______  yersizyurtsuz  ekran dergi  mayıs-haziran '2003  [ dokuzuncu yayın dönemi ]   sayfa 14

  



 

 

 
[ tülay çellek ]


ARA GÜLER İLE SÖYLEŞİ 
"YAŞAMIN NEDENİ, MİMARİNİN İŞLEVİ" 



“Her şeyin bir anlamı olmalı” dedi Ara GÜLER, Ara Kafe de. 

Ara Kafe loş, ilginç bir yer. Lavabosunun kapısında bile Man Ray’ın fotomontaj bir fotoğrafı asılı. Hani belinde müzik işareti bulunan kadın vücudu. Onu çok beğenirim. Kafenin duvarlarında “Ara’da Sırada... “dediği İstanbul’un güzelim sokakları, denizi asılı. Ara Güler’in Fotoğraflarında doyumsuz bir nitelikte, güzellikte sergileniyorlar. 

Duvar... Bazıları diyordu ki bana, “etrafına duvar örüyorsun”. Doğrusu Ara Güler’le konuşana kadar duvar üzerine çokta düşünmemiştim. “Duvar” diyordu, “çok önemli. Duvar insanın mekanıdır. Oradan içeri girerseniz istila etmiş olursunuz. İnsanın evi, en rahat ettiği yeri. Yoksa duvarın ne anlamı var. Ülkeler için de böyledir. Mezarları düşünün. Arkeologlar neden kazı yapıyorlar? Yaşamın anlamı, nedenleri için. Yoksa onlara mezarcı demek gerekirdi.” 

“Kimlik yok yapılarda” dediğimde Sn. Ara Güler, “Çünkü Türkler göçer bir ulus” diye yanıt verdi. Mimar Oktay EKİNCİ Bey bir saydam gösterisinde “Viyana’daki bu durak 100 yıldır buradır” demişti. “İstanbul’da ise neredeyse ayda bir değişen duraklarla yaşıyoruz” dediğimde ise başta Sn. Ara Güler kendini gülmekten alamadı. İTÜ de yüksek lisans derslerinde Sn. Prof. Dr. Metin SÖZEN hocamızın verdiği örnekler aklıma çakılı kaldı hep. Biri de; “Beyazıt’tan Kabataş’a kadar yürüyün. Binalar birbirine benzemez, hepsi farklı. Belirli bir sistem, kimlik yoktur” derdi. Londra’ya gidince bunu daha iyi anlamıştım. Koca kent bir kimlik sembolüydü adeta, geçmişi ve bu günüyle. 

Konu emeğe, jüri başkanlığa geldi. Başkanlığın kolay olduğunu vurgularken keyifle gülüp duruyordu Ara Güler. Sonra, şunları da söylemeden edemedi. “Savaş başkanları da böyledir. Askerler ölür. Savaşı başkan kazanmış olur. Bir ara bana döndü, ”Sen hiç Hollanda’ya gittin mi?” Diye sordu. Kısaca, “hayır” dedim. “Rotterdam yeniden yapılmış. Ama benim için yapıların, evlerin kullanışlılığı önemlidir. Mimarı kimdi?” İçimden en iyi bildiğim mimarı geçirdim. Le Corbiseur. Ama söylemedim. Çünkü hemen aklıma Fransa gelmişti. Masamızdaki mimar arkadaş ki bilmeden ona tere satmaya kalktık başka bir isim söyledi ama Ara Güler ona da itiraz etti. Bak Amsterdam güzel. Yapılar eski haliyle kalmış. Çünkü savaş oraya vurmamış.” “Yıllar önce bir Japon sanatçının saydam gösterili söyleşine katılmıştım. Evini kendi yapmış. Çok ilginç. Ama kapıdan girmek için eğiliyorsunuz”, dediğimde de “İşte buyurun, benim için anlamsız, felaket. Yorulmadan yaşayabileceğim işlevsellikte olmalı bina” diye diretiyordu haklı olarak Ara Güler. “İtalyan sokağının inanılmaz değişik evlerini görmüştüm bir saydam gösterisinde de ama evler kullanışlı değil. Bir de heykel gibi evler var”. Ara Güler yine hemen itiraz etti, “canım gitsin heykel yapsın o zaman, niye heykele benzeteceğim diye kullanılamayan ev yapılıyor ki”. “Piet Mondrian tablosu gibi cephesi olan ev yapmışlar. Hoştu doğrusu”, dedim. İlk defa itiraz etmedi. Ama ona hak veriyorum. İşlevsellik tabii ki önemli. Yeter ki kullanışlılık bozulmadan estetik tat da verilsin. Tabii o hoşnutsuzluğunu esprilerle dile getiriyor. Bize de neredeyse ağlanacak halimize gülmek kalıyor. Karışık olmayan ne var. Evler, kentler, ilişkiler. Ama düzenleyen sanat var, sevgi de, dostlukta, güven de.. 

başa dön