gecenin en olur olmaz
saatlerinde duyulan şu düdük seslerim.. yok düdük seslerim değil daha
çok yalın sirenleri anımsatan korku yüklü çağrılarım, çağrışımlarım..
şehrin farklı sokaklarında sürüdüğüm ayaklarımın gökyüzüne sinen
yabancılaşmış, yalnız kalmış üfürüklerim..
şu asayiş her gece ber kemal diyorum sevgili düdüğüm.. asayişim sürekli
çok kemal.. yürüyorum işte.. hatta hızla hatta savrularak ve
sendeleyerek yürüyorum.. meyhanelerimin masalarına çoktan park ettirildi
tabureler.. tüm gün yüzlerce beni yüzlerce üfürüğü taşıyan taburelerin
romatizmalı ayakları çoktan tavana çevrildi.. sadece adisyonların
çeteleleri tutulup hesabımızın kesildiği,patronun bir cellat gibi iri
göbeğini sıvazladığı camlı yüksek masadan yayılan köhne bir ışık dışında
tüm kandiller itina ile söndürüldü.. ''abi kapatıyoruz birazdan ekip
gelir'' diyen şef garsonum çoktan karısının koynuna yatırıldı.. ikisinin
de çok yorgun olduklarından ertelendi oğlan çocuk hasretleri.. kızların
çarşaflarının altlarına naylonlar serildi keskin bir sidik kokusu
yayıldı odaya.. bir gecenin daha Z raporunu aldı patronlar..
yürüyorum işte.. şehrinizin sahipleri tüm kapıları kapatmadan
terkedilmiş bir yapıya ihtiyacım olacak ruhumda hicran.. şu ber kemal
olan geceyi savuşturabileceğim ahşap eskisi bir yapıyı arıyor bedenim..
vaktiyle birkaç sene evvel yani filanca kurumun filanca toplantısının
filanca dakikalık sigara arasında pencereden bakarken görmüştüm
bahsettiğim yapıyı.. bahçesinde bakımsız incir ağaçlarının ve çöp
yığınlarının battallaştığı terk edilmiş yaşlı bir konaktı.. pencereden
ona bakarken günün birinde hasretle onu arayacağımı bilsem daha bir
dikkat kesilirdim kuşkusuz.. pencereden ona bakarken yıllar geçmişti..
pencereden arap kızları bakar efendi.. yağmur yağar fukara damlara, su
birikintilerinde kağıt gemiler yüzdürür arap kızlarının işlenmemiş
çeyizleri.. (kanaviçe derlerdi halalarım radyoda erol evgin dinleyip
fotoroman almak için para biriktirdikleri yıllarda.. kanaviçe
çocukluğumun siyah üzerine işlenmiş sarı kırmızı çiçekleri.. bir de
çemberleri vardı.. her birinin ayrı ayrı çemberleri.. baba evinden koca
evine yuvarladıkları yada yuvarlandıkları tahta çemberler..)
uzun hafız sokağının arka tarafında gözlerimin şahit olduğu en koyu
kahverengi ahşaba doğru yürümeliyim vakit kaybetmeden.. ama ziyaret ağır
ziyaret acı.. böyle dımdızlak böyle kirli sakal ve kovulmuş misafirlik
mi olur dosta düşmana karşı.. ne der el alem ne söylerler maazallah
insanın arkasından.. insanlığımızda kalmadı ya .. yine de ekmeğe tütüne
biraz da ucuz şaraba yetiyor cebimdekiler (fiyakalı mecmua kağıtlarına
sardırırım olmazsa çam sakızı çoban armağanı).. kahverengi kese
kağıtları gecenin bu vaktinde yüzünü soldurur insanın.. ellerini
titretir.. ama ama saatlerdir tek bir açık yere rastlayamıyor
adımlarımız.. öyle değil mi sol ayağım öyle değil mi sağ ayağım..
çocukların ulaşmasından korktuklarından en zor yerlerde zulalamışlar mey
satan dükkanları bundan eminim.. çoklukla hata bizde lütfen hazırlık
yapmadan yakalanıyoruz gecelere, sokaklara.. prospektüsünü sürekli
yanında taşımalıyız artık bu şehrin.. bünyemiz kaldırmıyor uzun
gezintileri.. sokak lambaları eskisi kadar aydınlatmıyor sokağı..
kedilerim.. başıboş köpeklerim.. olsa olsa centilmen bir eşkıyayım
kaldırımlarınızda -çöplüklerinize ilişmeden geçerim.. yakamdaki
karanfilden tanıyınız beni..
köşede köhne bir ışık yanıyor biraz daha adımlarımızı sıklaştırarak
yürüyelim arkadaşlar çünkü daha yolumuz uzun yükümüz ağır.. biraz ekmek
diyorum büfenin camındaki adama kalmışsa bi kaç paket filtresiz sigara
unutmadan iki şişede çubuk şarabı.. yok üç şişe olsun.. yetiyor mu
paramız efendi.. bakışlarınızdaki donukluk yetmiyor demekse ekmeği yarım
yapabiliriz.. hatta bayat olanlarından alabiliriz.. fark eder mi nasırlı
ellerim fark eder mi nasırlı ayaklarım, yağmur çiseliyor yumuşar
birazdan nasıl olsa..paramızın üstüne kuruşlar mı kaldı sayın efendi
eski gazetelerden alalım onlarla da..ne kadar eskiyebilirmiş köşe
yazıları onlardan alalım,haftalık yıldız falımızdan alalım, çengel
bulmacamızdan alalım, mümkünse..
arnavut kaldırımlı sokaklardan en çok bizim gibiler şikayetçiymiş
rivayet doğruysa çok kere ikinci pençesini alıkoyarken yakalanmış
papuçların.. yoksa düşmek, kafa göz yarmak asfalt ışıklı caddelerde de
karşılan olağan hallermiş.. öyle diyorlar bunda yorumumuz yok benim ve
arkadaşlarımın.. şansal'la erman'ın vardır belki.. biz tampon tampona
iki taraflı park eden araçlardan kaldırımlara ulaşamadığımızdan kaç kere
vesait altında kalma tehlikesi yaşadığımızı bile unuttuk söylencelerde..
üstüne yediğimiz küfürleri hep sineye çektik de yılbaşından bir gece
öncesi afrodit erotik ürünler pazarlama ve ticaret limited şirketinin
penceresinden üzerimize boca edilen bulaşık sularının kokusundan
arınmamız için yine ''yağmurları bekledik.. yine ayaz güllerini..''
şarabın ilkini kaç adım önce açtığımı hatırlamaya çalışarak yürüyorum..
lk yudumu dehlizlerime uğurlarken sağ ayağımı mı atıyordum acaba diye
batıl itikatlarım yok.. yine siyah beyaz bir mecmuaya sarılmış şişeler..
( satıcıyı bu konuda uyarıp uyarmadığımı / uyarmadığımızı bilemiyorum..)
sanıyorum cumhuriyet.. laik devletten bahseden manşeti buruşmuş
ellerimde.. şişenin en buruşacak yerine gelmiş çok özür dilerim sayın
yazı işleri müdürümden.. hey gidinin cumhuriyeti.. hey gidinin
laikliği.. hangi ellere kaldın diye gülümsüyorum hafiften.. ellerime
bakıyorum, ellerin ellerine bakıyorum.. içim acıyor nevşehir üzümü olsa
gerek.. içimi acıtıyor yudumlarım..bozkırda bir çoban bozlak söylüyor..
bu saatte söylenen bozlak ancak kurt indirir kuzuya.. ancak bağbozumu..
ancak köprüden geçti gelin ancak saç bağı düştü gelin..
uzun hafız sokağının ışıkları bir bir kararıyor.. yaz mevsimi olsa
uçuşan tüllerin arkasından gelen gülüşmelere bağrışmalara şahit
olabilirdik arkadaşlar.. arada tüller olduğundan üzerimize alınmadan
yürüyebilirdik yine de.. evlerde pişirilen yemekleri tahmin hususunda
sizin borçlarınıza hiç sadık kalmadığınız iddialara tutuşabilirdik..
ellerim- ayaklarım -arkadaşlarım hep bakiye bıraktınız iddialaşmalarda..
birasına penaltı çekiştiğimiz yılların hatırı olmasa,olmasa alsancak'ta
lozan pastanesine bakan kalelin canım hatırı.. nurlu nef-küremize ışık
veren lisenin hatırı.. sonraki yıllarda ise kapıcı nurinin körelmiş
hatırı.. ve diğerlerinin.. bu mahcupluğunuzla ezilir giderdiniz eski bir
şarkının dişlerim arasında kaybolup gitmesi gibi.. ''su ver küçüğüm
yüreğim yanıyor/eski bir yanlışlık olmasın bu /eski bir yanılsama''
uzun hafız sokağının menekşe çıkmazı.. işte orada sizi epeydir meşgul
ettiğim ihtiyar ev sahibimiz.. ev sahibimiz bu paragrafta yakışık almadı
diye uyarmanızı beklerdim sayın ellerim, sayın ayaklarım.. burada
''sahibi'' yapıların içerisinde mülkiyet yada bir kira akdiyle o yapıda
ikametle soluklanan- ağlayan -gülen- vesaire eden sayın sayınlara denmez
miydi..? bu sayınların anneleri babaları çol çocuk torun torba akraba-i
talakatları olmaz mıydı..? sahipleri bırakınca bu yapıları (sebebini
bilmediğimiz ve özel yaşamın sırlarına saygılı olduğumuzdan merak etsek
de sormayı aklımızdan geçirmediğimiz..) sadece sabahlara kadar başkaları
tarafından aranılan ev yada yapı olarak karşımıza çıkıyorlar..
iklimlerini yazları sıcak ve kurak, kışları ise yağmur kar boran fırtına
şeklinde tanımlayabiliriz.. tarımın bakımsız ağaçlardan ve zararlı ot ve
böceklerden anladığımız kadarıyla ihmal edildiği coğrafyamızda
hayvancılık kedilerim köpeklerim farelerim engereklerim engereksizlerim
şeklinde desteklendiği söyleyebiliriz.. fiziki koşulları bu denli zor
görünse de bilhassa kış aylarında ülke turizmine -evsizleri, yersiz
yurtsuzları, sokak çocuklarını, tinerci çocukları, ayyaşları ve
meydaşları barındırması vesilesiyle - azımsanmayacak katkıları
dolayısıyla bir çoğu sayın devlet büyüklerimiz tarafından sit alanı ilan
edilmiş tabirimi af buyurun sit-tir edilmiştir..
şimdi arkadaşlarım sizlerden haddim olmayarak bunca yıllık
birlikteliğimizin yüzü gözü hürmetine sükunet talep edeceğim.. ber
kemalliğimizin bundan sonraki sıhhati için az önce bahsettiğim
yapımızdan müsaade dileneceğim.. bilhassa kendimi kendilerine nasıl
tanıtacağım hakkında derin heyecanlara sahibim.. tık tık tık.. kapı ve
pencereleriniz komşular tarafından sökülüp ısınmak amacıyla
yakıldığından tık tık tık sesini pileybek yaptığımız için çok üzgünüz
efendim.. Müsaade ederseniz ben deniz bedbaht sarıkazak.. emekli.. dul
ve yetimim.. bunlarda ellerim ayaklarım arkadaşlarım.. sağ elime
kendileri çok bozulsalar da menderes diye hitap ediyoruz diğeri rahmetli
orhan veli -velinin oğlu.. sağ ayağımız çifte telli soldaki cevat
prekazi efendim.. sizinle aslında birkaç sene evvel müşerref
olmuştuk..filanca kurumun kurum tutan filanca toplantısında tanımıştım
sizi..o zamanlar malbora layt içicisiydim.. karşı binanın üçüncü katında
bir bahar akşamı rastlamıştım size..sevinçli bir telaş içindeydiniz..
toplantıları bitiyor günün birinde beylerin, ben de bir beydim
-dalgalandım da duruldum efendim.. o vakitlerde göz göze gelmiştik
lütfen eşiğinizden geçmeme / geçmemize müsaade ediniz.. yılkı bir at
gibi çitlerinize dayandım..'' oysa sonuçsuzum artık / başlangıçsızım /
hiçim / yorgunum ahmet / yenikim ahmet / akşamdı içim..''i getirdim size
biraz tütünüm biraz şarabım biraz da nefesim var duvarlarınızı
ısıtacak..maarif takvimlerinizden, sedirlerinizden, kuzineli
sobalarınızdan bahsedecek kadar da okumuşluğum mevcuttur yakın
tarihinizi.. konuşma onurunu bize bahsederseniz dinlemesini de bilirim,
mangallarınızdan yükselmeyen korlardan ısınmasını da yurtsuzluğunuzdan
üşümesini de.. bir ses verseniz bir ''olur geçin , buyurun''deseniz..
sadece bir gecelik mülteciniz olsam.. tanrı misafiri statüsünde
saysanız, sayılsam, sayılsak..
uzun hafız sokağının menekşe çıkmasında bizden başka kimseler yok..
merdiven altında muhtemelen yıllarca odunluk olarak kullanılmış bu
duldada gece bekçilerinin üfürüklerini duyuyoruz.. bekçiler.. bekçilerim
sokaklarda kendinden emin yürüyüşleriyle voltalaşsalar da biz biliyoruz
ki yıllardır içtiması alınamıyor bu şehrin.. kayıp çocuklarının hangi
yapıda üşüdüğüne ağıt yakıyor analar.. babalar.. halalar.. bozkırda bir
çobanın bozlağı duyuluyor.. üçüncü şişenin dibinde bozkırın özlemi..
üzerimizde kar üzerimizde tipi.. nerdesiniz..?