______  yersizyurtsuz  ekran dergi  temmuz - ağustos '2003  [ onuncu yayın dönemi ]   sayfa 10

  



 

 

[ güven tunç ]


YARİM İSTANBUL

Harem.
Otobüsten inen herkes yorgun.
Ama daha bavullar alınacak, eşyalar indirilecek, bir vasıta bulunup çoklukla evlere, otele, belki hemşeri kahvelerine belki bir işyerine gidilecek. Karşılamaya gelenleri de kaçırmamak gerek.
Keriman otobüsten inerken huzursuz.
Şu İstanbul'un çoğu yanını bilse, uzun uzun sürelerde kalsa da bir güvenmezliği var bu şehre. Bir itmişliği, oturulacak, yaşanacak yer olarak kabullenmeyişi. O, kendi şehrinin insanı. Geniş avluların, ferah odaların, meyve ağaçlarının, sebze arklarının, mis kokulu çiçeklerin, eskiden, içinde ayran, karpuz, üzüm soğutulan çeşme önü havuzların yer aldığı bahçelerin, sade yaşamların insanı Keriman.
Hah! İşte orada. El ederek geliyor Sıtkı. Terminalin kalabalığında, gürültüsünde beklemeyecek, bunalmayacak. Kız yok . Bir bahane bulmuştur yine.
- Hoşgeldin abla.
- Hoşbulduk .
- Biraz acele edelim. Yasak yere parkettim. Ne var ne yok anlat bakalım. İyiler mi evdekiler. ?.
- İyiler iyiler. Sen buradakilerden haber ver. Ne yapıyor benimki ?
- Bu hafta hep yurtta kalmış. Ders çalışacaklarmış. Bu akşam bizdesin yani. Seni yarın eve götürürüm.
- Kusuruma bakmazsan ben eve gideceğim. Pekmez tenekesini almayı unutma, arkalarda bir yere koymuştu muavin. Gelin de kusura kalmasın. Pazara siz çoluk çocuk gelirsiniz daha iyi olur.
- Yapma abla ya, boş evde ne yapacaksın şimdi ?
- Hadi hadi, dert ettiğin şeye bak.
Tartışa konuşa arabaya binip yola çıktılar. Eskilerden yenilerden, evlenmeler boşanmalardan, Keriman'ın ayaklarının şişmesinden, küçük oğlanın sünnet hazırlıklarından, doğumlardan ölümlerden bazen hüzün bazen neşeyle geçerek eve geldiler.
Ev ışıl ışıl. Neredeyse iki katın her odasının ışığı açık. ''Hani evde yoktu bu ? Yine ne haltlar karıştırıyordur kimbilir ?''
Sıtkı;
 - Bak abla, sen geleceksin diye dönmüş kız. Bir de beğenmezsin.
Keriman yanıt vermiyor. Söyleyecek birşey bulamıyor. ''Allah vere de bir numara çeviriyorsa abisi anlamasa''
Sıtkı, arabadan eşyaları indirirken, Keriman zile basıyor. Kız kendini toplar diye umuyor, anahtarla açıp hoşlanmayacağı bir durumla karşılaşmaktan kendini korumayı da. Parmağını zilden ayırmıyor.
Usulca açılıyor kapı.
Sibel'in ürkek yüzü, Keriman'ın ''Niye , kim o demeden açıyorsun şu kapıyı'' söylenmesi karşısında asılacağına rahatlıyor. Sevinçle atlıyor ablasının boynuna. Bir tuhaf oluyor Keriman. Böyle sıcak kucaklaşmayalı çok olmuş. ''Birşey olmalı bu kızda '' 
Sıtkı gelenleri taşıyor. Oğlanlar için getirilen erzakları yeniden arabaya koyuyor. Sibel'le şakalaşıp, çay kahve içmeye kalmadan gidiyor.
Başbaşalar şimdi.


Sibel, ablasına yiyecek birşeyler hazırlarken Keriman banyoya giriyor.
Ev dağınık değil. Mutfak da öyle. O kara kara kotları, zincirleri, soluk bluzları yok üstünde. Saçları bile düzgün sayılır. Ama bir hal var.
Keriman banyodan sonra televizyonun karşısına, ayaklarını uzatıp oturuyor. Sibel habire, yemek, meyve ne bulursa tepsilerle getirme çabasında. Bu arada birşeyleri de kırıp döküyor. Her dökülenin arkasından, Keriman gülerek ''Unuttun değil mi? Bir servisi bile yapamıyorsun.'' 

Keriman İstanbul'da ilk kez mutlu gibi. Aralarına koca şehirler, fakülteler, kılıksız arkadaşlar, cevapsız sorular hiç girmemiş sanki. Onu, uzun saçlı oğlanla öpüşürken yakalamamış, eve geceyarıları gelmesine kızmamış, kızlı oğlanlı toplanmış içerken basmamış. Kafasını kimi gün kırmızı kimi gün mor, yeşil görüp dehşete kapılmamış. Evdekilerden, abilerinden birşeyler gizlenmeye çalışılmamış.
- Abla, abla, uyuyorsun. Odana çıkmayacak mısın?
- Saat kaç ? Yukarı çıkmayayım hiç. Burası iyiymiş
- Rahat edemezsin. Hadi ben götüreyim seni. Uykun dağılmasın.
Sibel'in yardımıyla geceliğini giyinip yatağa zor atıyor kendini. Oh ! odası bile güzel görünüyor gözüne. 

Uyanmak istiyor. Bu kadar derinlikteyken, ortalık zifiri karanlıkken uyanmaya çabalıyor. Ne oluyor ? Evde ses var. Tanıdık, bildik olmayan birşey. Yataktan fırlarcasına kalkıyor. Çıplak ayak merdivenlere. Başına örtü bile almamış koşarcasına iniyor.
Sanki ağır birşey bir yerlere çarparak taşınıyor.
Keriman son basamakta durup sesin nereden geldiğini anlamaya çalışıyor. ''Ne oluyor ?''
Salon boş, mutfağa yöneliyor. Yok. Arka oda olmalı. O karanlıkta dar koridoru nasıl geçtiğini bilemiyor.
Sibel, fısıltıyla birileriyle konuşuyor. Gergin korkulu bir fısıltıyla. Artık dayanamayacak. Karşılaşacağı ne olursa olsun. Kapıyı hızla açıp, can havliyle elektrik düğmesine basıyor. Donakalıyor.
Sibel'in anında ışığı söndürmesi sırasında algıladığı tek şey, elleri bağlı bir yabancı adamın ağzını bantladığı oluyor..
Sibel aceleyle, itercesine ablasını dışarıya çıkarıyor. Gelip salona oturuyorlar. Karanlık. Birbirlerinin yüzünü seçemiyorlar. Keriman soluk soluğa. Şaşkın. Şaşkınlığını atması , kontrolü eline alması gerek. O büyük. O abla. Bildiği ya da bilmediği her şeyden o sorumlu. Ama bu, bu rüyasında bile rastlamayacağı birşey

- Sen ? Sen ne haltlar karıştırıyorsun ?
- O bir yanki
- Yanki ne kız ?
- Irak'ı işgal edenler, çocukları öldürenler.
- Siz şimdi bunu Irak'tan mı getirdiniz ?
- Kimse yok bu işte. Ben yalnız yaptım.
- Polise de böyle dersin artık. Abinler duysa polise de bırakmazlar ya.
- Herşeyi göze aldım ben abla.
- Abla deme bana. Abla deme. Ablan değilim senin. Ah kafam ah ! akşamki durumundan anlamalıydım.


Konuşma burada bitti. Gün doğuncaya kadar sessizce, göremeyeceklerini bile bile birbirlerinin yüzüne bakmadan öylece oturdular.

Gün doğumuna yakın Keriman mutfağa geçip bir bardak su aldı. Bir yudum içip bıraktı. Döndüğünde Sibel'i bir battaniyeyle kanepeye kıvrılmış buldu. Oturduğu yerde kaykılıp kaykılıp gidiyordu da inadından yatmıyordu. ''Hırpalanmış bu. Çok hırpalanmış belli. '' Sessizce odasına çıktı


Keriman bir başka dünyaya uyandı sanki. Uyudu uyandı mı onu da bilmiyor. Evde çıt yok. Üstünü giyindi, odayı havalandırdı, yatağını düzeltti, bavulları boşaltıp yerleştirdi. Ne yapacaktı ? İnse, adamı serbest bıraksa, adamın ne yapacağını bilmezsin. Kıza bağırsa çağırsa, onun yapacağı deliliği hesaplayamazsın. Ya adama birşey yapamaya kalkarsa ? Gözlerinin önünde, kameralar, küçük odalarda yapılan sorgular, hapishane demirleriyle öldürülen Iraklı çocuklar aynı film karesinde oynayıp duruyordu. Öylece yatağın üzerinde oturdu kaldı. Ne zaman getirmişti bu adamı ? Nasıl taşımıştı kız başına ? Nereden bulmuştu ?

Oda kapısı aralandı.

Sibel-Kahvaltı hazır.

Bakmadı bile yüzüne. O gittikten epey sonra toparlanıp indi. Birbirleriyle konuşmadan yemeklerini yediler.

Keriman, Sıtkı'lara telefon etti. ''Bu pazar gelmeyin. Kızın sınavı önemliymiş. Ahmet'e de haber ver. Haftaya havalar düzelir. Mangal yakarım bahçede.'' Sözü fazla uzatmadı. Telefona gidişinden itibaren bütün hareketlerini dikkatle, tedirginlikle izleyen Sibel'in minnetle gülümseyişine yüz vermedi. Ne yapacağını bilmediğinden mutfağa gidip bulaşıklara başladı. Sibel etrafında dolaşıp konuşmaya çalışıyordu. Çabalarının beyhude olduğunu ayrımsayınca o da vazgeçip adamı banyoya oradan da mutfağa getirip önüne bir tabak koydu

Keriman yaptığı işten başını kaldırmadan, sert sert ''Bununla tuvaletin içine kadar girmiyorsun değil mi ? ''

- Saçmalama abla ya
- Belli olmaz senin işin

Adam yemeğini bitirince kız yine koluna girip odaya götürdü.

Keriman yıkadıklarını kuruladı, getirdiği erzakları kavanozlara boşaltıp dolaplara yerleştirdi, rafları düzenledi, yemekler yaptı. Sibel ara ara mutfağın kapısına kadar geliyor ne içeri girebiliyor ne birşey söyleyebiliyor gerisin geriye salona dönüyordu. 

Öğleni biraz geçmişti ki ''Ben acıktım'' diye geldi kız. Keriman bir sandalyeye çıkmış, üst dolaba bardakları diziyordu. Ocağın üzerindeki tencereleri işaret edip, ''Bana tabak koyma yemeyeceğim. Adama da götür. Acıkmıştır belki. '' 

- Uyuyor
- Ne çok uyuyor bu adam. Sesi soluğu da çıkmıyor hiç.
- Senin ilacından verdim.

Elindeki bardak tam düşerken yakaladı. Geçen yıl geldiğinde göründüğü doktorun verdiği. Bir tane içip de bütün gün başını yastıktan kaldıramadığı, dilini dolaştıran ilaç.

Sibel alelacele ''Ekmek kalmamış. Ben ekmek almaya gidiyorum'' deyip çıktı. Keriman, ağzında birikmiş sözcüklerle, sandalyede kalakaldı. Dış kapının kapandığını duyunca, indi doğru Sibel'in odasına. Bulursa ne yapacağını bilemeyeceği bir silahı aramaya. Elbise dolabına, çekmecelere baktı rastgelmedi. Arka odaya adama bakmaya koşturdu. Fırsat yakalamışken esenliğinden emin olmak istedi. Dilinden anlamazdı ki aç mıdır, susuz mudur sorsun. Adam, başını sandalyenin köşesine dayamış, kendinden geçmişti. Ellerini çözerken uyanır gibi oldu. '' Şşşşşşşşşşş '' dedi Keriman. Adamı kaldırıp, yarı kucakladı yarı sürüttü, kanepeye boylu boyunca uzattı. Üzerine bir örtü örttü ''Uyu uyu '' diyerek yeniden mutfağa. 

Sibel nefes nefese döndü. Yemeğini yedi. Adama baktı geldi, sakin sakin çayını içen ablasına birşey sormadı ama salona da gitmedi. Bir bardak çay da kendisi alıp masanın öbür tarafına yanlamasına oturdu. Ortalıkta bir tek çay kaşığının cam bardağa değen sesi vardı. İkisi de en önemli işleri çay yudumlamakmış gibi çaylarını içiyorlardı. Zilin çınlaması ikisini de sıçrattı. Keriman önce telefona seğirtti sonra anlayıp kapıya. Kız da peşinden. Keriman telaşlı bir fısıltıyla , '' Arayı kapat. Arayı. Çabuk . Çabuk ''

- Açma. Bekle açma

Kalbindeki uçuşmaya da kızın sözlerine de aldırmadan kapının arkasına vardı. Kapı deliğinden baktı. İki adam. Ciddi suratlı, takım elbiseli, iki adam. Kız mutfak kapısını kapatmış yanına gelmişti, geri gitmesini işaret etti. Sibel omuzlarını silkti. Zile ikinci kez basıldığından, tartışamayıp açtı.

Orta yaşlı olan, kibarca ''İyi günler hanımefendi, Biz mahalle karakolundan geliyoruz '' Kameralar yeniden çalışmaya başladı, parmaklıklar, dikenli teller ve yine çocuklar gözünün önünü kapatıp kapatıp durdu. '' İlerdeki ilköğretim okulunda başbakanımızın katılacağı bir tören var. Eğer uygunsanız güvenlik için iki görevlimizi sizin üst balkona çıkarabilir miyiz ? ''

- Hayır.

Sesinin keskinliğinden kendisi ürktü. Adamın gülümseyen bakışlarıyla karşılaşınca utandı. 

'' Hastaneye gideceğiz. '' ''Kusura bakmayın. Randevumuz var. Gitmek zorundayız '' Kız toparlanmıştı demek. Adamlar teşekkür edip iyi günler dilediler. Daha arkalarını dönüp iki adım atmışlardı ki , Sibel ablasını içeri çekip kapıyı hızla kapattı. 



''Abla sen hemen gidiyorsun. Bakmaya geldi bunlar. Birazdan basarlar evi. Dün takip edildiğimden kuşkulanmıştım zaten. Hadi çabuk çabuk. Ben çantanı indiririm. Bir taksiye atla doğru Sıtkı abimlere. Eğer birşey olmazsa akşama ben de gelirim. Sen hiçbir şey görmedin duymadın tamam mı ? 

Motor gibi konuşuyor motor gibi dolaşıyordu. Keriman merdivenlerde kavuşup iki üç hamlede ancak yakalayabildi kolunu.

- Dur. Dur be çocuk. Birşey olacağı yok.
- Sen nereden bileceksin. Ne anlarsın bu işlerden.
- Üf ! Tamam artık otur şuraya

Zorla çekip otutturdu yanına. ''Kimsenin geleceği falan yok. Rahat ol'' İyice yanına çekip kolunun altına aldı.

''Rahatla. Ama adamı bırak. Onun da bekleyeni, çoluğu çocuğu vardır biryerlerde. Yazık olur.''

Sibel eğreti oturtulduğu yerden fırladı. ''Sen beni ne sanıyorsun ya. Sen dün abimlerde kalsan ben çoktan halletmiştim. Televizyonlara, gazetelere haber verip sonra da serbest bırakacaktım.''

-Televizyonları boşver. Git adamı çöz. Götürüp bir yerlerde bırakalım. 
-Biz mi ? İkimiz mi ?-Hadi git. Çantamı al da gel.
-Olmaz
-Olur olur.

Yaptılar en sonunda.

Adamı çözdüler, üstünü başını düzelttiler. Sibel iki arada bir derede Ses çıkarırsa onu öldüreceğini söyledi adama. Bir taksiye binip karşıya geçtiler. Epey dolaştıktan sonra Beyoğlu'nda indiler. Adamı büyük bir mağazada bırakıp aceleyle çıktılar. Yine bir taksiye atladılar . Cağaloğlu'nda inip bir başkasına binerek ve yine dolaştırarak eve döndüler. Keriman bir casus filminde hissetti kendini. Acayip heyecanlandı. Döndüklerinde al al olmuştu ikisinin de yanakları. 

Bir kaç gün, her kapı çalınışında huzursuz oldular.

Savaş bitti. Haftasına kalmadı unutuldu.

Onlar çocukları unutmadılar. Keriman'ın memleketten ilkokul arkadaşı olan hekimin vasıtasıyla ilaç ve yiyecek paketleri yolladılar.

Ertesi pazar gelen abiler, mangaldaki etin yanında içli köfte ve Galagoç'u görünce mest oldular. 

Bir gün çarşıdan dönerken Sibel ablasına, adamı nasıl birlikte olacakları vaadiyle kandırıp, içirip eve getirdiğini anlattı. Keriman hemen '' Birşey yapmadın ama değil mi ? '' diye sorguladı. Sibel isyan etti. Keriman kahkahalarla güldü.

İstanbul'da , ''yavuklu '' ya '' Sevgili '' dendiğini keşfeden Keriman, tıfıl bir oğlanın sevgili olduğunu farkedince eve gelip gitmesine ses çıkarmayı kesti.

Keriman, günler sonra, Sibel'in sıkıştırmasıyla, o gün birşey olmayacağını nereden bildiğini anlattı. kapıya gelenlerden onunla konuşanı ''Bekar bekar bakmıştı . Kötü birşey yapacak adam öyle bakamazdı. Uzak uzak, sert sert, hesaplı hesaplı, boş boş bakardı da öyle bakmazdı. '' Geçenlerde Karakolun yanındaki markette karşılaşıp selamlaştıklarını söylemedi 


Bir akşam arkadaşlarıyla gittiği bir barda, Sibel kaçırdığı adamı gördü. Adamın İrlandalı bir maceracı olduğunu anlayınca çok bozuldu. O da ablasına bundan sözetmedi. Televizyonları arayıp da rezil olmadığına şükretti

Keriman İstanbul'a artık severek gidip gelmeye başladı. Şehrin kimseye tepeden bakmadığına, buruşturup bir kenara atmaya niyeti olmadığına inandı. Eve yakın kıyıda, Kız Kulesini gören bir bank bulup, boş zamanlarında, oturup denizi izlemeye gider oldu. Her oturmaya gittiğinde, İstanbul'da genç olmanın, yaşamanın nasıl birşey olduğunu biraz daha anladı. Pek itirazı da olmadı.

başa dön