Bu Dünya Naylon, Anlamak Güç
Bu sabah yalnız uyandım. Ortaçgil'in albümünü koydum kasetçalara, sonra ekmek ve
gazete almak için karbonmonoksit solumak gereğini yerine getirdim. Dışarıda
insanlar sağlık amaçlı yürüyüş ve koşu yapıyordu, daha fazla oyalanmadan daldım
bakkala alacaklarımı doldurdum sepete, birkaç gazete, ekmek, yumurta, biraz
zeytin ve peynir. Bakkalın o kısa sürede bunları hesaplaması pek mümkün
görünmüyordu daha doğrusu gerçekten doğru hesaplıyorsa bakkallık yapmaması
gerekiyordu. Neyse keseme uygun bir tutar çıktığı için ikinci kez ben
hesaplamadım. Zamanı olumlu kullanmak adına hızlı adımlarla döndüm eve. Çayı
demlerken epeydir aklıma takılan bir soruyu düşündüm bir süre. Eğer yaşamı belli
bir zaman aralığında kat edeceğimiz yol gibi düşünürsek, kaç kilometre hızla yol
almalıyız. Buradan şöyle bir sorun çıkıyor hızla yol alıp daha fazla şeyi daha
az mı görmeliyiz, yoksa yavaş ilerleyip daha az şeyi, daha fazla mı görmeliyiz.
Bu soruyu farklı kişilere sorsam alacağım yanıtları düşündüm.
-
Kimi zaman yavaş kimi zaman
hızlı ilerlemeliyiz.
o
Güzel bir yanıt ama "kimi zaman hızlı veya yavaşı" neye
göre tespit edeceğiz zaman
yitirdiğimiz kaygımız ne olacak yoksa deneyim diye buna mı denir. Açık ve kesin
bir yanıt değil.
-
Yaşamın ivmesini sen
belirleyemezsin ki ne aptal bir soru bu.
o
Yaşamın ivmesini çevresel etkenleri de katarsak hoplaya zıplaya da olsa biz
belirleyemez miyiz biz neyiz o zaman?
-
Tanrı çizmiştir alnımıza ne
yazdıysa o olur.
o
Kolay ve önceden başkalarınca yanıtlanmış bir yaklaşım lütfen sizi şöyle alalım
siz alınyazınızı orada yaşayın kalabalık etmeyin.
-
Dünkü popstar yarışmasında
kim elendi.
o
İzlemedim, izlemeli miydim?
-
Hız güzeldir be baba!
o
İşte bu bir yanıt; umarım o hızda yiterken hücrelerinizden birkaç parça kalır
kemiklerinize yapışık.
-
Aman yavaş olun tadını çıkarın ağzınızda bir parça çikolata varsa erite erite
damaklarınıza yedire yedire tüketin.
o
Sen de güzelsin be yüce yaratık, kaç varlık seni bekler sonsuza dek?
Çayım olmuştu sıcacık bu kış gününde ama evin ısısı yetmiyordu ne bana ne de
çayıma. Bakkaldan aldıklarımı çıkardım torbadan. Kaset bitmişti, Ezginin
günlüğü'nün "ilk aşk" albümünü yerleştirdim. Kumaş boyasıyla karartılmış
zeytinimi tabağına boşalttım. Ekmeğin rengi ve tadı ipucu veriyordu katkı
maddeleriyle yapıldığına, yumurta yapmak içimden gelmedi, tavuk çiftliklerinde
ilaç ve kimyasal besinlerle yetiştirilen frenkeştayn tavukların yumurtalarıydı
bunlar. Ekmekten koca bir ısırık bir zeytin attım ağzıma, gazetenin manşetlerine
göz attım, gülesim geldi, ya bu gazeteciler ya da ben bu dünyada yaşamıyorum,
çevirdim sayfaları, köşe yazıları ıvır zıvır derken tadım iyice kaçtı. Çayımı
tazeledim, bir sigara yaktım, dedim bir siz kaldınız doğal, aromasını, kağıdını,
filtresini, boyasını saymazsam. Şarkının nakaratına girdiler, ilk aşkım büyük
aşkım bana çare bul, kendine çare bul, bu dünya naylon anlamak güç...
Siz ne dersiniz benim hız paradoksuma, katkılarınızı ve görüşlerinizi
bekliyorum! E-mail, e-posta veya TDK'nin buluş sözcüğü ile elmeğimi
biliyorsunuz...