Aylık Yazılar  /  05 ŞUBAT  2004, Perşembe  
 

 


Bu Dünya Naylon, Anlamak Güç

Bu sabah yalnız uyandım. Ortaçgil'in albümünü koydum kasetçalara, sonra ekmek ve gazete almak için karbonmonoksit solumak gereğini yerine getirdim. Dışarıda insanlar sağlık amaçlı yürüyüş ve koşu yapıyordu, daha fazla oyalanmadan daldım bakkala alacaklarımı doldurdum sepete, birkaç gazete, ekmek, yumurta, biraz zeytin ve peynir. Bakkalın o kısa sürede bunları hesaplaması pek mümkün görünmüyordu daha doğrusu gerçekten doğru hesaplıyorsa bakkallık yapmaması gerekiyordu. Neyse keseme uygun bir tutar çıktığı için ikinci kez ben hesaplamadım. Zamanı olumlu kullanmak adına hızlı adımlarla döndüm eve. Çayı demlerken epeydir aklıma takılan bir soruyu düşündüm bir süre. Eğer yaşamı belli bir zaman aralığında kat edeceğimiz yol gibi düşünürsek, kaç kilometre hızla yol almalıyız. Buradan şöyle bir sorun çıkıyor hızla yol alıp daha fazla şeyi daha az mı görmeliyiz, yoksa yavaş ilerleyip daha az şeyi, daha fazla mı görmeliyiz. Bu soruyu farklı kişilere sorsam alacağım yanıtları düşündüm.

  
- Kimi zaman yavaş kimi zaman hızlı ilerlemeliyiz.
   
 o Güzel bir yanıt ama "kimi zaman hızlı veya yavaşı" neye
göre tespit edeceğiz zaman yitirdiğimiz kaygımız ne olacak yoksa deneyim diye buna mı denir. Açık ve kesin bir yanıt değil.
  
- Yaşamın ivmesini sen belirleyemezsin ki ne aptal bir soru bu.
    
o Yaşamın ivmesini çevresel etkenleri de katarsak hoplaya zıplaya da olsa biz belirleyemez miyiz biz neyiz o zaman?
 
 - Tanrı çizmiştir alnımıza ne yazdıysa o olur.
   
 o Kolay ve önceden başkalarınca yanıtlanmış bir yaklaşım lütfen sizi şöyle alalım siz alınyazınızı orada yaşayın kalabalık etmeyin.
  
- Dünkü popstar yarışmasında kim elendi.
     
o İzlemedim, izlemeli miydim?
  
- Hız güzeldir be baba!
     
o İşte bu bir yanıt; umarım o hızda yiterken hücrelerinizden birkaç parça kalır kemiklerinize yapışık.
 
 - Aman yavaş olun tadını çıkarın ağzınızda bir parça çikolata varsa erite erite damaklarınıza yedire yedire tüketin.
     
o Sen de güzelsin be yüce yaratık, kaç varlık seni bekler sonsuza dek?

Çayım olmuştu sıcacık bu kış gününde ama evin ısısı yetmiyordu ne bana ne de çayıma. Bakkaldan aldıklarımı çıkardım torbadan. Kaset bitmişti, Ezginin günlüğü'nün "ilk aşk" albümünü yerleştirdim. Kumaş boyasıyla karartılmış zeytinimi tabağına boşalttım. Ekmeğin rengi ve tadı ipucu veriyordu katkı maddeleriyle yapıldığına, yumurta yapmak içimden gelmedi, tavuk çiftliklerinde ilaç ve kimyasal besinlerle yetiştirilen frenkeştayn tavukların yumurtalarıydı bunlar. Ekmekten koca bir ısırık bir zeytin attım ağzıma, gazetenin manşetlerine göz attım, gülesim geldi, ya bu gazeteciler ya da ben bu dünyada yaşamıyorum, çevirdim sayfaları, köşe yazıları ıvır zıvır derken tadım iyice kaçtı. Çayımı tazeledim, bir sigara yaktım, dedim bir siz kaldınız doğal, aromasını, kağıdını, filtresini, boyasını saymazsam. Şarkının nakaratına girdiler, ilk aşkım büyük aşkım bana çare bul, kendine çare bul, bu dünya naylon anlamak güç...

Siz ne dersiniz benim hız paradoksuma, katkılarınızı ve görüşlerinizi bekliyorum! E-mail, e-posta veya TDK'nin buluş sözcüğü ile elmeğimi biliyorsunuz...

yazı arşivi     başa dön