______  yersizyurtsuz  ekran dergi   eylül - ekim '2002  [ beşinci yayın dönemi ]   sayfa 2

  



 

 

[ wolfgang borchert ]
 
 
 
KEDİ DONMUŞTU KARDA

Geceleyin adamlar yürüyordu yolda. Bir türkü mırıldanıyorlardı. Arkalarında bir kızıl leke gecenin koynunda. Çirkin bir lekeydi. Leke bir köydü de. Köy mü, o yanıyordu. Adamlar kundaklamışlardı. Çünkü adamlar askerdi. Savaş vardı da. Ve kar adamların kabaralı postalları altında feryat ediyordu. Çirkin çirkin feryat ediyordu kar. Herkes evlerinin çevresinde dikeleşiyordu. Evler mi, evler yanıyordu. Kap kacaklarını, çocuklarını ve yataklarını koltuk altlarına sıkıştırmışlardı. Kedi çığlıkları duyuluyordu kanlı karda. Ve kar yangından bir kızıldı ki. Ve susuyordu. Çünkü insanlar çatır çutur evlerinin çevresinde dilsiz dikeleşiyordu da. Ve işte bunun için feryat edemiyordu kar. Kiminin tahta tasvirleri de vardı yanında. Küçük küçük, altın ve gümüş yaldızdan ve mavi. Bir adam görülüyordu tasvirlerde oval yüzlü, kumral sakallı. Bu pek güzel adamın gözlerinin içine bakıyorlardı çılgın gibi. Ama evler, onlar yine yanıyordu, yanıyor da yanıyordu.

Bir köy daha vardı bu köyün yanında. Oradakiler bu gece pencerelere üşüşmüştü. Ve kimi kar, mehtaplı kar, hatta biraz pembeleşiyordu ötedeki yangından. Ve herkes birbirine bakıyordu. Hayvanlar güm güm ahır duvarlarına vuruyordu başlarını. Ve herkes karanlıkta belki önü sıra uyukluyordu.

Dazlak kafalı adamlar masa başında dikeleşiyordu. İki saat önce kırmızı kalemle bir çizgi çekmişti biri. Bir haritaya. Harita üzerinde bir nokta vardı. Nokta köydü. Ve sonra telefon etmişti biri. Ve sonra askerler o lekeyi oturtmuşlardı gecenin koynuna: kanlı ateşler içindeki köyü. Üşüyen feryat eden kedileriyle pembe karda. Ve dazlak kafalı adamların orda yine hafiften müzik çalmaya başlamıştı. Kızın biri şarkılar okuyordu. Ve kimi bir gümbürtü duyuluyordu arada. Çok uzaklarda.

Akşamleyin adamlar yürüyordu yolda. Bir türkü mırıldanıyorlardı. Ve kokusunu duyuyorlardı, armut ağaçlarının. Savaş yoktu. Ve adamlar asker değildi. Ama derken kan kırmızısı bir leke belirdi gökte. O vakit adamlar kestiler türküyü. Ve biri dedi ki: bak bak, güneş. Ve sonra tekrar yürüdüler. Ama türkü mırıldanmıyorlardı artık. Çünkü çiçeğe durmuş armutlar altında feryat ediyordu pembe kar. Ve pembe karı ömürleri boyunca bir daha unutamadılar.

Yarı yıkık bir köyde çocuklar kömürleşmiş tahta parçalarıyla oynuyordu. Ve derken, derken bir beyaz tahta parçası geçti ellerine. Tahta parçası bir kemikti. Çocuklar mı, çocuklar kemikle vurmaya başladılar ahır duvarına. Öyle bir ses çıkarıyordu ki, sanki bir davula vurur gibi biri. Tak, yapıyordu kemik, tak, tak, tak. Öyle bir ses çıkarıyordu ki, sanki bir davula vurur gibi biri. Ve seviniyordu çocuklar. İşte öylesine tatlı duru bir sesti. Kemik mi, bir kedinindi kemik.


Çeviren: Kamuran Şipal
başa dön