______  yersizyurtsuz  ekran dergi  mart - nisan  '2004  [ ondördüncü yayın dönemi ]   sayfa 11

  



 

 

[ türker ayyıldız ]

 

T U T U N A M A Y A N   T U T A N A K LA R I -III
                                                                                                             dışarıdakilere..

 

gecenin en olur olmaz saatlerinde duyulan şu düdük seslerim.. yok düdük seslerim değil daha çok yalın sirenleri anımsatan korku yüklü çağrılarım, çağrışımlarım.. şehrin farklı sokaklarında sürüdüğüm ayaklarımın gökyüzüne sinen yabancılaşmış, yalnız kalmış üfürüklerim..

şu asayiş her gece ber kemal diyorum sevgili düdüğüm.. asayişim sürekli çok kemal.. yürüyorum işte.. hatta hızla hatta savrularak ve sendeleyerek yürüyorum.. meyhanelerimin masalarına çoktan park ettirildi tabureler.. tüm gün yüzlerce beni yüzlerce üfürüğü taşıyan taburelerin romatizmalı ayakları çoktan tavana çevrildi.. sadece adisyonların çeteleleri tutulup hesabımızın kesildiği,patronun bir cellat gibi iri göbeğini sıvazladığı camlı yüksek masadan yayılan köhne bir ışık dışında tüm kandiller itina ile söndürüldü.. ''abi kapatıyoruz birazdan ekip gelir'' diyen şef garsonum çoktan karısının koynuna yatırıldı.. ikisinin de çok yorgun olduklarından ertelendi oğlan çocuk hasretleri.. kızların çarşaflarının altlarına naylonlar serildi keskin bir sidik kokusu yayıldı odaya.. bir gecenin daha Z raporunu aldı patronlar..

yürüyorum işte.. şehrinizin sahipleri tüm kapıları kapatmadan terkedilmiş bir yapıya ihtiyacım olacak ruhumda hicran.. şu ber kemal olan geceyi savuşturabileceğim ahşap eskisi bir yapıyı arıyor bedenim.. vaktiyle birkaç sene evvel yani filanca kurumun filanca toplantısının filanca dakikalık sigara arasında pencereden bakarken görmüştüm bahsettiğim yapıyı.. bahçesinde bakımsız incir ağaçlarının ve çöp yığınlarının battallaştığı terk edilmiş yaşlı bir konaktı.. pencereden ona bakarken günün birinde hasretle onu arayacağımı bilsem daha bir dikkat kesilirdim kuşkusuz.. pencereden ona bakarken yıllar geçmişti.. pencereden arap kızları bakar efendi.. yağmur yağar fukara damlara, su birikintilerinde kağıt gemiler yüzdürür arap kızlarının işlenmemiş çeyizleri.. (kanaviçe derlerdi halalarım radyoda erol evgin dinleyip fotoroman almak için para biriktirdikleri yıllarda.. kanaviçe çocukluğumun siyah üzerine işlenmiş sarı kırmızı çiçekleri.. bir de çemberleri vardı.. her birinin ayrı ayrı çemberleri.. baba evinden koca evine yuvarladıkları yada yuvarlandıkları tahta çemberler..)

uzun hafız sokağının arka tarafında gözlerimin şahit olduğu en koyu kahverengi ahşaba doğru yürümeliyim vakit kaybetmeden.. ama ziyaret ağır ziyaret acı.. böyle dımdızlak böyle kirli sakal ve kovulmuş misafirlik mi olur dosta düşmana karşı.. ne der el alem ne söylerler maazallah insanın arkasından.. insanlığımızda kalmadı ya .. yine de ekmeğe tütüne biraz da ucuz şaraba yetiyor cebimdekiler (fiyakalı mecmua kağıtlarına sardırırım olmazsa çam sakızı çoban armağanı).. kahverengi kese kağıtları gecenin bu vaktinde yüzünü soldurur insanın.. ellerini titretir.. ama ama saatlerdir tek bir açık yere rastlayamıyor adımlarımız.. öyle değil mi sol ayağım öyle değil mi sağ ayağım.. çocukların ulaşmasından korktuklarından en zor yerlerde zulalamışlar mey satan dükkanları bundan eminim.. çoklukla hata bizde lütfen hazırlık yapmadan yakalanıyoruz gecelere, sokaklara.. prospektüsünü sürekli yanında taşımalıyız artık bu şehrin.. bünyemiz kaldırmıyor uzun gezintileri.. sokak lambaları eskisi kadar aydınlatmıyor sokağı.. kedilerim.. başıboş köpeklerim.. olsa olsa centilmen bir eşkıyayım kaldırımlarınızda -çöplüklerinize ilişmeden geçerim.. yakamdaki karanfilden tanıyınız beni..

köşede köhne bir ışık yanıyor biraz daha adımlarımızı sıklaştırarak yürüyelim arkadaşlar çünkü daha yolumuz uzun yükümüz ağır.. biraz ekmek diyorum büfenin camındaki adama kalmışsa bi kaç paket filtresiz sigara unutmadan iki şişede çubuk şarabı.. yok üç şişe olsun.. yetiyor mu paramız efendi.. bakışlarınızdaki donukluk yetmiyor demekse ekmeği yarım yapabiliriz.. hatta bayat olanlarından alabiliriz.. fark eder mi nasırlı ellerim fark eder mi nasırlı ayaklarım, yağmur çiseliyor yumuşar birazdan nasıl olsa..paramızın üstüne kuruşlar mı kaldı sayın efendi eski gazetelerden alalım onlarla da..ne kadar eskiyebilirmiş köşe yazıları onlardan alalım,haftalık yıldız falımızdan alalım, çengel bulmacamızdan alalım, mümkünse..

arnavut kaldırımlı sokaklardan en çok bizim gibiler şikayetçiymiş rivayet doğruysa çok kere ikinci pençesini alıkoyarken yakalanmış papuçların.. yoksa düşmek, kafa göz yarmak asfalt ışıklı caddelerde de karşılan olağan hallermiş.. öyle diyorlar bunda yorumumuz yok benim ve arkadaşlarımın.. şansal'la erman'ın vardır belki.. biz tampon tampona iki taraflı park eden araçlardan kaldırımlara ulaşamadığımızdan kaç kere vesait altında kalma tehlikesi yaşadığımızı bile unuttuk söylencelerde.. üstüne yediğimiz küfürleri hep sineye çektik de yılbaşından bir gece öncesi afrodit erotik ürünler pazarlama ve ticaret limited şirketinin penceresinden üzerimize boca edilen bulaşık sularının kokusundan arınmamız için yine ''yağmurları bekledik.. yine ayaz güllerini..''

şarabın ilkini kaç adım önce açtığımı hatırlamaya çalışarak yürüyorum.. lk yudumu dehlizlerime uğurlarken sağ ayağımı mı atıyordum acaba diye batıl itikatlarım yok.. yine siyah beyaz bir mecmuaya sarılmış şişeler.. ( satıcıyı bu konuda uyarıp uyarmadığımı / uyarmadığımızı bilemiyorum..) sanıyorum cumhuriyet.. laik devletten bahseden manşeti buruşmuş ellerimde.. şişenin en buruşacak yerine gelmiş çok özür dilerim sayın yazı işleri müdürümden.. hey gidinin cumhuriyeti.. hey gidinin laikliği.. hangi ellere kaldın diye gülümsüyorum hafiften.. ellerime bakıyorum, ellerin ellerine bakıyorum.. içim acıyor nevşehir üzümü olsa gerek.. içimi acıtıyor yudumlarım..bozkırda bir çoban bozlak söylüyor.. bu saatte söylenen bozlak ancak kurt indirir kuzuya.. ancak bağbozumu.. ancak köprüden geçti gelin ancak saç bağı düştü gelin..

uzun hafız sokağının ışıkları bir bir kararıyor.. yaz mevsimi olsa uçuşan tüllerin arkasından gelen gülüşmelere bağrışmalara şahit olabilirdik arkadaşlar.. arada tüller olduğundan üzerimize alınmadan yürüyebilirdik yine de.. evlerde pişirilen yemekleri tahmin hususunda sizin borçlarınıza hiç sadık kalmadığınız iddialara tutuşabilirdik.. ellerim- ayaklarım -arkadaşlarım hep bakiye bıraktınız iddialaşmalarda.. birasına penaltı çekiştiğimiz yılların hatırı olmasa,olmasa alsancak'ta lozan pastanesine bakan kalelin canım hatırı.. nurlu nef-küremize ışık veren lisenin hatırı.. sonraki yıllarda ise kapıcı nurinin körelmiş hatırı.. ve diğerlerinin.. bu mahcupluğunuzla ezilir giderdiniz eski bir şarkının dişlerim arasında kaybolup gitmesi gibi.. ''su ver küçüğüm yüreğim yanıyor/eski bir yanlışlık olmasın bu /eski bir yanılsama''

uzun hafız sokağının menekşe çıkmazı.. işte orada sizi epeydir meşgul ettiğim ihtiyar ev sahibimiz.. ev sahibimiz bu paragrafta yakışık almadı diye uyarmanızı beklerdim sayın ellerim, sayın ayaklarım.. burada ''sahibi'' yapıların içerisinde mülkiyet yada bir kira akdiyle o yapıda ikametle soluklanan- ağlayan -gülen- vesaire eden sayın sayınlara denmez miydi..? bu sayınların anneleri babaları çol çocuk torun torba akraba-i talakatları olmaz mıydı..? sahipleri bırakınca bu yapıları (sebebini bilmediğimiz ve özel yaşamın sırlarına saygılı olduğumuzdan merak etsek de sormayı aklımızdan geçirmediğimiz..) sadece sabahlara kadar başkaları tarafından aranılan ev yada yapı olarak karşımıza çıkıyorlar.. iklimlerini yazları sıcak ve kurak, kışları ise yağmur kar boran fırtına şeklinde tanımlayabiliriz.. tarımın bakımsız ağaçlardan ve zararlı ot ve böceklerden anladığımız kadarıyla ihmal edildiği coğrafyamızda hayvancılık kedilerim köpeklerim farelerim engereklerim engereksizlerim şeklinde desteklendiği söyleyebiliriz.. fiziki koşulları bu denli zor görünse de bilhassa kış aylarında ülke turizmine -evsizleri, yersiz yurtsuzları, sokak çocuklarını, tinerci çocukları, ayyaşları ve meydaşları barındırması vesilesiyle - azımsanmayacak katkıları dolayısıyla bir çoğu sayın devlet büyüklerimiz tarafından sit alanı ilan edilmiş tabirimi af buyurun sit-tir edilmiştir..

şimdi arkadaşlarım sizlerden haddim olmayarak bunca yıllık birlikteliğimizin yüzü gözü hürmetine sükunet talep edeceğim.. ber kemalliğimizin bundan sonraki sıhhati için az önce bahsettiğim yapımızdan müsaade dileneceğim.. bilhassa kendimi kendilerine nasıl tanıtacağım hakkında derin heyecanlara sahibim.. tık tık tık.. kapı ve pencereleriniz komşular tarafından sökülüp ısınmak amacıyla yakıldığından tık tık tık sesini pileybek yaptığımız için çok üzgünüz efendim.. Müsaade ederseniz ben deniz bedbaht sarıkazak.. emekli.. dul ve yetimim.. bunlarda ellerim ayaklarım arkadaşlarım.. sağ elime kendileri çok bozulsalar da menderes diye hitap ediyoruz diğeri rahmetli orhan veli -velinin oğlu.. sağ ayağımız çifte telli soldaki cevat prekazi efendim.. sizinle aslında birkaç sene evvel müşerref olmuştuk..filanca kurumun kurum tutan filanca toplantısında tanımıştım sizi..o zamanlar malbora layt içicisiydim.. karşı binanın üçüncü katında bir bahar akşamı rastlamıştım size..sevinçli bir telaş içindeydiniz.. toplantıları bitiyor günün birinde beylerin, ben de bir beydim -dalgalandım da duruldum efendim.. o vakitlerde göz göze gelmiştik lütfen eşiğinizden geçmeme / geçmemize müsaade ediniz.. yılkı bir at gibi çitlerinize dayandım..'' oysa sonuçsuzum artık / başlangıçsızım / hiçim / yorgunum ahmet / yenikim ahmet / akşamdı içim..''i getirdim size biraz tütünüm biraz şarabım biraz da nefesim var duvarlarınızı ısıtacak..maarif takvimlerinizden, sedirlerinizden, kuzineli sobalarınızdan bahsedecek kadar da okumuşluğum mevcuttur yakın tarihinizi.. konuşma onurunu bize bahsederseniz dinlemesini de bilirim, mangallarınızdan yükselmeyen korlardan ısınmasını da yurtsuzluğunuzdan üşümesini de.. bir ses verseniz bir ''olur geçin , buyurun''deseniz.. sadece bir gecelik mülteciniz olsam.. tanrı misafiri statüsünde saysanız, sayılsam, sayılsak..

uzun hafız sokağının menekşe çıkmasında bizden başka kimseler yok.. merdiven altında muhtemelen yıllarca odunluk olarak kullanılmış bu duldada gece bekçilerinin üfürüklerini duyuyoruz.. bekçiler.. bekçilerim sokaklarda kendinden emin yürüyüşleriyle voltalaşsalar da biz biliyoruz ki yıllardır içtiması alınamıyor bu şehrin.. kayıp çocuklarının hangi yapıda üşüdüğüne ağıt yakıyor analar.. babalar.. halalar.. bozkırda bir çobanın bozlağı duyuluyor.. üçüncü şişenin dibinde bozkırın özlemi.. üzerimizde kar üzerimizde tipi.. nerdesiniz..?
 

 
başa dön