Ateşten Yılancıklar
Yer : “ Ben ”
Zaman : “ Siz ”
Yazdıklarıma Dair
Ben’ i anlatmayı deniyorum sürekli, onu anlatırken arıyorum da
siz’ lerle birlikte. Ararken anlatmaktan da geri kalmıyorum. Bu öyle bir arama
ki, aradığım ve arattırdığım şey hep ben’ de ve siz’ dedir, aranan hep
bulunmuştur.Yer “ben”, zaman ise “siz”.Yerin ve zamanın uzlaşması sonucu evren
oluştu, aramaya benzerdir bu anlatım. Çünkü evren hiç oluşmaz, hep vardır ama
anlatmak için biz onu oluş haline sokarız. Onun olmadığı bir ben-yer ve bir
siz-zaman yaratırız. Yazılar da bunun için değil midir? Ben’ i ve Siz’ i
oluşturarak anlamı aramazlar mı ?
Anlamın ve gerçeğin peşindeyim.
Sizleri ben’ in içselleştirilmiş zamanlarına götürme düşüncesi
hep zihnimin doruklarında dans ediyor. En arı yerler ve zamanlar ben’ in ve siz’
in birliğine ulaşmaya çabalıyor. Gözlerini kapatıp, güzel kokular içerisinde bir
kır yaratan birisi gibi ben de sizlerden ben’ i yaratmanızı istiyorum. Ben de
yazının içlerine, bulunabilecek bir siz-zaman yerleştiriyorum. O siz-zamanda ve
düşlemsel ben’ inizde gözlerin kapanmasıyla düşünce ile oluşturulan kırlarda
dolaşıp oynamaya götürüyorum siz’ i.
Yer : “ Siz ”
Zaman : “ Ben ”
Okuduklarıma Dair
Sizi anlamaya çalışıyorum her seferinde, okurken aramam
söylenen şey için o ben’ in ardından gidiyorum. Giderken anlamayı unutmuyor ve
ona hakkını veren düşünümleri gerçekleştiriyorum. Bu gidiş, başı olmayan yerden
sonu olmayan yere gidiş gibi. Sanki sürekli devinirken olduğun yerde
kalakalıyorsun, gerçeklik hep yaklaşıyor ama onu anladığını sandığın anda
yıldızlar kadar uzaktan gösteriyor kendini. Umutsuzluğa kapılıyorsun ama sonra
gene yakınında bitiyor, gelip seni buluyor. Siz-yer ve ben-zaman bir yerde
birleşiyor ve ikiyken bir oluyor. Orada anlamanın gerçekleştiğini düşünüyorum.
Lirin tellerinin gerginliğinden doğan uyumun karşıtlıktan oluştuğunu unutuyorum.
Ama çok uzun sürmüyor. Gerilim gene artıyor, yer ve zaman uzaklaşıyor
birbirinden…
Yer-siz : Siz-ben
Zaman-sız : Ben-siz
Ateşten Yılancıklar
Anlama ve anlatma arasındaki gerilim en üst noktalara
tırmanıyor. Daldığım düşünce yağmurundan, düşlemsel imgelerden uyanıp yere ve
zamanın parçalayıcı doğasına uyanıyorum.Masanın başında kendimle kaldığımı
anlıyorum. Parçalayıcı olduğuna dair düşünce parçasından kurtularak ona yanıt
veriyorum. :
“ Parçalayacı olması ne güzel. Parçalanmazlığı nasıl bilirdik
yoksa…”
( Romanımda yarattığım karakterin söyledikleri zihnimin bir
yanında yankılandı :
“ Biricik ölümsüzlük ölümlüyken yaşanandır ve hiç ölmez. ” )
Bu diyalektik beni hemen düşlemsel kırdaki imgelere götürdü.
Gerilimin en içlerine ilerledim, bir dağın zirvesinde denizle iç içe bir ortamda
beni bekliyordu. Yer ve zaman ayrı koltuklardaydı, siz ve ben, ama aralarında
ateşten yılancıklar vardı, birbirlerine ulaşmaları engellenmiş gibiydiler. Yer
ve zaman ayrı ayrı duruyordu. Gerilimden nasıl uyum çıkacağını kara kara
düşünüyordum. Yazar ve okuyucu arasındaki bu ateşten yılancıklar çok zehirli
olmalıydı, çok da yakıcı...
Yazarken, yazar yer koltukta gibi göründü, okuyucu da zaman
koltukta.
Okurken ise tam tersi oluyordu.
Sonra nasıl yer değiştirdiklerini düşünürken gözüme bir şey
takıldı. Ateşten yılancıklar ilerliyordu. Yer’ de olmaklıkları vardı, yer
değiştirmelerini izleyebiliyordum. Saatime baktım, onlar yer değiştirirken
Zaman’ ın geçtiğini fark ettim. Zamandaydılar da. Gerilimden çıkan, uyumu
sağlayan ateşten yılancıklardı.Anlamı, anlatımı, arayışı hep onlar taşıyordu siz
ve ben arasında. Okuyucu ve yazar’ a, yer ve zaman’ a birbirlerini taşıyanlar da
hep onlardı…
Şimdi yazmaya koyulmalı; ve ben’ i size, sizi ben’ e
ulaştıracak ateşten yılancıkları bulmalıyım!
- “ Onların tek zehiri vardır : anlam
- Onların tek ateşi vardır : gerçeklik…”