|
MELODİNİN HÜKMETTİĞİ SABAHLAR
Yanık kokusu sinmiş yine parmak uçlarıma. Baktığım tüm kâğıt parçalarının
ucu, uçarı kuşlar büyütüyor dokusunda. Narin bir çiçek dokunuşu
büyütüyorum oysa ben, çıplaklığın ışıldatsın, ayak uçlarıma biriken
gölgelerimi diye.
Ah bu pervasızca düş kuran fikrim, ne vakit vazgeçecek yiten ve aslında
biten an’lara gövdesini dayandırmaktan. İhtişamlı kulelerde değil hükmünü
sürdüğümüz duyumsamalar. Simsiyah, kaçkın, yağmalanmış bir köy fikri
altı, üzeri sanırım yedi perde aralığı. Oysa, aşk perdesiz bir odanın
dibinde doğum sancılarında.
İçime doğru akan ve büyük bir hızla genişleyen bir çift bakışın; avuç
aralarıma yansıttığı saklı bir tebessüm aralığı. An, kanıma sızıntı,
fikrime düşman. Bakışlarım hepten kibir yüklü ağlamaklar esiri. Biraz
daha kalsam, çok değil, birazcık daha; içimde tesirini yitirmiş tüm
sarhoşluklar ayan olacak. Soğuk bir ter boşalacak, salya sümük
çöküntülerle ortasına gömülüvereceğim ’’ölü’’ çekip gitmelerimin.
Zihnimin kapkara odalarına tıkacağım yine, melodinin hükmettiği
sabahları.
Ellerim kan ve tuz kokuyor, dokunamam sana küçüğüm. Odam imgeler yığını.
Kendine benzeyen aramaktan vazgeç. Ardın sıra çarp, esaretle donatılmış
kapılarımı.
(…)
-Ah benim dilsizliğim, ah benim körpe dokunulmamış var edişim. Sen en
çok karaları(mı) sev giderken. Sen en çok yollara düşmeyi dile tanrıdan.
Ben, senli düşlerime her vakit grilikler ucunda direnen papatyalar
asacağım. Sen en çok toprağı bilge say kendine. Anlamlandıramadığın
renklere boya seslerini; çığlıklarını ve soyut anlamlarını. Geceye biçim
vermekten kaçın. Sen us’unda ki benle olacaksan eğer, zihninin
çocuklarına sarıl sımsıkı. Anlatamam ki daha fazla, susuzlukla sevişen
yağmurun suçlu oluş hâlini.
Mavinin orta yerinde, kirli bir ayrılık vakti artık suretin. Varlığımı,
zamanı örseleyen saat tüccarlarına satıyorum tam da şu’an! . Hangi vakit
giydirdin bana aitlik giysisini. Seni soydukça kendimden türetilmiş
anlamlar gibi çoğalıyorum içre bir belirsizlikte.
İçimde adını koyamadığım bir sancı büyüyor. Leş bir rıhtımın ucunda, her
yanım kir pas bulaşığı. Herkes biraz deniz kokuyor. Herkes biraz beton
artığı yalnızlık. Mistik bir ana sığabilmeyi umuyor ruhum sefilce. Onurlu
bir çaba aslında sana dair biriktirdiğim çığlık sözcüklerim. Gök, bulanık
akıntısını boşaltırken üzerime, mazgalsız bir sokak artık kalbim; her
yağmurda sular altında kalan. Ah benim dilsizliğim; düşümde bir bilge
durmadan aynı cümleyi tekrar ediyor : ‘Burası değil az ötesi’. Az
daha gitsem biliyorum ki; uz’un mavilikler ortasında soluksuz bırakacağım
ruhumun kök saldığı kara’yı.
|
|