

 
güneşin resmi ne zamandır
yapılmıyor. yıldız sağanağında
hayata saplanan miyoplu gözlerden
başka ne kaldı umut adına...


kuru lokmalar ardı ardına dizildi
savaşların hesabını çocuklar
tutuyor kaç zamandır. gözü yaşlı
şiirler tarihine yenileri ekleniyor.

 
başa dön        ürün listesi         kütüphane









kalem tutanlara


güneş salıverdi kendini
yalnızlığın kollarına
gece, sevdasız yavan okan abi
nasırlı yürekler kaldırımlarda


namus rotasını kaybettiğinde
onsekizimdeydim okan abi
sonbaharı solurken mezarlar
kalemler vuruldu, aymazlığımızla

 
ölümler üzerimize koşuyor
toprak kaleme gebe kalalı
manşetlerde intiharlar
düşlerin sonu mu geldi okan abi?


tutsak yüreklere
bir şiir okan abi
nazım tadında
yanan bedenler için...

 
insanlığın dört bir yanında
umutlar yeşermekte
düşlerini çalanlar; kabusları
ölüm tacirleri; ölümü
satın aldılar kalemlerden...
 
başa dön        ürün listesi         kütüphane








kalmadı
zaman.
buz parçasıydın her gün eriyen
elimden düşüverecek sandığım.
aşka zaman yok
yaktım bütün saatleri
erittim senden kalan resimleri
kalmadı
zaman.
 
başa dön        ürün listesi         kütüphane






 
 
 
şiir  en  koyu  karanlıkta
 
                    emrah altınok’a
 
 
istanbulu mürekkebe batırdım
sen damladın kağıdın üstüne
bir dize borcum olsun sana
bugün de okumayacaksan
hiç okuma!
 
hadi boz yeminini
ıraklı bir çocuk için
bomba yağan bir kentin
silueti için boz yeminini
belki de mavileşir dünya
papatyalar göğe çalar yüzünü
bu kadar çok ölmeyiz.
 
a y r ı k yazarsın kelimeleri
bağını çözersin harflerin
ölüm eskitemez yüzünü
çünkü; ateşe verdim
şairleri. su döktüm kalemine
 
kaybettik! şimdi çamura battık
gömdük renkleri kağıda
siyahı kardeşimiz bildik
hiç pembeleşmedik biz
kırmızı kazaklarımız da olmadı
 
kaybettik! tınılarını unuttuk hayatın
-gömdük şiiri- herkes gibi
hapsettik en koyu karanlıklara.


başa dön        ürün listesi         kütüphane








bekle


gelir diye


yolun yarısına demirleyiverdik
bekledik...


geç kalmıştık
çaresiz
sessiz, hepsi o kadar...

 
hesabını tutturamıyorduk alıntıların
hep gecikiyorduk “aşka”
zaman affeder mi geceleri

 
devriliyordu cümleler birer birer
hicaz bir şarkı mırıldanıyordu udi
şarabın fotoğrafını çekiyordu kalem
uzunca susuyordum gözlerine


sen ne dersen de
sessizlik bu.


şimdi susmaya gidiyorum...

 
başa dön        ürün listesi         kütüphane









göçebe harfler


göçebe şiirler yazıyorum
gecenin yürüyen yalnızlığına
renklerin kiraya verildiği
mevsimlerden geliyorum

 
            bekle! yollara düşecek adım
            bir sen kalacaksın
gençliğimiz salınırken
namlunun ucunda
 
göçebe aşklar taşıyorum
sokağın en mahrem yerine
harflerin, adresleri karıştırdığı
kentlerden geliyorum
 
            bekle! masum çocukluk yıllarından
başka anım olmadı hiç
pişmanlıklarım oldu elbet.
en zoru sendin denklemlerin

 
kimseler yok burada! ölü fotoğraflar
taşıyorum omuzlarımda
göçebe insanlar diziyorum
balıkları doyuruyorum.

 
            bekleme! gelemedim
ama göçebe harflerden
mektup yazdım.


iki deli kurşunduk
hiç sektirmeden birbirlerini seven
şimdi! göç söbelemeden seni...
başa dön        ürün listesi         kütüphane