01 NİSAN 2004,  Perşembe  
 
posta  

 


(Okun ve kendini hızla imha et
teleobjektifine telepatimin
törpülemiş de tırnaklarını pençe atar..
)


Kim?

İçinden,
yorgun muyum, çok yorgun muyum diyen sorusuyla umutsuz yollar geçirdi.

Aslında sorusunu, cevabını bilir de korkudan vermez bir korkuluğa, umutla, sorar gibiydi.

Bilmiyorum da.. diye yanıtladı kendini kendisine o iç sesiyle.
Bilmiyorum da.. Gözlerim.. Gün günden silik, gören gözlerim..
Benim gözlerim..
Beni bu gün aynada duru su gibi seyretmiyordu..
 


Bir anda bütün eklemlerinin sızladığını hissetti.
İncecik elleriyle sıkı sıkı kavrayıp, kuş kadar gövdesiyle abandığı balkon korkuluğunu, sızlayan eklemleriyle kavramaya devam ederse inciteceği endişesiyle geri çekilip, serbest bıraktı.

Balkonun az önce yıkadığı taşları, antik görünümlü, dört köşe, sabit  taşları..
Kurumamıştı . .

Takılınca gözleri o ıslaklığa, ıslık ıslık dumanı tüten ve bu kim bilir  kaçıncısıdır içtiği, koyu kahveyi balkonun bir servant görevi gören mermerinde unuttuğunu fark etti.

Ona her dokunuşunda, içinde dayanılmaz bir okşama hissi uyandıran, şu tuhaf mermere yani.. Belli belirsiz bir gülümseme kondu yüzüne. Dudak kıvrımlarına dönüp yerleşti. Ve bir süreliğine, donarak, kaldı orada..

Gün batımına yakınlaşan güneşin artık yakmayan yumuşak sarı ışıkları, ıslak zemini, incecik buz tabakasıyla kaplı bir dans pistinin, soğuk ve parlak yüzeyi gibi yansıtıyordu.

Jazz dedi. İçindeki ses..
Acaba hiç Jazz müziğiyle buzda dans edilir mi?
Ella söylese..idi mesela!
Edilirdi pek tabii, dedi. Neden edilmesin ki..Hem en iyi yük arabası  sürücüsü de o değil miydi!..

Uçtu birden ama düşmedi, üşüdü sanki ve ısınmak istercesine, çabucak, uzanıp iki eliyle avuçladı unuttuğu kahveyi.. Ohh! Neyse.. O üşümemişti..

Bak bu hayalle bu kez elleri bile hiç yanmamıştı. Fincanı, henüz  üşümemiş kahvesinden bir yudum içmek için kurumuş dudaklarına götürdü.

Tam da o andı işte..Tam o anda, o, beliriverdi.. Yeni değildi bu.. Gözünün önünde, yine..

Kanat teleklerinin narin ekseni gövdesine çelik bagetlerle sıkıca bağlı o martı; o bilindik, bu onun martısı.. Sürüden ayrılmış da, yükseklere daha yükseklere uçabilmek, o yükseklerinde daha yükseklerine ulaşabilmek azmi içindeki kararlı bakışlarıyla, yorgun ama apaçık yüzlü ..

ve bir anda onun artık ne tüylerini parlatmak için ne de o çelik bagetlerden kurtulmak için değil de canını çok acıtan bu özlemden sıyrılmak istenciyle dehşet içinde ve dolu dolu gövdesinden kurtulmak için çırpındığını gördü .
Bir küt sesiyle sonra çarçabuk düşüverdiğini. Durgun denize. O deniz de ansızın nerden çıkageldiyse.. Üzerinin yemyeşil yosun tuttuğu...

Dudaklarına soğuk cam tadı değdi..

Ah! telepati..

Kim bilir nerelerde yeni doğmuş bir penguenin yine taptaze canı acıdı.. ve buna bir beyaz ayının burnu nasıl sevindi..

Sevinebilir miydi ? Sahiden sevinebilir miydi? Kutuplarda bir beyaz ayı...Üşüdükçe üşüten penguenleri.. Bunu düşünmeyecekti.. Hatta hiçbir şey düşünmeyecekti.. o şimdi musonlarla gelecek bir muştu bekleyecekti..

Teleobjektifini; balkondaki kırlangıç yuvasıyla barbekünün arasında bir yerde çakılı ince çivide asılı duran, o köhnemiş aleti yani, artık yenileri çıkmıştı, dördüncü kattan zemindeki suni çimlerin arasına serpiştirilmiş ucuz plastikten yapılma aslan ağızlarına doğru öfke içinde kaldırıp attı.

Uzaklarda çıkan bir rüzgarın bir yağmur bulutu içinde gelen ince sızısı, içindeki rüzgar gülünü bir alev edasıyla yalayıp geçti. Pırrrr diye birkaç saniye ötüverdi gül ve sonra sustu. Bu, beklediği muştu değildi ..


Bütün bunlar teleobjektifinin ne alaka yakaladığı görüntüler olamazdı.
Hafızam dedi, evet hafızam..

Onu nasıl fırlatıp atabilirdi ki..

Hafızasının film makarasına nerden, nasıl, ne zaman ve nedendir sarılmış olabileceğini şimdi ayrıca düşünmek istemediği olası görüntüleri, yaratacağı tahribata bir önlem diye beyninden acele ne sihir ne bir kerametle değil de elinde hamuru hala kurumamış da o yemekten vazgeçmiş ve şimdi eller elinde bir yudum çubuk makarna maharetiyle geriye sarabilirdi. Öyle yaptı..

İçine derin, gölgesiz bir nefes .. Çekmek isterdi tabii ama bu ..

Sırtımdaki bu amansız ağırlık ki kim bilir kaç çekilik, yaş, odun küfesi.  Atıversem bir çırpıda geçmiş ateşe sönmüş yanmaz ki şöminede de...

Sırt üstü, şuracığa, yumuşak şu mermerin çekici ak dokusuna iyisi yatsam uyusam, diye düşündü. Uyandığımda bir parçacık da olsa acaba  hafiflemiş olabilir mi?

(Reklam arası!)

Seri halde çekilen bir kırmızı an filmi dedi.. işittiği ses ..yakınında..  davudi ..erkek sesiydi ..

Ve bir öznenin perdesinde salçalı spagetti yiyordu bir aile mutlu..
Ve bir özne, başka, perdesinden gerçeğine süzülmüş yol alıyordu ses.. bu sefer.. bir soprano.. sorusunu işiten.. yanıt bulduğu ..

duyularla hissettiğin gerçeğin gerçek yüzünü sana ancak boyutsuz aklın duvarlarında asılı perde gösterir.. o perdeyi aralamak mı..

Sen şimdilik sadece seyret,  nasılsa sonra korkmadan yürüyeceksin..

 

yazı arşivi     başa dön