geri dön




 

█  korkut kabapalamut 




ESKİ AŞKA ÖĞÜT


Okumaktan hiç de memnuniyet duymayacağından ve yer yer ne demek istediğimi tam olarak kavrayamayacağından emin bulunduğum bu e-postayı sana neden yazdığımı şimdilik bilmiyorum. Çok uzun zamandır neyi neden yaptığımı hiç bilmediğim gibi (umarım yazmakla tatmin olur, göndermeye kalkışmam bu tuhaf mektubu). Aslına bakarsan sana tek bir satır bile yazamayacak kadar öfkeliyim. En azından birkaç dakika öncesine kadar kesinlikle öyleydim. Yalnızca sana karşı da değil, senin o anlaşılmaz ve hastalıklı kişiliğinde, tüm kadınlara karşı dizginlenmesi olanaksız bir kızgınlıkla dolup taşıyorum bir haftadır. Yine de en kötüsü bu sayılmaz benim açımdan (uykusuzluk ve gerginlik yüzünden sigarayı günde iki pakete çıkartmış olmam ve gittikçe uzayan öksürük krizleri de sayılmaz). En korkuncu, çoğu zaman kendime itiraf etmeye cesaretim olmasa da, bu ilk bakışta anlaşılmaz görünen tutumundan ya da yaralayıcı sessizliğinden dolayı sana gönülsüzce de olsa hak vermem; onun yerinde olsam ben de aynen bu biçimde, hatta belki görünüşte daha da acımasızca davranırdım, diye düşünmem (aynı kararlılıkla değilse de, bu türlü davrandığım kadınlar da olmadı değil geçmişte). Belki bunu duyduğuna şaşıracaksın, ama her şeye karşın, keşke onunla hiç karşılaşmasaydım ya da kendime onun sihrine kapılma izni vermeseydim gibi bir düşünce de taşımıyorum içimde. Şimdi ve bundan önceki o dayanılmaz bir hafta boyunca, özellikle de biraz bile uyuyamayacağımı kesin olarak bildiğim hâlde, bana mezardan farksız görünen tek kişilik yatağıma uzandığımda, senden ve tüm kadın ırkından ölesiye nefret ettim. Keşke ağlayabilsem ve içimdeki yakıcı zehri damla damla çarşafa akıtabilsem, böylelikle biraz huzur bulup iyileştirici bir uykuya dalabilsem, diye düşündüm (sen büyük olasılıkla ağlayan bir erkeği gözlerinin önüne getiremiyor, biraz zorlamayla getirsen bile, bu görüntü karşısında mide bulantısı duyuyorsundur). Bir taraftan sana gizli gizli de olsa hak verirken, hemen sonrasında anlaşılmaz tavrın yüzünden bir haftadır tek bir dakika bile uyuyamadığımı yazmam, insafsızlık, ya da belki tutarsızlık gibi görünebilir sana. Yerinde olsam ben de aynen böyle hissederdim büyük olasılıkla. Ama sana bir sır vereyim; empati denilen olgu ya da alışkanlık hiç de insani değildir sanıldığının aksine. Birazcık aklı başında olan bir kimse kendininkiler dururken asla başkalarının ayakkabılarıyla yürümez (bir kere numaralar tutmaz büyük olasılıkla); onun duygu ya da çıkarlarını zedeleyebileceği endişesiyle normalde davranması gerektiğinden başka türlü hareket etmez. Böyle bir tutum daha işin başında iki insan arasındaki olası ilişkiyi sabote etmek, onu hiç de doğal ve sağlıklı olmayan bir mecraya sürüklemek olur. Bunu ne yazık ki çok ama çok geç fark ettim ve artık istesem de bütünüyle kendi adıma ve hesabıma , kendi eğilim ve çıkarlarım yönünde hareket etme alışkanlığını kazanamam. Böyle dedim diye bundan sonraki satırların sana yönelik bir öfke ve ilenme ile dolup taşacağını düşünme. Tabii bu saçma mektubu ya da e-postayı sana gerçekten de yollamışsam, ya da sen onu hiç açmadan sanal dünyanın göze görünmeyen çöplüğüne fırlatmamışsan ya da ilk birkaç tümceyi okuduktan sonra bana öfkelenip bilgisayar ekranının sağ üst köşesindeki kırmızı çarpı işaretini sertçe tıklamamışsan. Aslına bakarsan hayatım boyunca kimseyi kırmamak için insan üstü bir gayret harcamışımdır. Hatta hiçbir haklı gerekçeleri olmadığı halde bana açıkça savaş ilan eden insanlar bile bu kararlılığımdan bolca yararlanmışlardır. Hiçbir zaman sevmediğim insanlara bile tereddütsüz tanıdığım bu ayrıcalığı senden esirgeyecek değilim. Hayır, bu kesinlikle suçlama amaçlı bir mektup değil, daha çok nasihat içeren bir mektup. En azından öfkemin bütünüyle boşaldığı bu noktadan sonra böyle olması gerektiğine karar verdim. Ne kadar farkındasın bilmiyorum, ama içindeki şiddetli karamsarlık ve inançsızlıktan en kısa sürede kurtulman gerek. Ben kendim de hiçbir zaman tam olarak iyimser bir insan olmayı becerememekle birlikte, benim inançsızlığım seninkiyle kıyaslandığında çok zayıf ve belki de insanı olası hayal kırıklıklarından esirgeyen sağlıklı bir duygu gibi görünüyor. Ne kadar karamsar olursam olayım, gözümün saptadığına, parmaklarımın dokunduğuna, kulaklarımın işittiğine hemen o anda inanır ve bir biçimde iletişime geçerim onunla. İyi ve kötü hayaletlere, insana ait temel duyuların yanılabileceğine, bize bütün gücüyle var olduğunu ve olacağını haykıran şeyin kendi mevcudiyeti hakkında bizi aldatmaya çabalayabileceğine asla inanamam. O derece bir acımasızlık sergileyemem. Sen buna karşılık, talihsiz bir yolcunun ıssız bir durakta günlerce ya da aylarca tek başına otobüs bekledikten sonra, ağır ağır yaklaşan ve tabelasında kocaman harflerle gitmek istediği yerin adı yazılı bir otobüsü fark edemeyeceğini, ya da onun bir serap olduğunu düşünebileceğini iddia edebilirsin (burada senin adına da konuşuyor olmak benim kabahatim değil, seni aramam ya da seninle msn’de yazışmama izin vermeyerek buna neden olan sensin. Ayrıca, o otobüsü kendi metaforum olarak ileri sürdüğümü düşünme sakın). Eğer bana bu örneği verecek olsaydın yanıtım şu olurdu; o otobüs gerçekten de bir serap olsa bile, ona doğru yöneldiğimizde, en azından uzamda hareket etmiş ve yer değiştirmiş oluruz. Hatta belki o hayalet otobüsle hedeflediğimiz yerin imgesine kadar bile gidemesek de, sırf içine girip ışıktan bir koltuğa yerleşmekle, ister istemez istemez biz de o aydınlık ve seyyar serabın bir parçası olacağımızdan, artık içimizi karartan duraktan daha ileri ya da farklı bir noktada duyumsarız kendimizi. Büyük olasılıkla bu son satırlardan sonra, sevmediğini ve ne demek istediğimi hiç kavrayamadığını itiraf etmeye asla yanaşmadığın şiirlerimde olduğu gibi saçmalamaya ya da sayıklamaya başladığımı düşünüyorsun. Belki de gerçekten saçmalıyorumdur ve tüm bu yazdıklarım senin kafanı karıştırmaya bile yetmeyecek kadar güçsüz, ciddiyetten, akıl ve mantıktan uzak önermelerden, baştan sona retorikten ibarettir. Bir an için bunun sahiden de böyle olduğunu, benim bu e-postanın ilk tümcesinden ya da senin yaralayıcı sessizliğinin başladığı o uğursuz andan bu yana aklını tamamen kaçırmış, bir söylediği hemen öncesinde ya da sonrasında söylediğini tutmayan bir insan olduğumu kabul edelim. Ama sen de buna karşılık, hiç olmazsa bu tümceden itibaren, söyleyeceklerim üzerinde en azından birkaç dakika ciddiyetle düşüneceğin, yaşamı ve kadın-erkek ilişkilerini algılayış biçimini tek bir kez de olsa yeniden gözden geçireceğin sözünü ver bana. En önemlisi de, hiçbir zaman unutma ki henüz genç sayılabilecek bir yaştasın, gördüğüm ve tanıdığım pek çok kadından daha güzelsin, benim yazdıklarımla pek iletişim kuramasan da, pek çok insanın tamamen habersiz olduğu şiir ve sanata, dolayısıyla zavallı Van Gogh’un sevgili kardeşi Theo’yu kendi çıkarı aleyhine bakmaya davet ettiği ateşin yüreğine, insan yaşantısının gerçek özüne yakın duruyorsun. Unutma ki bu dünyada bilinçle sevmek ve aynı biçimde sevilmek her zaman mümkündür. Yaşlı ve fiziksel avantajlardan tümüyle yoksun kimseler için bile bu kural her zaman geçerlidir. Senin ve benim bundan sonra elbette ki bir şansımız olamaz. Beni gerçekten çok derin yaraladın. Elimi bir süre sonra başka bir kadına uzatabilirsem de sana uzatamam artık. Uzatsam da, bu bir sevgili adayının değil, bir dostun eli olabilir, bu mektupta olduğu gibi. Ben yeniden doğuş saçmalığına ve cennet cehennem masallarına hiçbir zaman inanmadım. İnsanın bu biricik dünyada ve yaşamda tek bir şansı bulunduğuna, ama bu tek şansın bir şimşek gibi bir anda çakıp söndüğüne değil, tüm yaşama ve dünyaya eşlik eden inatçı bir yağmur gibi uzun sürdüğüne güvendim hep. Başkalarına seni, kendine de başkalarını sevme izni ver lütfen. Elveda.




kabapal@yahoo.com 

 
 

  geri dön

başa dön

 

© 2009