(Okun ve kendini hızla imha et
teleobjektifine telepatimin
törpülemiş de tırnaklarını pençe atar..)
Kim?
İçinden,
yorgun muyum, çok yorgun muyum diyen sorusuyla umutsuz yollar geçirdi.
Aslında sorusunu, cevabını bilir de korkudan vermez bir korkuluğa, umutla, sorar
gibiydi.
Bilmiyorum da.. diye yanıtladı kendini kendisine o iç sesiyle.
Bilmiyorum da.. Gözlerim.. Gün günden silik, gören gözlerim..
Benim gözlerim..
Beni bu gün aynada duru su gibi seyretmiyordu..
Bir anda bütün eklemlerinin sızladığını hissetti.
İncecik elleriyle sıkı sıkı kavrayıp, kuş kadar gövdesiyle abandığı balkon
korkuluğunu, sızlayan eklemleriyle kavramaya devam ederse inciteceği endişesiyle
geri çekilip, serbest bıraktı.
Balkonun az önce yıkadığı taşları, antik görünümlü, dört köşe, sabit
taşları..
Kurumamıştı . .
Takılınca gözleri o ıslaklığa, ıslık ıslık dumanı tüten ve bu kim bilir
kaçıncısıdır içtiği, koyu kahveyi balkonun bir servant görevi gören mermerinde
unuttuğunu fark etti.
Ona her dokunuşunda, içinde dayanılmaz bir okşama hissi uyandıran, şu tuhaf
mermere yani.. Belli belirsiz bir gülümseme kondu yüzüne. Dudak kıvrımlarına
dönüp yerleşti. Ve bir süreliğine, donarak, kaldı orada..
Gün batımına yakınlaşan güneşin artık yakmayan yumuşak sarı ışıkları, ıslak
zemini, incecik buz tabakasıyla kaplı bir dans pistinin, soğuk ve parlak yüzeyi
gibi yansıtıyordu.
Jazz dedi. İçindeki ses..
Acaba hiç Jazz müziğiyle buzda dans edilir mi?
Ella söylese..idi mesela!
Edilirdi pek tabii, dedi. Neden edilmesin ki..Hem en iyi yük arabası
sürücüsü de o değil miydi!..
Uçtu birden ama düşmedi, üşüdü sanki ve ısınmak istercesine, çabucak, uzanıp iki
eliyle avuçladı unuttuğu kahveyi.. Ohh! Neyse.. O üşümemişti..
Bak bu hayalle bu kez elleri bile hiç yanmamıştı. Fincanı, henüz üşümemiş
kahvesinden bir yudum içmek için kurumuş dudaklarına götürdü.
Tam da o andı işte..Tam o anda, o, beliriverdi.. Yeni değildi bu.. Gözünün
önünde, yine..
Kanat teleklerinin narin ekseni gövdesine çelik bagetlerle sıkıca bağlı o martı;
o bilindik, bu onun martısı.. Sürüden ayrılmış da, yükseklere daha yükseklere
uçabilmek, o yükseklerinde daha yükseklerine ulaşabilmek azmi içindeki kararlı
bakışlarıyla, yorgun ama apaçık yüzlü ..
ve bir anda onun artık ne tüylerini parlatmak için ne de o çelik bagetlerden
kurtulmak için değil de canını çok acıtan bu özlemden sıyrılmak istenciyle
dehşet içinde ve dolu dolu gövdesinden kurtulmak için çırpındığını gördü .
Bir küt sesiyle sonra çarçabuk düşüverdiğini. Durgun denize. O deniz de ansızın
nerden çıkageldiyse.. Üzerinin yemyeşil yosun tuttuğu...
Dudaklarına soğuk cam tadı değdi..
Ah! telepati..
Kim bilir nerelerde yeni doğmuş bir penguenin yine taptaze canı acıdı.. ve buna
bir beyaz ayının burnu nasıl sevindi..
Sevinebilir miydi ? Sahiden sevinebilir miydi? Kutuplarda bir beyaz
ayı...Üşüdükçe üşüten penguenleri.. Bunu düşünmeyecekti.. Hatta hiçbir şey
düşünmeyecekti.. o şimdi musonlarla gelecek bir muştu bekleyecekti..
Teleobjektifini; balkondaki kırlangıç yuvasıyla barbekünün arasında bir yerde
çakılı ince çivide asılı duran, o köhnemiş aleti yani, artık yenileri çıkmıştı,
dördüncü kattan zemindeki suni çimlerin arasına serpiştirilmiş ucuz plastikten
yapılma aslan ağızlarına doğru öfke içinde kaldırıp attı.
Uzaklarda çıkan bir rüzgarın bir yağmur bulutu içinde gelen ince sızısı,
içindeki rüzgar gülünü bir alev edasıyla yalayıp geçti. Pırrrr diye birkaç
saniye ötüverdi gül ve sonra sustu. Bu, beklediği muştu değildi ..
Bütün bunlar teleobjektifinin ne alaka yakaladığı görüntüler olamazdı.
Hafızam dedi, evet hafızam..
Onu nasıl fırlatıp atabilirdi ki..
Hafızasının film makarasına nerden, nasıl, ne zaman ve nedendir sarılmış
olabileceğini şimdi ayrıca düşünmek istemediği olası görüntüleri, yaratacağı
tahribata bir önlem diye beyninden acele ne sihir ne bir kerametle değil de
elinde hamuru hala kurumamış da o yemekten vazgeçmiş ve şimdi eller elinde bir
yudum çubuk makarna maharetiyle geriye sarabilirdi. Öyle yaptı..
İçine derin, gölgesiz bir nefes .. Çekmek isterdi tabii ama bu ..
Sırtımdaki bu amansız ağırlık ki kim bilir kaç çekilik, yaş, odun küfesi.
Atıversem bir çırpıda geçmiş ateşe sönmüş yanmaz ki şöminede de...
Sırt üstü, şuracığa, yumuşak şu mermerin çekici ak dokusuna iyisi yatsam uyusam,
diye düşündü. Uyandığımda bir parçacık da olsa acaba hafiflemiş olabilir
mi?
(Reklam arası!)
Seri halde çekilen bir kırmızı an filmi dedi.. işittiği ses ..yakınında..
davudi ..erkek sesiydi ..
Ve bir öznenin perdesinde salçalı spagetti yiyordu bir aile mutlu..
Ve bir özne, başka, perdesinden gerçeğine süzülmüş yol alıyordu ses.. bu sefer..
bir soprano.. sorusunu işiten.. yanıt bulduğu ..
duyularla hissettiğin gerçeğin gerçek yüzünü sana ancak boyutsuz aklın
duvarlarında asılı perde gösterir.. o perdeyi aralamak mı..
Sen şimdilik sadece seyret, nasılsa
sonra korkmadan yürüyeceksin..
|